A Land Imagined adlı film Siew Hua Yeo tarafından yazılan ve yönetilen bir polisiye. Daha doğrusu bir yeni kara film örneği. Bir polisiye ama bildiğiniz gibi değil. Ne silâhların patlaması önde bu filmde, ne de insanüstü zekâya sahip bir dedektifin inanılması zor mantık yürütme gösterisi… İnsanın sefaletini acımasızca resmeden ve muhatabına bir macera hissinden çok bir varoluş sancısı aşılamaya niyetlenen bir anlatı.
Bazı filmler vardır; yapısı ve tasarımı gereği herkes o filmi izler ve içerisinde kendine uygun birşeyler bulur. Üzülür, sevinir, eğlenir; hoşça vakit geçirir. Ne ki filmi izlemenin başka bir kazanımı aranmaz bile. Bir de bunun tam tersi filmler vardır; yapısı ve tasarımı gereği daha en baştan “Ben herkese göre değil, ancak muhatabıma göreyim.” der. O has izleyicisini çarpar, etkiler; bazen de bu etkileyicilik, alttan alta bir ömür devam bile edebilir. Siew Hua Yeo tarafından yazılan ve yönetilen 2018 tarihli A Land Imagined işte bu tür bir film. Bengalce, İngilizce ve Mandarin Çincesi konuşulan film, Singapur, Fransa ve Hollanda ortak yapımı. Ama aynı zamanda Uzak Asya işi. Yani filmin dili, anlatımı, tarzı, meselesini ele alış biçimi Batıdışı.
Yine de bütün bu farklılıkları filmin Batı nezdindeki itibarını eksantriklikten öteye taşıyabilmiş. Meselâ film 71. Locarno Film Festivali’nde Altın Leopar Ödülü’nü kazanmış. Başka bir ifadeyle geçen senenin jürisine göre Locarno’daki en iyi film A Land Imagined idi.
Makine-İnsan
Mesele basittir: Bir Singapur polisi, esrarengiz bir bilgisayar oyununu sabahlara kadar hiç durmadan oynayan Wang Bicheng adlı inşaat işçisi Çinli bir göçmenin ortadan kaybolmasını araştırmaktadır.
Wang, Singapur’un sanayi bölgesindeki bir inşaatta çalışırken bir kaza geçirir. Aslında görünürde kolu kırılmıştır ama bu kaza, üzerinde beklenmedik birçok etkiye yol açar. Artık geceleri uyuyamamaktadır; hem de hiç. Gittikçe yalnızlaşan ve insanlardan kaçan, kendi içine kapanan genç, büyük bir hata yaparak yeraltı dünyasının karanlık ve kirli sularına dalar. Tek başına ve korunmasız. İkinci büyük hatası daha da vahimdir: âşık olmak.
İşçilerin çalışma şartlarından bahse hacet var mı? Ağır şartlarda, üstelik pasaportlarını da yetkililere teslim ederek, adı konulmamış bir köleleştirmeyle çalıştırılan işçiler, aynı zamanda insanlıkdışı kulübelerde barınmaktadır. Siz bir insana gayri insani davranırsanız, artık ondan insanlık bekleyemezsiniz. Başka bir ifadeyle dev sanayi tesislerinin kurulması için çalıştırılan insanlar, çok geçmeden o tesislerin mekanizmasının bir çeşit mekanik parçası hâline gelmesi kaçınılmazdır. Fakat nihayetinde insandan bahsediyoruz. Muhatabınıza onu insan yerine koyduğunuzu hatırlatan küçük bir jest, onu hemen aslına rücu ettirebilmekte. Yine de böylesi küçük hamleler, Uzakdoğu’nun kendine özgü insanı hiçe sayma anlayışı ile kapitalizmin açgözlülüğünün birleşmesiyle ortaya çıkan vahşeti, insanı insanlığından çıkarıp haysiyetini yokeden tavrını, filmin birçok yerinde görmemizi bertaraf etmeye yetmiyor.
Burada insanlar, vardiya usulüyle hiç durmadan çalıştırılmakta, dolayısıyla makineyle insan arasındaki fark handiyse ortadan kaldırılmakta. Başka bir ifadeyle daha az kıymetli, daha kıymetliye tercih edilmekte ve insanın kıymet kazanması da makineye yakınlaştırılmasında aranmakta.
