İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde ittifakların anlamı

İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin yenilenmesi kararından sonra yeni başkanın seçilmesi sürecinde yarış iki adayın arasında geçiyor. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, yüzde elliden bir oy fazla kazananı iktidara taşıdığından siyasî partiler, milletvekili seçimlerinde, ittifaklar kurmak suretiyle iktidar olmaya çalıştılar. Sistem, yerel yönetimlerde de benzer bir sürecin önünü açtı. Bu açıdan mahallî idareler seçimlerinde de iki adaylı yarışın şaşırtıcı olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Şaşırtıcı olan kurulan ittifaklardır.

Türk siyasî hayatında ittifaklar yeni bir durum değildir. Geçmişte siyasî partiler seçim öncesinde ve seçimlerden sonraki sonuçlara göre ittifaklar yapıyordu. Doksanların başında, birden fazla partinin, seçim öncesinde kendi adından da vazgeçmek suretiyle ittifak kurduklarına ve bu şekilde seçim yarışında avantajlı bir duruma geçtiklerine şahit olmuştuk. Başka partilerin listelerine girmek suretiyle de seçim ittifakları kuruluyordu.

Rahmetli Erbakan Hoca’nın seçim öncesi ittifaklar bakımından önem arz eden siyasî hamlesi hafızalardadır. Erbakan Hoca, bu ittifaklarla psikolojik sınırları aşmayı başarmıştı. Sonraki seçimlerde oy oranlarındaki önemli artış bunu gösterir. Doksanlarda Türk siyasî hayatı bir taraftan klasik tasniflerin dışında yeni arayışlara sahne olurken bir taraftan da geleneksel partiler dağılma sürecine girdi. Klasik siyasî aktörler kendini yenilemekte zorlanıyor ve bu da dağılmayı ortaya çıkarıyordu.

AK Parti’nin 2002’de tek başına iktidar olmayı başarmasıyla Türk siyasî hayatında yeni bir dönem başladı. Bu dönemde güçlü iktidarlarla birlikte klasik siyasî kategoriler de geçerliliğini yitirmeye başladı.

Yeni yönelimler, yeni eğilimler bir anda ortaya çıkmıyor. 28 Şubat sürecinde farklı ve görünüşe göre düşman siyasî eğilimlerin birlikteliğine şahit olmuştuk. Erbakan’ın ittifaklarla açtığı yolda ulaştığı siyasî güç, Türk siyasî hayatının yeniden yapılandırılmasının önünü açtı. Siyasette post-modernlik kavramı ile bu şekilde karşılaştık. Klasik sağ, muhafazakâr, laik ve Kemalist kimlikler yeni yapılar içinde buluşmaya başladı. Böylelikle klasik siyasî kimlikler aşındı.

28 Şubat’ta oluşan bu tablonun Türk siyasî hayatını derinden sarsacağı ve kalıcı ittifaklara yol açacağı çok da anlaşılmış değildi. Erbakan karşıtlığı ile bir araya gelen unsurlar, bu birlikteliği Erdoğan karşısında da yeniden üretti. O dönemde kurulan ilişkilerle şekillenen post-modern yapıların küresel ilişkiler bağlamında tekrar tekrar analiz edilmesi gerekmektedir.

Siyasî fikirlerin, kurumların-yapıların, olayların ve kişilerin uluslararası ilişkilerden güçlü bir şekilde etkilendiğini söylememiz gerekir. Bu etkilenme doğal şartlar içinde yaşanırsa devir ruhu bağlamında ele alınır. Fakat temel siyasî fikirler, bilinçli bir şekilde, bağımlılık ilişkileri çerçevesinde oluşturulmuşsa mutlaka tek yönlü belirleyicilik ilişkileri üzerinde durmak gerekir. Devir ruhu bağlamında meydana gelen etkileşimler mutlak iyi veya kötü şeklinde sınıflandırılamaz. Fakat ikincisi için aynı şeyi söyleyemeyiz.

28 Şubat’ta yerli kurumların zayıflatılmasında küresel ilişkilerin önemli bir rol oynadığını yaşayarak gördük. İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin yerel dinamiklerle açıklanamaması, 28 Şubat ile özdeşleşen küresel ilişki ağlarının yoğun müdahalesinden kaynaklanmaktadır. 28 Şubat sürecinde aktif rol alan unsurlar CHP adayına da açık destek vermektedir. O dönemde oluşan post-modern siyasî tablo birkaç istisnası ile varlığını sürdürmektedir.

Türkiye’de millîleşmenin de uzun bir sürece tekabül ettiğini söyleyebiliriz. İstanbul Belediye Başkanlığı sadece Erdoğan’ı siyasî hayatımıza kazandırmakla öne çıkmaz. 18 ve 19. yüzyıllarda yaşadığımız modernleşme ve yenileşme birçok sorunu beraberinde getirmişti. Bu süreçte millî olan karşısında kozmopolit olanın başarılı olduğu bir tablo hüküm sürdü.

İstanbul Belediye Başkanlığı, Konya örneğinde olduğu gibi yenileşme ve millîlik arasında zıtlık olmayabileceği gerçeğini de ortaya çıkarmış oldu. Yenileşme ve modernleşme zorunlu olarak kozmopolitizm ile sonuçlanmayabilirdi. Bunun da çok önemli bir değişim olduğunu söyleyebiliriz. İstanbul’un 1994’te başlayan dönemde yirmi beş yıl gibi uzun sayılabilecek bir zaman boyunca Türkiye’yi sürüklemiş olmasını önemsemek gerekir. Bu, çok önemli bir yenileşme deneyimiydi. Modernleşme ve millîlik arasında kurulan yeni tür bir bağ ile karşı karşıyaydık.

Gezi Parkı Kalkışması, 17-25 Aralık Hukuk Darbesi, 15 Temmuz Darbe ve İşgal Girişimi’nde İstanbul’un önemi bir kez daha ortaya çıktı. Üç olayda da İstanbul merkezdeydi. Aynı şekilde üç büyük olayda küresel güç odakları ve onlarla kurulan küresel ilişkiler, adeta kirli çamaşırlar gibi ortalığa saçıldı. Bu ilişkilerin sermaye üzerinden kurulmuş olmasını da ayrıca tahlil etmek gerekir.

Küresel sermayenin de millîlik ile başının dertte olduğunu söyleyenler belirli düzeyde haklıdır. Türk sermayedarı birikimini kozmopolit ilişkilerine ve devletten elde ettiği imkânlara borçludur. Türk sermayedarı bu ilişkilerin devamını istemesi bu sebepledir. Türk sermaye sınıfı kendi tercihi ile kozmopolit değildir. Bağımlı yapıların küresel eğilimlere göre hareket etmesi bir alışkanlığın neticesidir. Bu açıdan 17-25 Aralık’ta belirli bir sermaye grubunun hedeflenmesi de çok anlamlıdır.

23 Haziran’da yenilenecek olan İstanbul seçimleri, ortaya koyacağı tablo itibarıyla Türkiye’nin klasik değişim modellerini etkileyebilecek önemdedir.