İftardan iftara…

Her yerde olduğu gibi Balkanlar’da da “nerede o eski Ramazanlar” deniliyor elbette ama Türkiye’ye nazaran bir tık daha eski yine de yaşadığımız. Belki ara mahallelerde nostaljik bir havayı yine yakalayabilirsiniz. Ya da sırf sosyal medyada teşhir için ‘eski havalı’ bir atmosfer pekâlâ oluşturulur.

Top patlaması ya da davulcu, bunlar Ramazan’ı eski yapmıyor, başka şeyler var o tadı veren. Mesela önceden Ramazan ayında lokanta gibi mekânlarda iftar açmak neredeyse imkânsızdı, ayıptı. Hem zaten eskiden kebapçılar dışında sahibi Müslüman pek lokanta da yoktu. Bizler ki eskiden ‘Müslüman kasap yok’ diye kasaptan et almayan bir toplumuz. Büyük baş hayvan bizzat kesilir, kavurma yaparak korunur ya da derin dondurucularda saklanırdı. Hatta derin dondurucular Türkiye’den çok önce bizde bayağı yaygındı.

Tabi Yugoslavya dağıldıktan sonra özelleştirmeyle herkes kendi dükkânını açabildiği için Müslüman esnaf da rahat bir nefes aldı. Marketlerin et reyonunda pastırma ya da kuru eti dilimlemek gerekirse, onu diğer et türlerinin dilimlendiği makinalarda yaptırmayız. Hatta bunu Hristiyanlar bizden daha iyi bilir, yüzümüze bakar “Kaşar peyniri makinasında mı dilimleyeyim” der.

Velhasıl böyle bir toplumda eskiden lokantaya gidip iftar açmak çok tuhaf kabul edilirdi. Hatta bugün bile öyle yaşlılar var ki, hayatta ikna edemezsiniz. “Düğün salonlarında iftar ha, o masada içki içilmiş, ben aynı yerde dua edeceğim öyle mi” der.

İftar ve Ramazan asıl evlerde yaşatılırdı. Biri sevap işlemek istiyorsa, evine bir fakiri alır, karnını doyururdu. Öyle gösterişten uzak hem de. Eskiden iftariyelik yemekler belliydi zaten. Kur’an bol bol okunur, teravihler asla kaçmazdı. Evler en huzurlu ortamdı. Şimdi herkes kapısını kilitleyip dışarıda iftar yapmaya can atıyor …

BİZE DEĞİL MUHTAÇLARA GİDİN

Ev, özellikle kadınlar için ibadet mekanıydı. Şimdilerde Ramazan ayı Balkanlar açısından bir nevi sevap işleme yarışına dönüştü. “Vay orada hâlâ eski bir şeyler var!” diyenler soluğu burada alıyor

Açıkçası kimsenin günahına girmek istemeyiz, özellikle dünyada 56 milyon insan açlık ile savaşırken. Ramazan, pesinden bayram, sonrasında Kurban Bayramı derken ilk akla gelen yer Balkanlar olmasın. Karşı tarafın iyi niyetinden şüphemiz yok elbette, ama sevap işlemek isterken, günaha girme durumu yüksek.

Bu gibi durumlarda Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Hadis-i Şerif’i aklıma gelir, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir!”

Nerede olursak olalım, önce komşularımızın kapısını çalıp derdini dinlemeliyiz. Sevabı öyle uzaklarda aramaya gerek yok. Uzak mesafelerde siz sevap işleyin diye araya başkaları giriyor, sonra işin tadı tuzu kaçıyor.

Ramazan ayında kime sorsam “Belki dört gün evde iftar yaptım, hep dışardaydım” diyor. Farklı farklı belediyeler, kuruluşlar Ramazan’ın her günü neredeyse bir yerde iftar veriyor. Belki hepsi anlaşıp çok harcama yapmadan ayın bir günü hep beraber sevap işlese çok daha iyi olur. El atmayı bekleyen çok mesele var. Kütüphanelerimiz kapalı, gençlerimiz kendi toplumundan uzaklaşma derdinde. Topluca iftara yüklenip diğer konuların es geçilmesi mânidar.

Meselâ akrabalar birbiriyle dargın. İftara davet edilen herkes “müsait değilim” diyor. Yaşlı dedelerin, ninelerin sofraları öyle yalnız ki, belki de torunlarıyla geçirecekler sayılı Ramazanları kaldı. Kimse bir fakiri davet edip karnını doyurayım derdinde değil. Davete icabet yok ama iftara davet yarışı gırla. Masaların gösterişini sergileme derdinde herkes. Bir hocamızın dediği gibi, dindarlığımız gösterişin kurbanı. Eski Ramazanlar mı, onlar gerçekten çok geride kalmış. Meğer çocukluğumuzun sayfalarında esiyormuş rüzgârı.