İçinde kaybedilmiş toprakların acısı var

Bu yılın Kasım ayı muhtemelen birçok edebiyat camiasında Yahya Kemal Beyatlı’nın ölümünün 60. yılı hasebiyle anılacak. Üsküp doğumlu olup İstanbul’da vefat eden şair, yine bu iki şehir arasında köprü kurmuş yazarlardan biri. “Üsküp Mektupları” köşesinde de bu konuya değinmem pek tabii. Söz konusu ölüm olunca insanın aklına ilk olarak mezar taşı geliyor. Yahya Kemal Beyatlı her ne kadar İstanbul’a göç edip mezarı İstanbul’da olsa da onu Üsküp’te hatırlatan iki farklı mezar taşı mevcut. Bu iki mezar taşı iki hanımefendiye ait. Biri Üsküp İsa Bey Camisinde, diğeri de Rufai Tekkesi’nin bahçesinde. Biri şairin annesi Nakiye Hanım’a, diğeri de ilk aşkı olan Redife Hanım’a ait. Annesini çocuk yaşta kaybeden şair, ilerleyen senelerde aklına Üsküp gelince ilk olarak annesini hatırlar. Annesinin bir fotoğrafı dahi yoktur elinde, yüzünü zamanla hatırlayamaz, bu konuda “İslam tesettürünün en şedid bir muhitinde doğduğu, yaşadığı ve öldüğü için bir resmini bırakmadan kayboldu” der.
Üsküp için yazılan en güzel şiirlerden biri de yine Beyatlı’ya aittir. Kaybolan Şehir şiiri, sadece bir şiir değil, içinde kaybedilmiş toprakların acısı da vardır, tarih de vardır, çocukluğu ve annesi de vardır. Sonra da geleceğe seslenir, “biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene” diyerek umutlarımızı yeşertir. Dokuz beyitten oluşan şiir bizlere neredeyse beş asırlık bir tarihi, bu tarihin içinde şanlı geçmişimizi, onun yaşadığı dönemi, sonra da Balkan savaşları ile başlayan kopuşları ve bugün Rumeli topraklarına duyulan hasret ve yeniden bağlanma hissi vardır.
Ancak dediğim gibi, Üsküp’ten bahsederken aklına annesi gelir hep, aslında ona “eve dönen” adam dedirten şehirdir aynı zamanda.”Ben girmeden hayâtı şafaklandıran çağa, Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa. İs’a Bey’in fetihte açılmış mezarlığı, Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı.” Yine mevsimlerden sonbahardır ve bu şehir onun için kocaman bir mezar taşıdır artık. Yürekte taşınması ağır bir acıdır, ondan sonrası küskünlüktür, ailenin dağılmasıdır, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının habercisidir. Şair, ilk sofuluğuna da annesinin ölümünden sonra başladığını söyler, İsa Bey Camii’nde annesinin ruhuna her akşam yasin okumaya başlamış. “Müslümanlık alemine o kapıdan girdim, diyebilirim” der.
Şair, Aziz İstanbul kitabında, Ezansız Semtler yazsında “Biz ki¸ minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık¸ biz böyle bir sabah namazında ana millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan¸ firenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlamayacaklar” der. Yine hatıralarında bu ezan seslerinden bahsederken Üsküp’ün onu her şehirde takip ettiğini anlarız, anı kitabında da “Lâkin bu sesler, beni bütün ömrümce bırakmış değildir. Müslüman Türk çocuklarının dinî ve millî terbiyesinde ezan seslerinin büyük tesirine inanırım.Ben Paris’te iken bile, hiç münasebeti olmadığı halde, kulaklarıma Üsküp’deki ezan seslerinin bir hâtıra gibi aksedip beni bir nostalji içinde bıraktığını hissettiğim anlar olmuştur…” der. Paris’te Üsküp’ün etkisi epey kuvvetli olmuştur denebilir, evet birçok yazar ile tanışmış kendini geliştirmiş, onlardan etkilenmiştir ama bir ezan sesi ki, gurbette bunu nasıl duyar insan, ancak çocukluğu hep peşinden sürüklenirse bazı anlarda yaşar onu.
