Şimdiye değin bu cümleyi kurduğum her ortamda, farklı muhataplarım tarafından hiç değişmeyen bir edayla karşılanmışımdır: Ne münasebet! Elbette ‘herkes’ yazar falan olamaz! Bu adam bunu bilmiyor mu? Bir tek yetenekliler yazar olur. Hava atmak için mahsus böyle söylüyor.
Bu sözlü yahut (daha fenası) jest ve mimiklere dayalı itirazı, yazarlar kadar okurlardan da aynı şiddette görmek, bence meselenin en şaşırtıcı tarafı. Haydi, taifei kalemiyyunun tavrını bir yere kadar anlamak mümkün. Öyle ya, geceli-gündüzlü gayret göstererek ve dişleriyle, tırnaklarıyla kazıya kazıya elde ettikleri bir makamı ve belki de kaidesiyle birlikte, ne idüğü belirsiz bir el çabukluğuyla çekip alıyorsunuz altlarından. Üstelik bir de “Şişinmen boşuna. Aslında senin, muhataplarından hiçbir farkın, hele üstünlüğün-müstünlüğün yok” diyorsunuz o mübarek Panteon müdavimine.
Öyle kolay mı geceli-gündüzlü yırtına-çırpına, nice zorluğa ve icabında el-etek öpmeye dayanan o makam, öyle şıppadanak gözden çıkarılabilir mi? Hem makamı alaşağı etmek, makamın sahibini de hal etmek manâsına gelmiyor mu? Kim durup-dururken kazanımını boş bir iddiaya kurban etmeyi hemencecik kabullenir ki!
Yazarın sıradanlaşması mı?
Galiba benzeri kaygılar okur taifesi için de geçerli; hatta daha da şedidi. Onlar da “Herkes yazar olabilir.” cümlesini, zevklerine bir saldırı diye anlıyorlar. Öyle ya, herkes yazar olabilecekse, sadece öbürlerine oranla bir miktar daha anladıklarını zannettikleri için yücelttikleri yazarlarını, ânında sıradanlaştırıyorsunuz böylelikle. Okurun nezdinde yazarını sıradanlaştırmak, o yazarı okuyup anlamak üzerinden bir paye kazananı da sıradanlaştırmak manâsına gelmekte ya. Öfke ondan.
İnanması zor ama hakikaten de herkes yazar olabilir. Yolun ilk şartı gayret ise ikincisi piyasa… Sizin yazarlığınızın ilk adımı bir tek sizin tarafınızdan belirlenebilmekteyken piyasa, yani içinde bulunduğunuz toplumun olanca evsafı bu sefer sizi belirlemekte. Tabii en çok da yazarlığınızı. Sırf bu ikinci şart yüzünden niceleri yanlış mevkilerde kalabilmekte.
‘Kendim için yazıyorum’
Bir metnin yayımlanması, hele de çağdaş zamanlarda okura servis edilmesi, uluorta önüne gelenin, hakkedenin de etmeyenin de o metin hakkında ileri-geri konuşabilmesi demek. Daha doğrusu siz eserinizi kamuya sunduğunuz ân, aynı zamanda didiklenmeyi, mıncıklanmayı, yerinde kullanım kadar suiistimali; doğru kavranılmak kadar çarpık anlaşılmayı da kabullendiniz demektir. Metninizi bastığınızda, aslında mahreminizi ortaya sürüyorsunuz. “Buyurun” diyorsunuz “dilediğiniz gibi ‘harcayabilirsiniz’ emeğimin neticesini.”
Tanıdığınız-tanımadığınız ve asla tanımayacağınız nicelerine.
Acaba Kafka’nın eserini hayattayken yayımlamayı reddedişinin sebeplerinden biri de bu mesele olmasın sakın! Öyle ya, neşretmek orta malı hâline gelmek demek: sokağa düşmek, kaldırımlara yapışmak, çiğnenmiş bir sakız gibileşmek…
Öte yandan ancak erbap kabul edilen birkaç eş-dostun yüz görümlüğüne çıkmak, nâmusunla kısmetini beklemek demek; gelecek güzel günlerin hatırına sabırla beklemek.
