Tahmin edildiği gibi Amerika, Muhammed bin Selman’ın adamları tarafından işlenen vahşi cinayetin üstünü örtmek istiyor. Kaşıkçı cinayetinin veliaht tarafından işlendiği öğrenilmeye başlandıktan hemen sonra İsrail tarafından memnuniyetsizlik ifade eden cümleler sarf edilmişti. Cinayet sonrası Muhammed bin Selman’ın iktidarı kaybetme ihtimaline karşı Amerika’da da, ortaya çıkan durumdan, kimse memnun olmadı. Muhammed bin Selman’ın veliaht ilan edilmesi hem bu iki ülkede hem de Avrupa ülkelerinde memnuniyetle karşılanmıştı. Suudî Arabistan’ın Batı ile çok yoğun bir bağımlılık ilişkisi içinde olduğu bilinen bir durumdur.
Veliaht konumundaki bir şahsın coğrafyamızın geleceğini şekillendirmek gibi oldukça cesaret isteyen faaliyetler ağının içinde kendi inisiyatifi ile yer alması düşünülemez. Bağımlılık ilişkisinin tabiatı bunu gerektirir. İsrail ve Amerika’nın memnuniyetsizliği de zaten buna işaret etmektedir. Kendi elleriyle hazırladıkları bir projenin çöküşünden duyulan rahatsızlık âdete yüzlerinden okunuyor.
Trump’ın vahşi cinayet sonrası açıklamaları Muhammed bin Selman’ı iktidarda tutma amaçlıdır. Bu da Muhammed bin Selman’ın ve Suudî Arabistan’ın içinde bulunduğu karmaşık durumun çok daha derin analizlere tabi tutulması gerektiğini gösteriyor. 20. yüzyılın başlarından itibaren Suudî Arabistan, İngiltere etkisindeydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika etkisi daha baskın hâle geldi. Suudîlerin her iki ülke ile bağımlılık ilişkisi bilinen bir husustur. Trump’ın Muhammed bin Selman’ı kurtarma bundan sonra da Suudî Arabistan’a mutlak hâkim olma çabalarını görmemiz gerekir. Amerika, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin tartışmasız bir şekilde İsrail’i koruma altına almış olmaları da Suudî Arabistan’dan azami ölçüde faydalanma isteğinden kaynaklanmaktadır.
el-KAİDE, DEAŞ, FETÖ, PKK örneklerinde görüldüğü gibi Suudî Arabistan’ı yönlendiren Batı, terör ve vahşi cinayetlerle iç içedir. Şimdiye kadar Kaşıkçı cinayeti gibi vahşet içeren yüzlerce, binlerce cinayet işlendi, şehirler ve ülkeler yok edildi. Kaşıkçı cinayeti benzerlerinin sırada olduğunu göstermek bakımından önemli bir örnektir. FETÖ’nün darbe ve işgal girişiminde gösterdiği vahşet de geleceğimize ışık tutabilir. Hakeza Mısır’da Sisi darbesi de içerdiği vahşet itibarıyla dünden bugüne değişen fazla bir şey olmadığını gösterir. Suriye ve Irak’ta yaşananlar da aynı kategoridedir.
Daha düne kadar Türkiye tarafından üretilen iç sorunlardan bahsediliyordu. Her bir kabahati Batılılara yüklemenin yanlışlığı üzerine laf söyleniyordu. Bu sebeple veliaht prensin cinayetlerinden hareketle kabahati Müslüman dünyaya yükleyen görüşler beyan edilmeliydi. Bu cinayetin içinde yer alan veliaht prens Müslüman dünyaya ait bir yönetici adayı olduğuna göre cinayetten sonra konunun İsrail ve Amerika etkisi görmezden gelinerek açıklanması gerekirdi. Makul olan bu tür görüşlerin dile getirilmesidir. Doğu’nun geriliğine, Batı’nın zenginliğine sebep olan nesnel nitelikler üzerinde fikirler havada uçuşmalıydı. Hatta Suudî Arabistan bizden daha Doğu olduğu için biraz da küçümseyici bir tavır takınılmalıydı.
Ne yazık ki vahşi cinayette İsrail ve Amerika etkisi çok bariz olduğu için çoğu kimsenin hevesi kursağında kaldı. En azından çok açık bir oryantalist dil kullanamadılar. Amerika’nın tereddütlü açıklamaları, çelişkili ifadeleri bizde de yansıma buldu. Amerika ve İsrail gibi Batı Avrupa emperyalizmini temsil eden ülkeler Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zaid üzerinden bütün Müslüman coğrafyanın kaderini şekillendirecek adımlar atıyor. Her ikisini FETÖ’de olduğu gibi olağanüstü suçlara boğuyorlar. Artık onların “ev”lerine dönmesi imkân haricindedir. FETÖ, PKK, DAEŞ gibi unsurların eve dönüşü imkânsız bir hâle getirilmişti. Şimdi aynı durum bu iki lider adayı için geçerlidir.
Eğer Türkiye, vahşi cinayetle ilgili bilgi ve belgeleri ele geçirememiş olsaydı bugünkü tablodan çok daha farklı gelişmelere şahit olacağımız hem Amerika’nın hem de İsrail’in memnuniyetsizliğinden anlaşılıyor. Şu ana kadar Cemal Kaşıkçı’nın vahşi bir şekilde öldürülmesiyle ilgili veriler üzerinde duruldu. Fakat bu cinayeti planlayarak işleyenlerin amaçlarının ne olduğu hususu belirsizliğini koruyor. Coğrafyaya karşı suç işleyenlerin coğrafyaya yabancılaşması çok önemli bir meseledir fakat bu cinayetin çok büyük sonuçlar için tasarlandığı açıktır.
2013’te Mısır’da darbe yapıldı. Türkiye’de Gezi Kalkışması baş gösterdi. Aynı yıl FETÖ, 17-25 Aralık’ta Türkiye’yi siyaseten adım atamaz hâle getirmek için harekete geçti. 2014’te MİT Tırları hadisesiyle PKK’nın önünü açmak ve İran sınırından Akdeniz’e kadar bir terör koridoru oluşturmak için en büyük adımı attılar. Hendek terörü ile Türkiye’yi coğrafyamızdaki gelişmeler karşısında kör ettiler. 15 Temmuz’da ise öldürücü darbeyi indirmek için ordumuzu içeriden bölmeye çalıştılar. Şimdi de Suudî Arabistan’ı ve Körfez ülkelerini iki veliaht ile tamamen bağımlı hâle getirmeye çalışıyorlar. Bu ülkelerle Türkiye arasına büyük bir perde çekmeye çalışıyorlar.
90’lı yıllarda Türkiye’de yaşanan karmaşa ortamından FETÖ yararlandı ve bütün ülkeyi hatta coğrafyayı ele geçirecek büyük bir güç oluştu. Benzer bir durum coğrafyaya teşmil ediliyor. Oluşan kaostan İsrail ve onunla birlikte hareket eden güçlerin yararlanacağını söylemeliyiz. Böylelikle Türkiye’deki uzantılara da geniş bir manevra alanının doğacağını görmemiz gerekir.
Doğu’nun geriliğine, Batı’nın zenginliğine sebep olan nesnel nitelikler ve klasik ideolojik yaklaşımların entelektüel düzeydeki derinliği ve birbirlerine olan farkları elbette önemli bir meseledir. Tartışılmalıdır. Fakat coğrafyanın kaderini yeniden şekillendirenler için bunların çok da önemli olduğunu zannetmiyorum.