İnsanlığı virüsle terbiye yahut virüslerle insanlık arasında harp

İnsanlığı basit bir virüs olan koronaya teslim edenlere şapka çıkarmamak elde değil. Bu şeytanî aklın koronasından değil de, koronanın ardına saklanarak yapmakta olduklarından korkmak gerek. Gelin önce tabiat ve bedenlerimizin bir parçası olan ve son haftalarda ise hayatımızı istila eden kelimelere bir bakalım.

Yaşı müsait olanlar bilir ki, eskiden hastanelerde intânîye servisleri vardı. Şimdiki enfeksiyon servisleri yani. Kelimelerimiz Batılılaştıkça ne yazık ki biz de özümüzden, tarihimizden, ruhumuzdan dolayısıyla kendimizden kopuyoruz.

Türkçeyi tahrif etmek için “ömür tüketen Kemalistler, ‘sârî’ kelimesi yerine ‘bulaşıcı’ diye bir şey uydurdular. İçimize öylesine işledi ki, uydurukçaya ait olduğunu bile fark edemiyoruz. Mesela bevliyeyi ‘üroloji’ yapan tıpçılar, intaniyeyi de ‘enfeksiyon’a çevirdiler.

Fransızca ‘mikrop’ kelimesinin yerine biz ‘intânî’ kelimesini kullanırdık. Arapça kökenli gibi gözükse de Türkçe olup, ecdadın türettiği bir kelime…

İntânînin yani mikrobun ilk tarifini yapan kişi ise İstanbul’un mânevî fâtihi olan Aksemşeddin hazretleriydi. Devrinin ‘tabîb-i ebdânı’ yani ‘en büyük hekimi’ olan Aksemşeddin hazretleri, tıp tarihinde ilk defa intânîyi yani mikrobu tarif etmişti. Üstelik bunu Fracastor adlı İtalyan tabipten en az 100 yıl önce. Tıp fakültelerinde Fracastor’ü anlatanlar asla Aksemşeddin hazretlerinden söz etmezler. Çünkü o Müslüman!

İntânîler (yani virüs, bakteri ve mantarlar) bulaşıcı hastalıklara yol açan, sadece mikroskopla görülebilen küçük varlıklar. Her birinin görevi yani yaratılış amacı farklı. Bakterileri ve mantarları olmayan kâinatta düzen olmaz ve insan da yaşayamaz.

Bâzı bakteriler verem, zatürre gibi hastalıklara sebep olurken, bâzıları ise mayalanma ve azot tespîti gibi hayâtın devamına yardım ederler. Mantarlar, insan ve hayvan vücudunda bilhassa deride, bâzen de iç organlarda hastalıklara yol açan, gözle görülemeyecek küçüklükteki canlı varlıklardır.

Şayet bu küçük dostlar olmasaydı kâinatta hiçbir şey çürümez, bu yüzden de dünya yaşanılamaz bir yer hâline gelirdi. Aslına bakarsanız onlar düşmanlarımız değil dostlarımızdır. Onlar bizi rahatsız ediyor değil, biz cüssemiz, aklımız ve imkânlarımıza güvenerek onların hayatlarına dokunduğumuz veya savaştığımız için bize saldırıyorlar. Bu savaşta kaybeden hep biz oluyoruz.

Virüsler de sâdece mikroskopla görülebilen ve çeşitli hastalıklara sebep olan tek hücreli canlıların ortak adı olup, çok küçük boyutlu bir intânî/mikrop türüdür.

Geçmişte intânîler/mikroplar, zâlim şahıs ve devletlerce biyolojik silah olarak kullanılagelmiştir. Ancak genetik ilminin, nano ve diğer teknoloji dallarının gelişmesiyle durum istisnaî bir hâl olmanın ötesine geçmiş bulunuyor.

İnsanlıkla hesaplaşmaya çalışan, ahlâkî meziyet fukarası sözde insan ve onların oluşturduğu şer yapılar, bunlar üzerinde yoğun bir mesai yürütmekte ve insanlığın üzerine salmakta. Bugün yaşadığımız da bundan farklı bir durum değil.