Piyasanın belirleyiciliği
Dileyen, farklı alanlardan istediği kadar misal sayabilir. Nice erbabı kalem, yola hangi ilkelerle çıkmışsa, çok geçmeden, girdiği piyasanın gereği, onları ilk fırsatta terk etmiş, yolda bulduklarını toplaya-toplaya şöhret merdivenlerini tırmanmıştır. Artık başkasının yolunda yürümektedir; ne gam!
Hayır, bu nevi yazarların gençken sahip çıktıkları fikirlerin zamanla değişmesinden söz etmediğim açık. Bu zaten kaçınılmaz. Başka bir ifadeyle fikir, zaten doğası gereği zamanla değişen bir vasıf arzeder. Hatta fikirlerin değişmesi değil, zamana rağmen değişmemesidir mesele.
Bilindiği gibi fikir değişir; mefkûre değişmez. Fikir değişir, umde değişmez. Fikir değişir, tefekkür değişmez. Bu çeşit yazarlarda ise fikir sabittir ama mefkûre değişkendir. Elbiseden çok ilke değiştirirler de farkına bile varmazlar. Niçin böyle yaparlar? Orası ayrı mesele…
Onca emeği, yaşamak dururken yazmayı tercih edişin getirdiği onca kara günün ceremesini biraz olsun devşirmek dururken hiçbir yankı bulmamayı göze almak her babayiğidin harcı mı? Hele hele en küçük gururlanma fırsatını kaçırmamak üzere yetiştirilen çağdaş insan için.
Herkes nasıl yazar olabilir?
Öte yandan “herkes yazar olabilir” yargısını, hâlâ duvarlarda görmeye devam ettiğimiz “Dünya Türk olsun” temennisiyle bir ve aynı tutmamak şart. Her nasılsa genç Türk milliyetçileri herkesin Türk olmasında bir sakınca görmüyorlar. Ama en basitinden, bu muhal temennileri gerçekleştiğinde ve herkes Türk olduğunda davalarının o ân biteceğini kavrayabilselerdi! Herkese Türk dediğimiz durumda yeni tasniflere ihtiyaç hissedileceği gibi ‘lüzumsuz’ ayrıntılara bu düzeyde elbette hacet yok.
Öte yandan herkesin yazar olabileceği iddiası, çok basit başka bir ön şartı beraberinde getirmekte. Bu âlemdeki handiyse her şey gibi yazmak da ancak gayretle kâbil! Kendisi için mecburi gayreti sarf eden herkes, bilâistisna yazar olabilir. Yeter ki yeterlilik yerine yetenek gibi yanlış kıstasların avutucu çardağına sığınılmasın. Yazmak, tıpkı okumak ve okuduğunu anlamak kadar mümkün bir eylem. Fakat söylemeye hacet yok sanırım, herkes konuşabilmekte iken ancak bazıları konuşmacı statüsüne girebilmekte. Hitap edebilmek başka, hatiplik başka! Yazı da tıpkı öbür zihin faaliyetleri gibi ancak husûsî bir gayretle sıradanlıktan yukarılara tırmandırılabilir, gibi ve kadar. Aksi takdirde beherimiz, ötekimizin muadili kalırdık.
Demek ki, herkesin yazar olabilmesi ifadesi, herkesin yazar olduğu mânâsına gelmemekte! Tersine, yazabilecek kıvama gelmenin, ilk ânda göründüğünün ve binlerce yıldır gösterildiğinin zıddına verili bir meleke sayılmamasının gerektiği, ancak gayretle imkân dairesine girebildiğine işaret etmekte.
Evet, herkes yazar olabilir. Bir tek “düşüncelerimi ifade edecek kelime bulamıyorum” diyenler hariç.