Evet, eve dönen adamdı kendisi, sadece fiziksel olarak dönmekle kalmadı, kendi milli ve manevi değerlerine yeniden bağlanıp döndü. Milli ve manevi değerlerin mimarı annesiydi, Üsküp hangi şekle bürünürse bürünsün onun hatırasında hep “uhrevî bir âlem” olarak kalmıştı. Özellikle doğup büyüdüğü muhitte bugün bile o ezan sesleri sabah en derin uykudan bile uyandırabilir orada yaşayanları. İşte bir yazarın hayatında bu kadar etkisi olan bir muhit ve anne var, bu yüzden Üsküp’ü ziyaret edenler İsa Bey Camii’ne de uğramaları gerek. Orada bir mezar taşı var, duanızı eksik etmeyin derim. Herkes Bayram sabahları mezarlıklara uğrar ancak vatan bölündükten sonra “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirin sahibinin annesinin mezarına bile gidemez artık.
Tabi bir de Rufai Tekkesi’nde de Redife Hanım’ın mezar taşı var. Hayatında sadece üç kere gördüğü bu bayana çocukken aşık olur ve ilk şiirlerini o aşkla yazmaya başlar. Bu masumane aşkını da hatıra kitabından öğreniyoruz. “Şiire bir aşkla başladım. Üsküp ‘de, yerli mahalleler ortasında, Türkkâri eski bir konakta oturur, bey hânedanlarından birinin kızı, kumral ve endamlı, cazibesi ve güzelliği mâruf, bir Redîfe Hanım vardı. Bu genç kız, çocukluğumda, fâsılalı olarak, üç defa hayalimi işgaal etti. İlk defâ, cülûs mu, velâdet mi? bir şenlik gecesiydi, büyük vâlidemle, Vardar boyunda bir araba gezintisinde bulunuyorduk; arabada o da vardı; o zaman beş yaşında vardım; küçücük kafam bu hanımın câzibesiyle sersemlemişti; ona karşı içimde günlerce ateş gibi bir üzüntü hissettim. (Eski Üsküplüler, Redîfe Hanım’ın o zamanlarda Üsküp Venüsü diye anıldığını rivayet ediyorlar) …. İkinci defâ onu bir düğün gecesi gördüm; oniki yaşındaydım… Henüz genç kız olan Redife Hanım ‘ı ikinci defâ işte o düğünde gördüm. Eski yaram açıldı. Bütün bir gece yanından ayrılmadım. Zannedersem o da o akşam içimi yakan ateşi hissediyordu.”
Ancak Redife Hanım Üsküp Rufai Tekkesinin post-nişi Şeyh Sadeddin Sırri ile evlenir, Beyatlı da yazmaya başladığı ilk şiirlerin kıt’alarını Şeyh’e gösterirmiş. Sadeddin Efendi, mutasavvıfâne şiirleri olan kibar bir zatmış. Beyatlı, Redife Hanım’ı en son tekkede devran ve zikir olduğu bir gece 15 yaşındayken görmüş. Ondan sonra Neb-i aruzla şiirler yazmaya başlamış. Ancak Redife Hanım hamileliği sırasında genç yaşta vefat etmiştir. Bugün de mezarı ve kitabesi Üsküp Rufai Tekkesi’nin bahçesindedir.
Bu hafta 8 ve 9 Kasım tarihlerinde Nurettin Topçu Kültür Merkezi’nde Türkiye Yazarlar Birliği ile Bahçelievler Belediyesi ortaklığında büyük şair Beyatlı’yı “60 yıl sonra Yahya Kemal Sempozyumu” temasıyla İstanbul’da, Türkiye’den ve birçok ülkeden yazarlar ile anmaya ve anlamaya çalışacağız, bekleriz. Ne demişti şair, “ biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene”…