Tataristan basınında “Vahapçılık” tartışılıyor. Özbekistan’da aynı mesele öteden beri ciddî bir endişe kaynağı idi. Diğer Türk cumhuriyetlerinde de benzer unsurlar hem mahallî düzeyde dinî düşüncenin tahrifine yol açmakta hem de siyasî dengenin sarsılıp haricî müdahalelere meşru bir zemin oluşturmaktaydı. Kafkasya ise bu sorunla çok daha önceden karşılaştı. Suudi Arabistan’ın merkezinde olduğu, diğer bazı küçük Arap devletlerinin de desteklediği “bozucu” düşünme biçimi, Suriye’de de kendini gösterdi. Özellikle Suriye’nin Batılı devletler, Rusya ve İsrail tarafından müdahaleye açık bir hâle gelmesinde rol oynadılar. Zamanla toprağa bağlı meşru savunma hatları da bu gerekçeyle çökertildi.
Herhangi bir bölgede yerel unsurlar arasında taraf olan ve zamanla mahallî muhalif unsurları bertaraf ederek siyasî gelişmeleri yönlendiren unsurlara “yabancı savaşçı” denebilir. İsrail karşısındaki Filistin direnişinin etkili olduğu günlerden bu tarafa yabancı savaşçılar gündemdedir. Afganistan dâhil olmak üzere yabancı savaşçıların muzaffer olduğu bir alan gösteremeyiz. Bunların sınırlı bir alanda tutulduğu Bosna örneği farklıdır. Aliya İzzetbegoviç süreç hâkimiyetini elden bırakmadı ve uyum sağlanması yönünde ciddî adımlar attı.
Burada özellikle önem verilmesi gereken durum “devlet”lerin zayıflaması ya da devletsizlik hâlidir. Aslında devletsizlik ve çaresizlik psikolojisini bir arada kullanmak daha açıklayıcıdır. İslam dünyasında Batı baskısının yoğunlaştığı dönemlerde devletçiklerin güçsüzlüğü çıkış yolunun kapanmasına sebep oluyor. Bunun neticesinde düzensiz ve keyfî çözüm arayışları yönlendirmeye açık bir durum meydana getiriyor. Böylelikle uluslararası istihbarat örgütleri için kullanıma açık alan oluşuyor.
1990’lı yılların başından itibaren İslam dünyasında yaşanan birçok olumsuz gelişmenin temelinde meşru devlet yapılarının güçsüzleştirilmesi yatmaktadır. Cezayir örneği bu açıdan oldukça açıklayıcıdır. İslamî Selamet Cephesi, Kuzey Afrika için çok başarılı bir örnek olabilirdi. Mahallî unsurların yerel seçimlerde elde ettiği başarı gelecek için büyük umutlar vaat ediyordu. Fransa istihbarat örgütünün desteğiyle başlayan askerî müdahale Cezayir’i terör kıskacına hapsetti. Cezayir ve Irak gibi Batı’nın askerî müdahalesine maruz kalan ülkelerde Müslümanlara yönelik katliam, işkence, suikast, aç bırakma siyaseti gelecek endişesi doğurmuş ve meşru zeminde örgütlenen muhalif unsurlar kısa zamanda hedeflerinden uzaklaştırılmışlardır.
28 Şubat sürecinde de benzer bir uygulama Türkiye için düşünülmüştü fakat Erbakan Türkiye’nin terör kıskacına alınmasına müsaade etmedi. Bugün Erbakan örneğinin Tunus’ta tatbik edildiğini söyleyebiliriz. Fakat birçok bölgede terör kıskacını önlemek mümkün olmuyor. Müslüman öfkesi çok rahatlıkla başka amaçlar doğrultusunda kullanılıyor. Doğal olarak mağlubiyet kaçınılmaz bir hâle geliyor. Ne yazık ki bu yönde birçok örnekle karşılaşmamız mümkündür.
Yabancı savaşçılar ya da Vehhabîlik bağlamında ele alınması gerekli diğer bir mesele FETÖ gibi yapılardır. İslam dünyasında bu meselelere yeterli ölçüde önem verilmediğini söyleyebiliriz. Dikkat edilirse her iki örnek akidevî bağlamın önemini göstermektedir. Her iki yapı birbirinin zıddı kulvarda yürümesine rağmen topraktan bağımsız hareket etme bakımından birbirine benzemektedir. Toprağa bağlılık söz konusu olmadığı için yabancı unsurlar ile toprağın aslî unsurları arasında sorunlar yaşanıyor. Çünkü onlarca yılda kazanılan tecrübeler, toprağın ruhuna sinmiş birikimler bir anda buharlaşıyor. Evrenselcilik boyutunun önemli bir sorun olduğunu söyleyebiliriz. Evrenselcilik bağlamında ortaya çıkan sorunlar bakımından Marksist hareketlerle Vehhabîlik ve FETÖ’nün karşılaştırmalı bir analizinin oldukça anlamlı sonuçlar vereceği açıktır.
Bugüne kadar Vehhabîlik bir istikrarsızlaştırma ve müdahale aracıydı. FETÖ’nün de aynı rolü oynayacağını düşünüyoruz. Bu meselelere fikrî açıdan önem verilmemesi bir tarafa, basınımızda FETÖ’nün zayıfladığı yönünde bir algının oluşmaya başladığını gözlemliyoruz. Çok az işlenmiş olmasına rağmen FETÖ’nün zayıfladığı yönünde bir algının oluşması benzer sorunlara açık olduğumuzun göstergesidir. Muhakkak önemsenmesi gerekli bir düşünsel kirlilik söz konusu iken sorunun ortadan kalkma eğilimi gösterdiği söyleniyor. Hâlbuki her iki unsuru zihinsel kirlilik ve Batılı devletlerin müdahalesi bağlamında ele almak mecburiyeti vardır. Salt güvenlik endişesiyle çözümlemek mümkün değildir.
Suudî Arabistan başta olmak üzere küçük Arap emirlikleri tarafından beslenen ve yönlendirilen gruplara FETÖ ve benzer yapıların dâhil olduğu açıktır. Şu ana kadar meseleye bu gözle bakıldığına dair bir işaret yok ama uçak krizi ve Karlov suikastı FETÖ meselesinin yeni boyutlar kazanmaya çok müsait olduğuna işarettir. Her iki uçta yer alan “bozucu” unsurlar Türk ve İslam dünyasını Batı müdahalesine açık hâle getirmek için meşru zeminler oluşturmaktadır. Yıllar önce Ali Bulaç NATO müdahalesini gündeme taşımıştı, bugün Elif Şafak Batı müdahalesinden bahsediyor. FETÖ elebaşı Haçlıların müdahalesinden korkmayın diyor. Bu cümleleri önemsemek gerekir.