Akıncı davasında da diğer davalarda olduğu gibi darbe girişimine fiilen katılan darbeciler darbe girişimindeki rollerini inkâr yoluna gidiyor. Darbecilerin bu şekilde davranması başlı başına bir problemken kamuoyunda etkili olabilecek unsurlar vasıtasıyla farklı konuları ve yaklaşımları canlı tutmak suretiyle başka bir oyalama taktiği devreye sokuluyor ve böylelikle darbeyle ilgili birçok şüphe uyandırılıyor. Büyük bir oyalama süreci ile karşı karşıya olduğumuz bir gerçektir. Bu, darbecilerin kendilerini ve bağlı bulundukları örgütsel yapıyı kurtarmak için uygulamaya koydukları bir savaş stratejisidir. Bu stratejinin amacı da zihnî bir bulanıklık meydana getirmektir.
FETÖ’nün zihnî körleşme ve fikrî bulanıklık yaratma konusunda başarılı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Önce kendi elemanlarının gerçeklikle bağını kopardılar. Kendilerine mahsus bir gerçeklik algısını bütün elemanlarına kabul ettirmek suretiyle hususi bir dünya kurdular ve sonra da bütün bir ülkeyi bu dünyanın içine dâhil etmeye çalıştılar. Darbe başarılı olsaydı bu yalan herkesi kuşatacaktı. Elbette sun’î gerçeklikle bir gün yüzleşecektik fakat bu esnada çok şey kaybetmiş olacaktık.
Tevfik el-Hakim’in tiyatro türünde yazılmış Deliler Irmağı adlı bir öyküsü vardır. Bu öykü seksenli yılların başında İlim ve Sanat dergisinde yayımlanmıştı. Küçük bir öyküydü. Öyküde bir ülkenin halkının tamamının şehrin ortasından geçen ırmaktan içtikleri suyla aklını yitirmesi anlatılır. Aslında bu ırmağın suyu önceleri çok lezzetlidir fakat bir zaman sonra suya karışan bir zehir, ırmağın suyundan içen herkesin aklını yitirmesine sebep olur.
Aslında ülkenin rahibi ve kralı, herkesi uyarmıştır, hatta önlem olarak mahzenlerini zehir karışmadan önce su ile doldurmuşlardır. Fakat depolanan sular bittikçe insanlar tadına alıştıkları sudan içmeye devam ederler. Önce sıradan ahali aklını yitirir. Aklını yitirenlerin sayısı az olduğu zamanlarda diğerleri onlara deli muamelesi yapar. Fakat tatlı su onları da cezbeder ve zamanla aklını yitirenlerin sayısı fazlalaşır. Böylelikle aklını yitirenlerin gerçekliği egemen olmaya başlar. Zamanla aklını yitirmeyenlerin sayısı iyice azalır, geriye sadece rahip ve kralın mahiyetindekiler kalır. Aklını yitirenler kendilerine egemen olan gerçeklik dünyasından konuştukları için sudan içmeyenlere deli muamelesi yapar. Tevfik el-Hakim’in eserinin bu bölümündeki diyaloglar ilginçtir ve kanaatimce içinde bulunduğumuz duruma ışık tutacak değerdedir. Kral ve rahip suyu içip içmeme arasında gidip gelmektedirler.
FETÖ meselesini son derece sınırlı bir alana sıkıştırdığımızı düşünüyorum. Eğer böyle devam ederse bu meseleyi anlamak konusunda çok zaman kaybedeceğiz. FETÖ bir zihniyet biçimidir ve ne yazık ki birçok kimse tarafından içselleştirilmiştir. Kolay değil, elli sene FETÖ’nün temsil ettiği zihniyet bizim aramızda yaşadı ve yaşamakla kalmayıp toplumun kılcal damarlarına nüfuz etti. Din, vatan, millet, ülke, coğrafya, dil, edebiyat vs. birçok kavram ve saha FETÖ’nün temsil ettiği düşünme biçimi tarafından anlam kaybına uğratıldı ve değişime tabi tutuldu. Değişim ve anlam kaybı fark edilmeden içselleştirildi.
FETÖ, geçmişten günümüze yaşanılan gerçeklik algısındaki sessiz değişimin müsebbipleri arasında yer aldığı için aynı taktiği 15 Temmuz darbe girişimi davalarına da uyguluyor. Mahkemelerde savunma yapan FETÖ’cülerin konuşmaları okunduğunda yeni bir gerçeklik algısı oluşturma yönündeki çabaları görmek mümkündür. Hatta bu konuşmaların bazılarında FETÖ’nün yıllar içerisinde dolaşıma soktuğu yaklaşım biçimleriyle birebir karşılaşırız. Türkiye yeniden sun’î bir gündemin içine hapsediliyor.
Tevfik el-Hakim’in kralı ve rahibi zehirli sudan içip içmemeyi tartışacak kadar çaresizdi. Fakat Cengiz Aytmatov’un Nayman Ana’sı mankurtlaşan oğlunun peşini hiç bırakmadı. Onun kurtuluşu için kendi ölümünü göze aldı. “Senin baban Tanabay” cümlesini sürekli tekrar etmek suretiyle oğluna geçmişini, yani esas gerçekliğini hatırlattı. Bu cümle oğulun gerçekliğini temsil ettiği için onda bir uyanışa sebep oldu. Mankurt, gerçekliğini hatırladıkça annesine yaklaşmaya başladı. Oğlu tarafından öldürülmüş olsa da kanaatimce Nayman Ana hedefine ulaşmıştır. Oğlunu bulması ve onu içine hapsedildiği dünyadan kurtarması gerekiyordu. Nayman Ana bunu kendi hayatı pahasına yaptı.
Bu ülkede FETÖ diye bir adam çıktı ve devlet kurumlarını ele geçirecek kadar güçlendi. Sapkın bir düşünceyi benimsemişti. Bu sapkınlık en başından beri biliniyordu. Bu adam ve onun kurduğu örgüt, gözümüzün önünde Mossad, CIA ve bilmem hangi Batı ülkesinin gizli servisleriyle görüştüğünü dünya âleme ilan etti. Fakat hiç kimse, bu mesele divan-ı harb-i örfînin ilgi sahasına girer, demedi. Örgüt, bu ilişkiyi tekrar tekrar gündeme getirmek suretiyle sun’î bir gerçeklik meydana getirdi, zihinleri bulanıklaştırdı. Sonrasında da bu gayr-i meşru ilişkiyi kurmuş olmakla övündü. Kimsenin zihni de çatlamadı.
Biz, FETÖ ve benzer sorunlarla baş edebiliriz, buna inanıyoruz. Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde başlayan mücadele belli bir aşamaya geldi. Şimdi sıra yeni kuşaklarda. Okumak, okuduklarını paylaşmak; tarihimizle, dinimizle, dilimizle, insanımızla yeniden bağ kurmak bizi bize ulaştıracaktır.