Hiç bu kadar eksilmemiş, ezilmemiştik!

PKK’nın, Osmanlı hatırası Kurşunlu Camii’ni ateşe vermesi, alınların secdeye gittiği zeminini harabeye çevirmesi ve onun öncesinde dört ayaklı minareyi kurşun yağmuruna tutmasının acısı ile…

Hayır, hayır. Daha büyük bir acı hatta bu acıdan da büyük bir hissiyat ile…

Allah’ın evi, İslam dininin 500 yıllık hafızası ayaklar altına alınırken hiçbir şey olmamış gibi davranılmasının, belirsiz tebessümlerin ve “PKK şimdi de cami mi yakmış” kanıksamasının kahroluşu ile 1992 yılına gidelim önce.

Diyarbakır’ın Silvan ilçesine, Susa köyüne düşsün yolumuz.

90 hanelik, dindar insanların yaşadığı bir köydür Susa. 1992 yılının 26 Haziran Cuma günü, cemaat yatsı namazı için namaza durmuşken köyde olağan dışı bir hareketlilik olur. Silahlı bir grup caminin etrafını kuşatır. Üzerlerinde asker kıyafetleri vardır ve ayakkabıları ile camiye girdiklerinde başlar secdededir. Dipçik darbeleri ve itiş kakış ile dışarı çıkartılırlar. Mukaddesata galiz küfürler eden bu asker kıyafetli din düşmanları gerçekten asker midir peki? Cemidekilere “Allahınız nerede gelsin sizi kurtarsın” şeklinde meydan okuyanlar kim olduklarını da açıklar: “Biz dağdan geldik.”

Bu PKK’lı teröristler, yüzleri camiye dönük olarak tek sıra dizilen cemaati kurşuna dizmişti o gün. Susa camisinin bahçesi kan gölüne dönmüş, 10 sivil katledilmişti. Kürt halkının yaşadığı topraklarda İslam’a olan düşmanlığın, tahammülsüzlüğün, küstahlığın ve dindar Kürtlere duyulan kinin en kanlı şekilde ortaya döküldüğü yerdi Susa.

Tam bir yıl sonra…

PKK’nın Susa camisinde döktüğü kan, 5 Temmuz 1993 günü Erzincan’a sıçratıldı. Başbağlar köyünde akşam ezanı okunurken Adil Hocanın sesi ‘Hayyalel Felah’ cümlesinden sonra kesildi birden. Yüz kadar teröristin girdiği köyde ezan susmuştu. Ensesinden dipçiklenen imam, arkasını döndüğünde gördü kanlı katilleri. Yarım kalan ezanı tamamlamak istedi ama nafile. Yaka paça sürüklendi. Cami cemaati dışarı çıkartıldı. Yolda olanlar toplandı. Köydeki kadın ve çocuklar da getirildi. 1.5 saat süren örgüt propagandasından sonra, katil katilliğini yaptı bir kez daha. Başbağlar’ın camiden çıkarılan erkekleri kurşuna dizildi o kara gün. 29 kişi oracıkta can verdi. Daha sonra tüm köy az önce boşaltılan camiyle birlikte ateşe verildi. Yakılan evlerde saklanan 1’i kadın 4 kişi de yanarak şehit oldu. Sivas’taki Madımak olayının gölgesinde sözde “intikam” ateşi için yakılmıştı Başbağlar. Ezan saati ve cami cemaati özellikle seçilmişti. PKK, mezhep savaşına benzin döküp İslam dinine aleni bir şekilde savaş açmıştı. “Madımak Oteli’nde öldürülenler Alevi Kürtlerdi ve buna karşılık Başbağlar’da Sünni Türkler öldürüldü” ifadeleri de o PKK’lıların bildirisinde yer almıştı.

Aradan geçen zamanda tüm bu katliamları ve cami kundaklamalarını sineye çektirecek bir süreç yaşandı Türkiye’de. Her şeye rağmen, bu katiller sürüsü ile konuşulacak zeminler oluşturuldu. “Akan kan dursun da ne şekilde duruyorsa dursun” görüşü hakimdi ülkede. Öyle ki; bu kıvamı, havayı ve tüm iyi niyetleri bozacak televizyon dizilerine bile müdahale edildi o dönemde. 2007’de ekranlara gelmesi planlanan ‘Kurtlar Vadisi Terör’ dizisine tahammül edilemedi. Dizi eski defterleri açıyordu. PKK, askeri birliklere saldırıyor Mehmetçikler toprağa düşüyordu ilk bölümde ve teröristler otobüsleri durdurup içindekileri kurşuna diziyordu. İkinci bölümde doğuma yetiştirilmeye çalışılan bir Kürt kadın katlediliyordu. Yayınlanamayan bölümünün fragmanında ise ezan okuyan imam minarede şehit ediliyordu. Tam “Eşhedü Enla ilahe illallah” derken kurşun imamın kalbine saplanıyordu.