VİRÜSLER NEDEN HAREKETE GEÇER?

Virüsler konusunda çok sayıda kitap kaleme alınmış. Birbirini teyit eden bilgiler olduğu gibi, çelişen bilgiler de çok. Bu da normal bir durum… Bu eserlerin ortak noktalardan en can alıcılarını madde madde sıralayacağız.
 Virüslerin sayısının yıldızlar kadar çok olduğunu kimse bilmiyor. Şimdiye kadar sadece 5.000’den biraz fazla virüse isim verilip, tanımlanabildi. Bunların çoğu hakkında da pek bilgi sahibi değiliz.

 ‘Yeryüzünün tabii yapısının tahrip edildiği yerlerden virüsler çıkıyor…’ (Richard Breston, Ebola biyografisi The Hot 257 Zone)

 Modern insan, yağmur ormanlarını işgal ederek, dev şehirler kurarak, sürekli seyahat ederek ve tabii dengeyi bozarak virüs trafiğini hızlandırmıştır.

 Teknolojik ilerlemenin alamet-i farikası, biyolojik felaketlerdir.

 İlk olarak DDT’nin bölgedeki kedi türlerini zehirlemesi sonrasında, Machupo virüsü gibi pek çok kimyevî maddenin kullanılması, hayvanlar ve tabiat âleminin dengesini bozduğu için pek çok virüs harekete geçmiştir.

 2. Dünya Savaşı’ndan sonra artan ziraî ‘ilaçla’malar, yabanî otlar düzenini değiştirerek, pek çok kemirgenin bölgeleri istilasına ve taşıdıkları virüsleri diğer canlılara aktarmasına neden oldu.

 Afrika’da daha önce görülmeyen bir virüs, 1930’da hasta hayvanların Avrupa’dan Afrika’ya taşınmasıyla kıtadan kıtaya taşınır.

 Senegal, Moritanya ve Madagaskar’da yapılan barajlardan sonra ‘Nil Vadisi Virüsü’ adı verilen bir virüs ortaya çıkar.

VİRÜSLER DURDUK YERE SALDIRMAZ

Bilirsiniz, “çalma çalarlar” diye meşhur bir Arap atasözü var. Bu söz virüsler için de geçerli. Onlar, hayvanların bedeninde veya tabiattaki bir konakta hayatlarını sürdürüp giderler. Ne zaman ki insan, hayvanları amacının dışında kullanmaya başlar, ne zaman ki onu meralardan, otlaklardan alıp modern ahırlara tıkar, ne zaman ki yenilmesi yasak edilmiş, nehyedilmiş hayvanları yer, ne zaman ki tabii dengeyi bozucu işler yapar, işte o zaman virüsler insanla savaşa girişir ve bazı kurbanlar alır. Nasıl ki rahatsız etmezseniz yılanlar size saldırmazsa, virüsler de saldırmaz. Kendiliğinden harekete geçmezler. Saldırıya geçmelerinin başka bir nedeni de, içimizdeki iki ayaklı şeytan (hannas) taifesinin laboratuvarlardaki biyo-nano-genetik silah çalışmasına yönelik, ister kasten, isterse de kontrol dışı olarak dışarıya salınmalarıyla olur ve böylece savaş başlar.

BİZİ DİRİ TUTARLAR

İntânîlerin hepsinin bir görevi de, savunma sistemimizi alarma ederek bizi canlı tutmaktır. Hiçbir sıkıntı yoksa savunma sistemi niye çalışsın? Dert olmalı ki, savaş için savunma (immün) sistemimiz hazırlık yapsın. Devletler de böyle değil mi? İsviçre’nin ordusu yok, çünkü herkesin parası orda ve herkes orayı korumak için söz vermiş. Ama yarın düzen bozulur ve yeni düzeni İsviçre ve Almanya’dan çıkan baronlar değil de başkası kurarsa veya karanlık çağa girecek olan Avrupa’daki İsviçre’den başka yere taşınmak isterlerse, işte siz, ordusuz İsviçre’yi o zaman görün.

