İnsanın değişmezliği

Hikâye tuhaf. Eden ile Will isimli ve tek çocuklu bir karı-kocanın gayet müreffeh ve mesut hayatlarını sürdürdükleri saray yavrusu bir evde, tam anlamıyla pembe panjurlu yuvalarında, kelimenin en hakiki manâsıyla bir aile faciası yaşanır; hem de çocuklarının doğum gününde. Çift bu faciada yegâne çocuklarını kaybeder. Ve yuva dağılır.
İkili bir süre birbirlerinden tamamen kopuk yaşar. Nihayet Eden, Will’i bir akşam yemeğine davet eder; hem de eski evlerinde. Üstelik yeni karısını da yanına alması talebiyle. Görünürde bir eski sıkı dostlar gecesidir bu.
Bunun neresi mi tuhaf? Dikkatle bakarsanız baştan aşağıya her tarafı.
Düşünsenize, ayrılık, üstelik bir çocuğun ölümünün getirdiği bir ayrılık, yıllar sonra hangi gerekçeyle bir çeşit beraberliği akla getirebilir ki! Nefret, kin, öfke, yas, intikam, itham, zan ve lânet yüklü hisler ortalıkta böylesine cirit atarken, hangi nezaket kuralı eski karının yeni kocasıyla saadetine şahadet etmesi için eski kocaya ihtiyaç hisseder ki!

DEĞİŞTİM ZEHABI

Çok geçmeden öğreniriz ki Eden, Will’i hayrete düşürecek denli değişmiştir. Hem de beklenmedik bir şekilde. İyi giden bir evliliği sonlandırmaktan, biricik çocuğunu kaybetmekten ve o fena dönemlerde ruhen incinmekten bütünüyle arınmış, pırıl pırıl parlayan birine dönüşmüştür. Kötücül duygular yerini serapa iyicilliğe bırakmıştır.
İyi ama sahiden de böyle mi?
Ev, yani Will’in bir vakitler eski karısıyla birlikte yaşadığı, sonradan ikili için cehenneme dönen yer, (Eski karısının yeni kocası için âdeta cennete dönüşmüş gibi görünen evdir bu aynı zamanda.) bizatihi dünyanın kendisi aslında. İnsanın sahiplendiği ama ruhunun bir türlü sükun bulamadığı.
Sanki mazisinden taşıdığı tekinsizliği, misafirlik kasdıyla dahi içine giren herkese aşılamaya mahir bir mekân. Bir ân önce kurtulunmak için büyük bir istek duyulan tekinsiz bir dolambaç.

TARİKATA GİR, KURTUL

Henüz sofraya oturulmadan ev sahipleri sürprizlerini açık eder: Yeni bir tarikata katılmışlardır. Anlaşılan Eden’in bu parmak ısırtan değişiminin arkasındaki müsebbip yeni koca David’in bağlandığı bu tarikattır. Çift parmak ısırtan bu sükûnetlerini de o tarikatın öğretilerine borçlu.
Bütün misafirler kendilerine göre yorumlar bu tarikata dair gösterilen kısa videoyu. Onca özendiğimiz Batılılaşma’nın aslında ne menem bir ruh fukaralığını doğurduğunu ve her şeye sahip insanların ne diye birbirinden sığ o “new age” inançlarına kapıldığını olanca vahimliğiyle gözlemleyebileceğimiz bu tartışma da, yerini zaman zaman sükûnete devrettiğinde bile her daim tetikte bekleyen bütün o hırlaşmalar da, nezaketin arkasına saklanmış küçücük haset ısırıkları da tek bir mekânda yaşanmaktaydı. Benim oda filmi dediğim anlayış.
Ve anlatış.
Büyük bir salon ve içindeki birkaç kişi ve de beherinin birbiriyle her türlü ilişkisi, kocaman dünyanın bir çeşit temsili, prototip bir modellenişiydi âdeta. Hele o oynanan “Ben İsterim” adlı oyun. Sırası gelenin, hiçbir içsel sınırlandırma ve toplum baskısı hissetmeden istediğini, daha doğrusu arzuladığını apaçık ve dürüstçe dillendirmesi gereken oyun; hayat oyunu. Başta utanma gelmek üzere bütün kısıtlamaların yasaklandığı bir serbestiyet tecrübesi.
Çok geçmeden ortamda bulunanlar ikiye ayrılmıştır. İçi maneviyat dolu bir ürünü satmak isteyenler ve bilkuvve müşteriler. Sanki ortada bir davet yoktur da, geldikleri yer bir kermes sergisidir. Ürün ne midir? Herkesin en çok istediği şey: değişim!
En azından bu umudun harlanması.
Şimdi Davet’in ne diye hakettiği ilgiyi bulamadığına dair eksiği işaretin vakti: Filmin son 20 dakikası, beklenmedik bir şekilde ve bütününün barındırdığı çokanlamlılığın rağmına birden sıradan bir gore sinemasına dönüşüyor.
Değişiyor, evet. İronik, evet.

SİNEMA VE DEĞİŞİM

Öte yandan, birçok sinema yazarının ve film eleştirmeninin döne-dolaşa vurgulamadan edemediği, karakterlerin veya sadece ana karakterin yaşadığı gelişmeler sonrasındaki değişimi kabulüne ne demeli? Öyle ya, bu anlayıştakilere göre sinema, zaten bu değişimin etkileyici tahkiyesinden ibaret.
Aslında çoğunluğun kabullendiği bu görüş hiç de haksız sayılmaz. Değişim dedikleri şeyin zaten görünürlük için zahirde seyrettiğini eklemek kaydıyla. Kişinin hem çevresine, kimileyin hem de kendisine kabul ettirmekte zorlanmadığı satıhtaki o kabuğun soyulmasını değişim diye tesmiye ettiklerini hemencik kabulleneceklerdir.
Dolayısıyla Eden’deki bütün o değişme gösterileri, derinlerde günyüzüne çıkmak için fırsat kollayan delilikleri bastırmaktan ibaret. Yahut bastırdığına inandırma gayretinden.
Istırap yüklü tecrübelerin hileyle yoksayılması mıdır değişim yoksa hangi acıya yol açacaksa sakınmadan içselleştirerek, derinlerde sabitlemek mi?
Değişmek ve değişmemek… Tahavvül ve sübutiyyet.
Değiştirilemeyen gerçeğin yakıcılığından kurtulmak için kişinin kendisini değiştirdiğini varsayacağı bitimsiz hile kumkuması… Red ve inkârla ulaşılan, ulaşıldığına inanılan yeni hâl.
Değişimin hakikati kendinden saklamak istediklerini ne kadar derine gömdüğüne bağlı.