İslâm düşmanlığı, sömürgecilik ve oryantalizm: Yükselen Batı sorunu

Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte Müslüman dünya Batı karşısında yeniden düşman figür olarak konumlandırıldı. Bu durum, Batı’nın kendi kimliğini yeniden inşa etme kaygısıyla alakalıydı. Fakat daha mühim olanı İslâm dünyasına yönelik yeni bir işgal ve yağma döneminin başlamış olmasıydı. İlk askerî saldırı Irak’a yapıldı. Irak saldırısına yenileri eklendi ve birçok bölgede temel insanî koşullar bile ortadan kalktı. Bu dönem çeyrek asırdır devam ediyor, Batı’nın işgal ve yağma siyaseti şiddetini gittikçe arttırıyor.

Oryantalizm eleştirisine göre İslam dünyasına yapılan askerî saldırılardan önce zihnî hazırlığın tamamlanmış olması gerekiyordu. Teori yanlışlanmadı, zihnî hazırlık oryantalistlerin gayretleriyle yapılmıştı. Doğu, klasik emperyalist dönemde olduğu gibi yine bütün olumsuzlukların kaynağı şeklinde gösteriliyordu. Bu şeklide Doğu’ya ve Doğululara yönelik her türlü müdahalenin zemini oryantalistler tarafından hazırlandı. Cemil Meriç, onları sömürgeciliğin keşif kolu şeklinde boşuna tanımlamamıştı. Nitekim Edward Said’in meşhur kitabı Oryantalizm’in Türkçe çevirisine Cemil Meriç’e ait bu tanım da alt başlık şeklinde derç edildi. Bilindiği gibi kitabın orijinalinde bu tanım yoktur. Cemil Meriç, oryantalistleri bu şekilde tanımlamakla salt geçmişe ait bir değerlendirme yapmamış, bilakis geleceğe yönelik önemli bir uyarıda bulunmuştu.

Cemil Meriç haklıydı. Edward Said, Fransız ve İngiliz edebiyatından hareketle Batı’nın Doğu’ya bakışını analiz ediyor, edebiyat ve siyaset arasındaki belirleyicilik ilişkisini gözler önüne seriyordu. Edward Said, edebiyatın sömürge siyasetinin oluşumunda ve meşrulaştırılmasında oynadığı rolü izah edince Batı’nın Doğu’ya yönelik siyaseti yeni bir bakış açısından görülmeye başlandı. Bu, bizler için önemli bir kazanımdı. Batı’da edebiyat, siyaset, askerî müdahaleler ve emperyalizm birbirini belirliyor; bu durum Batı dışında kalan bütün bölgelerde olumsuz sonuçlar doğuruyordu.

Batı’da İslâm dünyası hakkında üretilen olumsuz yargıların mebzul miktarda olması, Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle birlikte coğrafyamıza yönelik yeni saldırıların başlayacağını gösteriyordu. İslam ve Müslümanlar hakkında olumsuz yargılar içeren makaleler ve kitaplar çoktan dolaşıma sokulmuştu. Bu, II. Dünya Savaşı’ndan sonra sınırlı düzeyde hamlelerde bulunan İslâm dünyasını durdurma yönünde bir kararın alınmış olduğunu gösteriyordu. Bir taraftan tarihin sonunu müjdeleyen kâhinler Batı’nın mutlak üstünlüğüne vurgu yapıyor, diğer taraftan da medeniyetler savaşının kaçınılmazlığını dile getirenler yeni sömürgeci girişimin temellerini atıyordu.

1990’lı yılların başından itibaren güçlü bir şeklide dolaşıma sokulan yeni oryantalist söylemin 2000’li yıllarda had safhaya ulaştığını, İslam ve Müslümanları karalamaya matuf yayınların çokluğundan anlayabiliriz. Dileyen, sanal ortamda basit bir arama sonucunda bu durumu görebilir. Bütün bu yayınların Edward Said’i ve Cemi Meriç’i haklı çıkardığını son çeyrek asırda yaşanılan hadiselere bakarak anlayabiliriz. Batı’da İslâm’a ve Müslümanlara yönelik düşmanlık bilinçli bir şekilde körüklendi ve bu da yeni bir sömürge ve işgal siyasetine zemin hazırladı.

İslâm karşıtı söylem ve siyasetin artışına paralel olarak Avrupa ülkelerinde, Amerika ve Kanada’da Müslümanlara karşı fiilî saldırılarda önemli bir artış söz konusudur. Müslüman karşıtı söylem, siyaset ve fiilî saldırıların bir sarmal şeklinde birbirini besleyerek şiddetlenmesi hem Müslüman dünyada hem de anılan ülkelerde önemsenmelidir. Bu lanet sarmalın Batı’ya firar eden “Garpzedeler”i de kapsayacağı ve onları da büyük bir dönüşüme uğratacağı gün gibi aşikâr olduğuna göre sorunun gittikçe büyüyeceğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Kanada’da altı Müslüman’ın bir camide katledilmesi Batı’da takip edilen Müslüman karşıtı siyasetin ne tür gelişmelere yol açabileceği konusunda önemli bir uyarıdır. Bu katliamı, asıl tartışılması gerekli olan hastalıklı durumu göstermesi bakımından da önemsemeliyiz. Sorun üreten ve ürettiği sorunlarla bütün dünyayı büyük bir düşmanlığın içine sürükleyen Batılı zihniyettir. Batı, kendisinden başkasına tahammül etmemektedir. İslâm ve Müslüman karşıtı söylem sadece Doğu’da katliama sebep olmamakta, bu lanetlenmiş günah bizzat Batı merkezlerinde işlenmektedir.

Tasvir etmeye çalıştığımız gelişmeler, hastalıklı durumun nerelere kadar uzanabileceğini göstermektedir. Bu, bütün dünyanın bir “Batı sorunu” ile karşı karşıya olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bugün Türkiye’de ve bütün Doğu’da fikir adamları, Doğu-Batı arasındaki gelişmelerle ilgili olarak kendi tarihini, medeniyetini Batı’nın gözüyle eleştirel bir şekilde ele alma geleneğini terk etmek zorundadır. Özellikle Müslüman dünyada geçerli olan bu bakış, Doğu-Batı ilişkilerinde meydana gelen büyük sorunlara karşı bir körlük oluşturmaktadır. Bu ifade ile Müslüman dünyada sorun olmadığını dile getiriyor değiliz. Her bir medeniyetin, kültürün kendine özgü sorunlarının olması doğaldır ve ayrı bir meseledir. Asıl dikkat çekmek istediğimiz husus Batı’nın saplantılı bir ruh hâliyle bütün dünyayı geriye dönüşü zor ve tamiri imkânsız bir sorunlar yumağının içine çekiyor olmasıdır. Merkel’in Türkiye ziyaretinde bütün itirazlara rağmen İslâm’ı ve Müslümanları terörle ilişkilendirmesi, Trump’ın doğrudan Müslümanları hedef tahtasına oturtması ifade etmeye çalıştığımız sorunun büyüklüğünü gösteren en son örneklerdir.

Batı, sömürgeci geçmişiyle yüzleşmedi. Sömürgeci geçmişle yüzleşme adına yapılan kısmî çalışmaların etkisinin yüzeysel kaldığı şu son yıllarda yaşanılan hadiselerle anlaşıldı. Hatta bahsettiğimiz gelişmeler ışığında Batı’nın sömürgeci geçmişini bütün şiddetiyle yeniden hayata geçirmek istediğini söyleyebiliriz. Doğu-Batı arasında gerilimin gittikçe yükseliyor olması da bu sebeptendir.