20. asrın başında yeni düzen kuranlar, Türkiye’yi narkozlamış ve gelişmemesi için prangalamıştı. Bu süreçte 1928’lerde otomobil üretmeye kalkıştık, engellediler. Sonra uçaklar ürettik, imha ettiler. Devrim’i yaptık, benzinini çalıp akamete uğrattılar. Herkesten evvel cep telefonu ürettik, yok ettiler. Bizi her zaviyeden savunmasız bıraktılar. Şu an ilaç ve aşı sahasında ne durumdayız? Sıfır! Hayır, sıfırdan bile geriyiz. Çünkü yapabileceğimize bile inanmıyoruz. Oysa eskiden ilaç ve aşıyı biz üretir, dünyaya biz satardık.

Önce tarihle bağımızı kopardılar. Tıpkı bebekken alınıp, ailesi, inancı ve değerlerinden koparılarak devşirilen bir çocuk gibi… Sonra bizi Batılıların düşünce biçimiyle beslediler ve onlara benzettiler. Onlara benzerken hiçbir zaman onlar gibi olamayacağımızı da şuur altımıza çivileyerek, sadece taklit edebileceğimiz kompleksini aşıladılar.

Bugün bu kötü ahvali, savunma sanayii araçlarında önemli ölçüde kırdık. Lakin diğer alanlardaki değişimi, bu üniversite ve eğitim biçimi ile asla yapamayız. Dindarından laikine kadar hepsi aynı düzenin oksijeni gibiler. Bu zihniyet devam ederse, biz devşirmelikten asla kurtulamayız. Özümüze dönemeyiz!

BİZ KOMPLO TEORİSYENİ DEĞİL, ONLAR KOMPLOCU

“Virüsler laboratuvar ürünü. Silah olarak kullanılıyor. İlaç ve aşı hepsi aynı oyunun bir parçası” dedikçe pek çok aklı ermez “komplo teorisyeni” etiketini basıp sözlerinizi tesirsiz kılmak isterler.

Gelin biz, size virüsün nüfus kontrölü ve insanlığı terbiye için kullanıldığını itiraf eden James Dashner’in eserlerinden birkaç örnek nakledelim. Bu kişinin romanlarının biri hariç hemen hepsinde virüsler konu ediliyor.

Adamın kitaplarının adı bile ilginç. Labirent Virüs Kodu, Alev Deneyleri, Ölüm Emri, Ölümcül Kaçış bunlardan bir kaçı. Önce hafifinden başlayalım.

“Alev Deneyleri” adlı kitabında “Siz de bu savaşta önemli bir rol oynuyorsunuz. Ve bizimle işbirliği yapacaksınız, çünkü üzgünüm ama çoktan virüsü kaptınız” diyen James Dashner, “Motive olmanız için özellikle virüsü almanızı sağladık. Hepsinde de kendilerine kasten verilen virüsün yarattığı korku vardı. Sonunda sessizliğe büründüler. Gezegenin yarısı yok oldu, ekvator bölgelerindeki tüm canlılar öldü. Her yerde iklim değişti. Kurtulmayı başaranlar ve ayakta kalan hükümetler birleşti. Çok geçmeden bir tür salgın önleme merkezinden kötü bir virüs yayıldığını fark ettiler. Ona başından beri ‘Işıl’ diyorlardı.”

Asıl baklayı ise “Virüs kodu” kitabında çıkaran James Dashner, terörist yapıların meşhur sözü “Hedefe giden yolda her şey mubahtır ”la izah ediyor amaçları. Buyurun adı bile virüs olan 2016’da basılmış kitaptan kesitler:

“Hastalığı anlamaya çalıştık, deneklerimizin gerçekten bağışık olduklarından emin olmak için testler yaptık, virüsle ilgili ve vücutlarınızda ve beyinlerinizde nasıl etkileşim içinde olduğuyla ilgili bilgiler edindik. Yavaş ama emin adımlar attık. Önemli bir başarı elde etmediğimiz bir yılımız bile geçmedi ve bence sonuç umduğumuzdan çok daha iyi.

