2020 yılı ile ilgili pek çok “ekonomi görünümlü siyasi” dergi kehanet serilerine başlamış. Neyseki onlar daha global, heyecan verici kehanetlerden bahsediyorlar, bizdeki “dolar 10 lira olacak, Tayyip istifa edecek” diye akıl veren “ekonomi proflarının” aksine.
2020 için tek bir öngörüyü ciddiye alabiliriz, o da “her yere ve her yerde kaosun hâkim olması” fikri. Küreselcilerin aslında tek derdi bu, karmaşık gibi gözüken planlarının, ajandalarının özeti de bu. Eğer top yekûn bir kargaşa, infiale yol açacaksa, onlar sizinle birebir aynı fikri savunur, siz de fikirlerinize külli bir ‘onay/tastik’ geldi zannedersiniz. Mesela, küreselciler Suriye üzerinde hem Avrupa, hem de Türkiye için ayrı ayrı kargaşa/kaos planladılar, hâlen de uygulamaya çalışıyorlar.
‘DOĞAL KAYNAKLARIN VE GIDA ÜRETİMİNDE KARGAŞA’
Bunun ismi “Agenda 21” dedikleri bir proje. Aslında “Doğal kaynaların ve gıda üretiminin” küresel bir merkezden “kaotik bir ortamda” yürütülme planı. Ama asıl önemlisi bu tarz bir “fikirler” silsilesi üzeriden Avrupa ve Amerika’daki düşünce alanlarını “göç dalgası” fikirlerine alıştırmak. Avrupa ve Amerika’yı, özellikle Orta-Doğu’dan gelen muazzam göçmen/mülteci dalgaları ile uğraşmak zorunda bırakmak. Tıpkı meşhur Hollywood artistlerinin, “kriz” yaşanan bir bölgeye gidip, insancıl bir eda ile “vah vah, tüh tüh” yapıp, o bölgenin sonradan işgal edilmesi fikrini normalleştirmek gibi. Bu yüzden “mâsum gözüken” bütün çehreler aslında kargaşa planının bir parçası.
‘21 NUMARALI AJANDA’
Fiyakalı bir tavırla ile “21 numaralı ajanda” üzerinden Birleşmiş Milletlerden, bağlayacı olmasa bile “sürdürülebilir geliştirme programı” adı altında bir başka kisveleme çabası var. Yani aslıda bütün teoriler böyle işliyor. Bir gerçek yüzü, bir ön plandaki açıklaması. Tıpkı “küresel ısınma” balonu gibi.
Ön planda iklim değişikliği gibi bir konu varken, arka planda tamamen farklı bir toplum mühendisliği yapılıyor. Agenda 21 diye googledan aratınca karşınıza, işin içinde Birleşmiş Milletlerin de olduğu, kulağa gayet insancıl ve masumane gelen “sürdürülebilir kalkınma/gelişme” diye bir proje geliyor.
Oysa asıl dert, batı dünyasına, doğudan ciddi bir “insan transferi” gerçekleştirmek. Doğu’nun kadim öğretileri ve geleneksel/ananevî fazdan beslenen nesiller yerine, Avrupa ve Amerika’ya göç etmiş, kendilerine çizilen sınırlar içersinde “başarılı da” olmuş doğuluların / Müslümanların tüm Avrupa kentlerinde boy göstermesi, kök salması ve Avrupa’nın kendi gelenekleri ile sürekli çatışma hâlinde olması.
İngiltere’de hemen hemen bütün büyük şehirlerde artık “Müslüman kökenli” bir belediyeci/yönetici var, tuhaf değil mi bu?
Avrupa toplumlarının sinir uçlarını kaşıyıp, kargaşa ortamı oluşturmak için mükemmel bir plan bu, oraları “Müslüman” kitlelerle doldurmak.
ŞEYTANÎ AKLIN SURİYELİ HEDEFİ
Bu yüzden, inanılması güç de olsa, aslında “şeytanî akıl” bizim kapıları açıp milyonlarca Suriyeliyi Avrupa’ya göndermemizi bekliyor, bu konuda sürekli sosyal medya üzerinden kışkırtmalar hafiften köpürtülüyor.
Çünkü Avrupa’nın dengesinin bozulması gerek, eğer top yekün savaşın sonucunda yeni bir dünya düzeni kurmak istiyorlarsa, ki istiyorlar. Planları için de hiç acele etmiyorlar, zira ustalıkla plan yapmak onların son 200 senede en iyi öğrendikleri şey. Bu yüzden Türkiye’yi “Kanal açtırtmam efenim!” diyen tiplerle uğraştıracaklar, kaçınılmaz olarak. Bu yüzden “Barış Pınarı Harekâtı” onların planlarına ters düşen, askeri anlamda “olması gereken, normal” bir operasyon olsa da siyasi sonuçları açısından çok daha önemli.
KRALİÇE’NİN EZİK ÇOCUKLARI
Ayrıca, bu “kadim topraklarda” Müslüman kitlelerin “konsolide” bir biçimde yaşamaya devam etmesi onların “küresel kaos” planlarına ters. Çünkü bu kitleler burada ikamet ettikçe, geleneklerinden kopmuyor, “İslamiyeti, Anadolu irfanlığı, ümmet bilincini” yaşamaya devam ediyor.
Kraliçenin önünde eğilen “Müslüman” siyasiler ise ancak bu tarz şuurlardan arındırılmış “göçmenlerin çocukları” üzerinden yetiştirilebilir. Bu kaos planları sadece “de-populasyon”, veya göçmen dalgaları üzerinden sosyolojik düzlemde olmayacak. Evde de kaos, okulda da kaos, eğitim-sağlık sisteminde de kaos olsun.
Aile kurumunda da kaos olsun.
“Feministler sokakta dans etmeli mi, etmemeli mi?” diye tartışan sosyalist-feministler ile liberal-feministler bile düşünce birliğine mahrum kalsın, onların da aralarına kaos girsin. İşte artık utanmadan bebek mamalarının üzerinde bile LBGT propagandaları işlemeye başlıyor, nabız yokluyorlar, eğer tepki gelmezse vites yükseltecekler.
5G sağlığa zararlı mı değil mi? 5G’nin en önemli üreticilerinden olmasına rağmen neden İsrail, kendi halkından bu önemli teknolojik “nimeti” esirgiyor, bunu çözebiliyor muyuz? Sosyal medyanın hergün yaydığı “kaos” ortamında bu tarz önemli konular hakkında sağlıklı bilgi mümkün mü?
Yoksa kaosun insanı ilgilendiren her katmana yayılmasını isteyen üst akıl “bilgi toplama kaynaklarına” da aynı kaos teorilerini mi pompalıyor?
Önümüzdeki yıl bunlarla yatıp kalkacağız.
Biz “Libya’da ne işimiz var?” diyen, modası geçmiş gazeteci-siyasi-tv yorumcusu güruhlar ile cebelleşmeye devam ederken, her türlü “kaos” felsefesi Türk-Müslüman dimağların düşünme kapasitesine zincir vurmaya devam edecek, 2020 yılında da değişen bir şey olmayacak.
Google’ın alenen telefonlarımızı dinlediği, bebek mamaları üzerinde bile inceden LBGT propagandası basıldığı, NASA’nın photoshoplu resimler üzerinde “uzayı fethettik” masalı yaydığı, “Kanal yaptırmam” diyenlerin şehir yönettiği ortamlara karşı çıkamıyorsak eğer, zaten her türlü “kaosu” hak ediyoruz demektir.