Kafkas İslam Ordusu’nun izinden Bahtiyar Vahapzâde’ye

Daha önceden planlamıştım, Azerbaycan’a gidip Kafkas İslam Ordusu’nun Gence’de başlayan Bakû seferini hissetmeye çalışacaktım. Karar verdikten bir müddet sonra Yavuz Hoca, Bahtiyar Vahapzade hakkında bir panelden bahsetti, katılıp katılmayacağımı sordu. Kabul ettim. Daha sonra paneli tertip edenler aradı, belirtilen gün ile benim planladığım zaman örtüşüyordu. Zaman çabuk geçti ve yıllar sonra tekrar Bakû’ya gittim.
İkinci gün hemen yola koyulduk. Hızlı tren varmış, Kürdemir üzerinden Gence’ye ulaştık. Hızlı trenin kolaylıkla geçtiği bu kıraç araziden, gittiğimiz yolun aksi istikametinde yüz yıl önce bizim Türk askeri geçmişti. Mihmandarımız buranın çok zor bir coğrafya olduğunu söyledi. Kurak bir yer olduğu için bizim Kafkas İslam Ordusu askerleri, aynı zamanda sıcaklık ve susuzlukla boğuşmuş. Bu çorak topraklara dokunmadığımız hâlde çıplak gözle bile coğrafî zorluk görülebiliyordu. Bu mevsimde bile yeşil örtü yoksa yazın kavurucu sıcaklarını hayal etmek ürperti verici.
Gence tarihî bir şehir. Cevad Han zamanına tanıklık etmiş. Sade ve güzel bir anıt mezarı var Cevad Han’ın. 1804’te Rusları durdurmak için verilen inanılmaz mücadele ve mağlubiyet… Elbette Rusları durduracak bir güç kalmadı bundan sonra. Onlar da bütün Kafkasya’yı işgal ettiler.
1918’de Osmanlı ordusu yeniden tarihî bir rolü üstlendi. Enver Paşa, Kafkas İslam Ordusu’nun kurulması emrini verdi. Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslar cepheleri terk ediyordu ve Ermeniler Kafkasya’da büyük bir katliama hazırlanıyordu. Nuri Paşa, Gence’ye ulaştıktan sadece üç gün sonra Azerbaycan Cumhuriyeti ilan edildi. Geçici başkentteki meclis binası, Nuri Paşa’ya tahsis edilen çalışma odası. Sadelik içinde geçmiş tarihî günler. Duvara asılmış dönem fotoğrafları ve bayraklar…
Ordu Gence’den başlayarak Bakû’ya kadar savaşa savaşa ilerledi. Ovalarda, tepelerde ve dağlarda şehit mezarlarını arkada bırakarak Bakû’ya ulaştılar. Biz ise bu arazide ilerleyen ordunun hazin hatıralarını zihnimizde canlandırmaya çalışarak Şeki’ye ulaştık. Bahtiyar Vahapzade’nin şehrinde, kimliğini muhafaza etmekle övünen şehirde bir gece kalmak, bütün yorgunluğa değdi. Tarihî kervansarayın kapısından içeri girerken sadece Çarlık Rusya’sı hatıralarını değil, bütün yirminci yüz yıl Sovyet devrini de geride bıraktığımız hissine kapılıyoruz. Sanki Dede Korkut hikâyelerinden ya da Moğollar zamanından bir savaşçı çıkıp geliverecek. His işte, insan bazen zihnine hâkim olamıyor.
Sabah gördüğümüz manzara hakikaten büyüleyiciydi. Kafkasların etekleri yoğun bir sisle örtülmüştü. Şeki hanlarının sarayından ayrıldıktan sonra sis, soğuk ve sessizlik içinde gördüğümüz tarihî Alban kilisesi insanda tuhaf bir yalnızlık hissi uyandırıyor. Ama ayrılmak zorundayız. Hemen yola çıkmak gerekiyor. Panele yetişmek zorundayız. Oğuz, Qebele ve Şamahı yolunu takip ederek Bakû’ya gideceğiz. Kafkasların eteklerinden geçiyor olmak karmaşık duygular yaşamama sebep oluyor. Aslında hüzün verici değil, bilakis çok güzeldi. Fakat Şamahı yolunda karşılaştığımız tenha bir mezar bizi derinden sarstı. Kafkas İslam Ordusu, Bakû’ya doğru ilerlerken şehit mezarlarıyla bir iz oluşturmuş. Tam yolun kenarındaydı şehit mezarı.
“Yolun kenarında tenha bir mezar
Üstünde ne adı, ne soyadı var.
Ey yolcu, maşını [arabayı] eyle bu yerde
Soruş kimdir yatan tenha kabirde.”
“Yolcu, maşınını bu yerde eyle
O mezar önünde sen tazim eyle.
Secde kıl, dua ver onun ruhuna
Ayak bastığın yer borçludur ona.”
Şiir Vahapzade’nin. Dur Yolcu’nun ses ve anlam dünyası ile benzerlik hemen fark edilir. Yavuz Hoca’ya sordum, mezarın eski hâli daha etkileyiciydi, dedi. Bir şehit mezarına yakışan tenhalık ve hüzün… Belki de kaybolup gitmesinden korktular. Onların bıraktığı izleri takip edebilmek çok önemli.
Geniş bir daire çizerek başladığımız yere döndük. Biz yorulduk ama Kafkas İslam Ordusu’nun neferleri, komutanları bu yolu bin bir zahmetle yürümüş. Nitekim Mucip Kemalyeri, hatıratında, 15 Eylül 1918’de Kafkas İslam Ordusu, Bakû’yu kuşattığında ihtiyat kuvvetlerini Hazar denizinin sahillerinde serbest bıraktığından bahseder. Çoğu asker kendini serin sulara bırakıvermiş. Çanakkale’den itibaren dinlenme fırsatı bulamayan askerlerin yorgunluğu bundan daha güzel anlatılamazdı.
Milletlerin hafızası vardır. Kişilerin bireysel kapasitesi ve becerileri elbette çok önemlidir. Fakat onlar aynı zamanda bir tarihin mahsulüdür. Komünizm döneminin zor yıllarında dahi konuşma cesareti gösteren Vahapzade, elbette bir tarihin çocuğuydu. Onu konuşmaya ve bir milletin kaderini sırtına almaya sevk eden toplumsal bir hafıza ve tarih vardı. Ona yaslanmak ve güven duymak gerçekten önemlidir.
Bahtiyar Vahapzade, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin geliştirilmesinde mühim roller oynadı. Sovyetler dağılmadan önce de Türkiye’de tanınıyor ve seviliyordu. O da Hasan Bey Melikzade gibi, Ali Bey Hüseyinzade ve Resulzade gibi, Ahmet Cevat gibi bir edebiyat ve fikir adamı olarak Azerbaycan’ın geleceğe taşınması için mücadele etti.
Başta Kafkas İslam Ordusu’nun aziz şehitleri olmak üzere ebediyete intikal eden bütün kahramanların ruhları şad olsun.