Tarihini öğren, evlat. Son birkaç yüzyılda on yılı bırak, birkaç on yılda tedavi edilmiş bir virüs bulman için sana meydan okuyorum. Soğuk algınlığından Ebolaya, HlV’den belirli kanser türlerine kadar. Bu çok çok çok uzun bir süreç.

Üstelik bu insanların dünyası ne akıllarını kaybetmiş delilerle doluydu, ne de yarısı tahrip edilmişti. Bizim uzun soluklu stratejiyle çalışacak sabrımız ve dayanıklılığımızın olması bile başlı başına bir mucize. Ama tedavi bulduğumuzda nüfusun sadece yüzde onu kalmış olsa bile en azından insan neslini tükenmekten kurtarmış olacağız. Tesisimizin en riskli kısmı ama hayati önem taşıyor. Deliler için bir tuzak ve onları tuttuğumuz yer. Virüsü incelememiz için bize biyolojik materyal sağlıyor.

Dr. Paige başını yavaşça onaylarcasına salladı. ‘Teşekkür ederim. Gerçek şu: Işıl virüsünün bağışıkların vücudunda ilginç şekillerde yaşayabilen bir versiyonunu geliştirdik. Asıl virüsü daha iyi anlamamızı sağlayacak şekillerde. Izdırap veren bu değişik versiyonu, Georgea enjekte etti. Serum da onun etkilerini durdurmak içindi. Ne yazık ki henüz son hali tamamlanmadı ve… talihsiz sonucu gördünüz.”

İlgi çekici bir cümlede durdu. Daha önce hiç görmediği kısaltmalar ve kırmızı harflerle yazılmış ÇOK GİZLİ kelimeleri. Burada bir şey olabilirdi. Birkaç nota göz attı, okuduğu her kelimeyle nabzı hızlandı. Yazılanlara inanamıyordu. Virüsle ilgili. İnsan yapımı olduğuyla ilgili. Bilerek salındığıyla ilgili. Yiyecek kıtlığı yaşanmasına sebep olacak kadar büyüyen nüfus için.

Işıl Sonrası Koalisyonu Memorandumu
Tarih 2019.2.18
KİME: Tüm yönetim kurulu üyelerine
KİMDEN: Şansölye John Michael
RE: RE Taslak
Lütfen aşağıdaki taslakla ilgili düşüncelerinizi bildirin. Yarın çıkacak Nüfus Kontrol Komitesi’nin tavsiyesiyle Işıl Sonrası Koalisyonu’nun 13. Başkanlık Emri, ÇOK GİZLİ olarak, en büyük öncelik olarak değerlendirilecek, aksi takdirde cezası idam olacak.

İş bu koalisyon NKK’ye aşağıda ekli olan 1.NK Girişimi’ni uygulama izni vermiştir. Biz Koalisyon olarak bu konuyla ilgili tam sorumluluk alıyoruz ve gelişmeleri gözlemleyip tüm kaynaklarımızı kullanarak yardımlarımızı sunacağız. Virüs NKK tarafından önerilen ve Koalisyon’un onayladığı bölgelerde salınacak. Sürecin olabildiğince düzenli bir şekilde ilerlemesi için silahlı kuvvetler atanacak. 13. BE, 1. NKG tasdik edilmiştir. Derhal başlayın.

Vay canına. Teresa’ya her şeyi anlattıktan sonra kızın verdiği tek tepki buydu. Evet, dedi Thomas. Vay canına, doğru ifade. Virüsün nüfusun yalnızca belli bir yüzdesini öldüreceğini sanıyorlarmış; daha idare edilebilir kılacağını. Mutasyona uğrayıp neredeyse soyumuzu tüketen korkunç bir şeye dönüşebileceğini hiç düşünmemişler. Tüm bunlara inanamıyorum. İnanamıyorum. ‘Hedefe giden yolda her şey mubahtır’ dedi Rachel”

BU ADAMIN DERDİ NE?