Bu kadarı da fazlaydı!

Susa’ya, Başbağlar’a ve nicelerine rağmen fazlaydı. Sonuçta dizi şikayet yağmuruna tutuldu ve yayından kaldırıldı. O günlerin üzerinden 8 yıl geçti. Dizide ‘rahatsız edici’ tüm o acı sahneleri teker teker yaşadı Türkiye. Uzatılan barış elini koparıp attı PKK.

Ceylanpınar’da iki polisimizi evlerinde uyurken, hastasına giden Doktor Abdullah Biroğlu’nu aracında, Binbaşı Arslan Kulaksız’ı yemekten dönerken eşinin yanında, polis memuru Salih Eroğlu’nu 3 yaşındaki kızı ve hamile karısının yanında şehit etti. Bakkala giden 13 yaşındaki Fırat Şimpil’in paramparça olan vücudunun parçalarını babası damlardan topladı.

Ama ‘bu kadarı da fazla’ değildi henüz..

Ve böylece ‘dahası’ da geldi. 16 yaşındaki Yasin Börü ve üç arkadaşı kurban eti dağıtırken zılgıtlar çekilerek canice katledildi. Diyarbakır’daki birçok gencin Kuran hocası Aytaç Baran, evinin önünde kurşun yağmuruna tutuldu. PKK yine dine, dindarlara meydan okumayı sürdürüyordu.

‘Bu kadarı da fazla’ olamamıştı hala…

İstanbul’da evine giden sakallı vatandaş Mürsel Gül, sokak ortasında infaz edildi. Bir gün sonra ise Adana’da akşam namazını kıldığı camiden evine dönen 30 yaşındaki Ethem Türkben, çocukları ile sofrada iken evini basan PKK’lılar tarafından başından vurularak katledildi.  PKK, Kobani üzerinden IŞİD bahanesiyle yine kana, cana doymuyordu.

Hayır, ‘bu kadarı da fazla’ noktasında değildik yine!

HDP/PKK karma siyaseti, kutsalları ayaklar altına almanın özgürlüğü ile hareket ediyordu artık. Peygamber Efendimize hakaret edilen karikatürler Diyarbakır sokaklarına asılmıştı. İnternet sitelerinde haber olmasa kimse ses çıkarmayacaktı sanki.

‘Bu kadarı da fazla’ mıydı artık? Yine hayır!

Kuru bir açıklama ile suçu karikatürü ilk yayınlayana atıp kenara çekilmişti HDP’li belediye. Çünkü HDP’ye “ne yapıyorsunuz siz” demesi gereken dindar Kürtler ‘seçmen’ olmuştu.

Ve süreç gelip Kurşunlu Camii’ne dayandı…

Günlerdir devam eden çatışmalarda duvarları delik deşik olan Kurşunlu Camii teröristler tarafından ateşe verildi. Tüm Müslümanların, Peygamber sevdalısı Diyarbakır’ın gözleri önünde alev alev yandı. Herkes seyretti, yutkundu. Din-i İslam’ı sarsan yangın kendi kendine söndü.

Kurşunlu Camii’nin o eski ihtişamı değil, çok acı ve kutsalı olan herkesi küçük düşürücü fotoğrafları var artık zihinlerde. Nusaybin’deki Molla Said Zan Camii de roketle vuruldu. Onu da gördük ve geçtik. Hayal ürünü bir dizi için o günlerde seferber olup hassasiyetin zirvesine çıkan yetkili ve yetkisizler, bugün camilerimizin ‘işgal’ edilmesine duyarsız. PKK terörü başka türlü bir acı yaşatıyor şimdi bize. ‘Kanıksama’ acısını. Duyarsızlığı. En kutsallarımıza dokunma ‘özgürlüğünü’ yaşıyor ve gücünü de ölü toprağı serpilmiş şu halimizden alıyor. Biz, gücü rakamlarla ölçerken, maneviyatımıza sayısal değerler biçerken oldu tüm bunlar. Belki de hiç bu kadar eksilmemiş, ezilmemiştik oysa. Kurşunlanan Kurşunlu Camii bile “bu kadarı da fazla” dedirtemiyorsa bu ülke insanına, “barış”ı hangi ortak payda üzerine bina edeceğiz? Kutsal tanımazlık bizi daha hangi acıların kucağına bırakacak. Sormak lazım değil mi?

Not: Kurşunlu Camii’ne koşup “Evim yanaydı cami yerine” diye ağlayan beyaz başörtülü, nur yüzlü Kürt teyzemize bin selam olsun.. Ellerinden hürmetle öperim.