Hatırlamadan edemiyoruz: Geçmişte Vahşi Batı’da bir at, bir insandan katbekat kıymetliydi; madden ve manen. Günümüz Uzak Asyası’nda ise küçük bir makine parçası bile insandan çok daha değerli. Çünkü o makine parçasının tedariği hem vakit, hem de nakit alabiliyorken insan öyle mi? İnsan: Yedeği en bol, en ucuz malzeme. Burada insan ister-istemez ‘makinalaşmak’ isteyen şairi hatırlıyor. Acaba Nâzım, günümüzde insanların, onun hayalinin bile çok ötesinde makineleştirildiğini görse ne derdi?
Ava Benzeyen Avcı
Bu arada bazı polisiyelerin vazgeçilmezleri arasına giren avcının avıyla özdeşleşme girişimlerinin zamane versiyonlarına tanıklık etmek gibi kimi ilginçlikler, filmin baharatları sadedinde. Filmde bu, dedektifin de tıpkı aradığı kayıp kişi gibi uykusuzluk çekmesi ve onun ilâcını kullanmakta bir beis görmemesiyle resmedilmekte.
Ayrıca sanal gerçek ile gündelik gerçekliğin yaşanan şartlar içerisinde içiçeleşmesi gibi yeni tarz bilimkurguların ana temalarından birini hikâyesine fon seçmesi de işaret edilesi bir husus. Yahut yine insanın garabetlerinden biri âddetmemiz gereken, zorla kendisine dayatılanın zamanla tercih edilesileştiği hususu…
Polisin araştırması derinleştikçe yönetmen bizi dilediği dolambaca daha bir kuvvetlice çeker ve her flashback’le hem geriye döneriz, hem de olgu, gerçek ve hakikat arasındaki farkları şöyle bir sezinlemeye davet ediliriz. Film ilerledikçe öğrendiğimiz her yeni bilgi kırıntısının aslında ne kadar öznellik barındırdığını, bu öznellikleri ayıkladığımızda bile nesnel ve somut bir bilgiye ulaşmanın imkânsıza yakın çetinliğini idrak ederiz: Hakikat idrak edilemez. Ancak çevresinde dolanabiliriz. Ve bu dolanımlarımızdan devşirdiklerimiz, hakikatin bize dönük gerçek parçalarından ibarettir.
Yeni Kara Film de ne?
Polisiye filmlerde sık sık tabancalar sıkılır. Bu tabancalardaki mermilerin gerçek değil, aslında kuru sıkı olduğunu herkes bilir. Yine de bu bilgi o filmden haz almayı engellemez. Çünkü polisiye filmler, öteki türlerin zıddına ve kendisinden hiç beklenmeyecek bir yeterlilikte muhatabını bir mantık hâlesiyle kuşatmaya gayret eder. Çoğunu başarır da. Demem o ki sıkılan onca kurusıkıya rağmen sıkı işlenmiş bir polisiye, gerilim, karafilm harmanı… Üstelik tam tarz adıyla yeni kara (neo-noir) film. Film yalnızca zekice tasarlanmış hikâyesine yaslanmakla yetinmemiş, bu hikâyeye derinlik katacak bir görsellikle de kotarılmış.
Yeni kara film anlayışının düsturunu hatırda tutmakta fayda var: İnsan esasında sefil bir mahlûktur ve aslından uzaklaştırıldıkça bu sefaletini arttırmakta hiçbir beis görmemektedir. Çalmak, çırpmak, vurmak, kırmak, öldürmek, çürütmek, yoketmek; hemcinsinin kuyusunu kazmak, biteviye suç işlemek ve sınırsızca yozlaşmak, insanın insanlığından uzaklaşıp makineleştikçe daha bir pekişen zaafları. Yirmibirinci yüzyılda suç insani bir mesele olmaktan çıkıp yalnızca hukuki bir süreç hâline gelmiştir. Bu demektir ki siz iyi bir plânlamayla ancak zayıfların takılabileceği o örümcek ağına hiç bulaşmadan işinizi görebilir ve hedefinize ulaşabilirsiniz.
A Land Imagined, iyi işlenmiş her yeni kara film gibi izleyicisine yalan söylememeyi tercih ediyor ve hikâyesini anlattığı Wang’ın sonunu sahte renklerle alalamaktansa hayatın hakiki manâsını itiraf etmekten geri durmuyor: ıstırap!