Bir romancı, virüs, nüfus azaltımı gibi konuları pek çok kitabında sadece bir fantezi olsun diye mi yazar? Yoksa şuur altımızı hazırlamak için mi? Veya bildiği bir şeyler var da bizleri mi ikaz ediyor?
Bunu bilemeyiz ama bildiğimiz şey, bunlar yazılıp çizildikçe çokbilmiş cahillerin “komplo teorisi” deyip her şeyi kirletmesi tam da iblislerin istedikleri şey. Gerçeğe ve ferasetlilere saldır ki, her şey yalancı çoban hikâyesine dönsün ve şeytanîlerin yolları açılsın!

Bir başka tehlike ise bu tür yayınların bazı insanları akletmek yerine, korkuya sevk etmesi. Evet, düşmanın aşağılık gayeleri var, çalışkan ve de güçlü. Ama her istediğini yapabilecek güçte değil. “Korona salgını” dedikleri şey bile gerçekte salgın değil. Şişirilmiş bir salgın balonuyla karşı karşıyayız. Kirli mideler yüzünden kararmış kalp, tıkanmış akıl, köreltilmiş basiret, bağlanmış ferasetle bunu anlamak imkânsız. Kabul edelim, Müslümanlar olarak helâl-haram hassasiyetimizi kaybettik. Helâl kazansak bile helâle harcamadık. Tayyibatı aramak yerine, kolaya kaçtık. Nefsimize hoş gelecek tevillere dalarak, haram deryasında boğulduk. Sonra da vesvesecilerin vesvesesini gerçek sandık.

Korku insanîdir ama abartırsan şizofreniye götürür. Korku ile tedbir kardeştir. Teslimiyet tevekkülden sonra gelir. Tedbir ise her şeyden evvel. Biz tedbiri “evde kalmak” sandık. Tedbir; niyettir, besmeledir, gayrettir, anlamadır, çare üretmedir. Evde çaresizler kalır. Mühim olan hayatta kalabilmektir. Bunun için sarih bir iman, sahih bir akıl, İslâm merkezli gayret gerekir. Neredeyse hiçbiri bizlerde yok!

‘KIZILÖTESİ TEKNOLOJİSİ VİRÜS YAYIYOR’ HADİ TEDBİR ALALIM

Son günlerde virüslerle ilgili okuduğum kitapların pek çoğunda “kızılötesi ışığı, bazı virüsleri harekete geçirebilir” cümlesini görmek hayli şaşırtıcıydı. Örnek Andrew Nikiforuk’un Mahşerin Dördüncü Atlısı, s.258.

Kızılaltı, IR veya Infrared olarak da adlandırılan kızılötesinin virüs yayıcı olabilmesi ilginç değil mi? Infrared ısıtıcılar da buna dâhil mi bilmiyoruz. Lakin uzaktan kumandalar, kablosuz fareler, klavyeler, kablosuz kulaklıklar diye uzayıp giden aletler ne yazık ki kızılötesi teknolojisi ile haberleşirler.

Mekânlarımızı istila eden tek kablosuz alet şüphesiz bunlar değil. Wi-Fi cihazları ve bluetooth teknolojisini kullanan aletlerin insan bedeni ve diğer canlıları saran radyasyon yükünü de hesap edin. Kaldı ki, bunların tümüne rahmet okutacak 5G teknolojisinin de geldiğini hayal edin. Bizce etmeyin, zira hayali bile ölümcül olabilir!

Çare belli. Bunun için çocuklarımızın diplomalı cahiller değil de, insanî ve İslâmî amaçları olan ilim adamları olmalarını hedefleyeceğiz. ‘Makarna ve kolonya bulamadım’ diye bağırmak yerine, “bu eğitim düzenini değiştirin” diye işbirliği yapmamız gerekiyor. Samimiysek tabii!