Şu günlerde herkesin aklında aynı soru var; ne oldu da tüm Batı ülkeleri Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan’a karşı böylesine sert ve bir o kadar nadir bir saldırı başlattı?
15 Temmuz gecesi Marmaris’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kast eden ekip; MAK, Özel Kuvvetler ve SAT personelinden seçilmişti. Mahkeme kayıtlarına ve iddianameye de “suikast girişimi” olarak geçen otel baskınında, FETÖ’cülerin Erdoğan’ı yakalamak değil, şehit etmek için Marmaris’e indirme yaptıkları her adımlarından belli oluyor. Öyle ki; bu esnada Londra’dan katıldığı televizyon programında darbeyi canlı canlı yorumlayan Kerim Balcı’nın, Erdoğan’ın yaşadığını öğrenmesi ile geçirdiği şoktan bile anlayabiliyoruz bunu. Balcı’nın boşluğa düşmüş bakışlarının mizahtan öte bir anlamı vardı elbette. Sadece Balcı değil, darbe girişimi karşısında 24 saat boyunca sessiz kalan ve kanlı kalkışmayı canlı canlı izlemekle yetinen Avrupa Birliği ve Amerika da benzer şaşkınlıkları yaşadı o gün.
Paçalarından yakalandıklarını anladıklarında da zoraki cümleler ve sahte mimiklerle “Türkiye’de demokrasinin yanındayız” açıklamalarını yaptılar. Gerçi benzer cümleleri darbe başarılı olsa ertesi sabah FETÖ mensubu gazeteciler ve siyasetçiler de kuracaktı. Oysa demokrasinin kalesi, yılmaz savunucusu olan Batı ülkelerinin, 15 Temmuz gecesi ya da 16 Temmuz günü şu minvalde bir açıklama yapması gerekiyordu:
“Türkiye’de seçilmiş iktidara karşı yapılmak istenen darbeyi asla kabul edemeyiz. Cunta yapılanması eğer siyasi iktidarı ortadan kaldırır ve yönetimi ele geçirirse Türkiye ile bütün ilişkilerimizi askıya alacağımızı buradan duyuruyoruz. Taraflara itidal çağrısı yapıyor ve siyasi zeminin zarar görmemesi için darbe kalkışması içerisinde olan askeri ve diğer unsurlara Türkiye Cumhuriyeti adaletine teslim olması çağrısını yapıyoruz. Seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve seçilmiş Hükümet ile seçilmiş Türkiye Parlamentosuna temel ilkelerimiz olan demokrasinin sınırları içerisinde tüm desteği sağlayacağımızı da deklare ediyoruz.”
O günlerde yapmadılar ama şimdilerde, yukarıdaki cümlelere benzer hassasiyetler dökülüyor Batılı liderlerin dilinden. Büyük medya organlarındaki analizlerde Türkiye demokrasisi üzerine çok net ve çarpıcı cümleler kuruluyor.
16 Nisan referandumuna günler kala merkeze oturtulmuş bir Türkiye ile meşguller. Ama neden? Ne oldu da Türkiye’nin iç siyasetini kendi gündemlerinin önüne geçirdiler. 16 Nisan’da oylanacak olan sistem değişikliğinin Almanya’da nasıl bir karşılığı olabilir ki? Hollanda, Norveç, Belçika, İsveç… Son 10 yılda deprem üstüne deprem yaşayan, İngiltere’nin kopması ile duvarlarında büyük ve onarılmaz çatlaklar oluşan Avrupa Birliği’nin kalbi olan Brüksel, kalan tüm enerjisini neden 16 Nisan için sarf ediyor? Farkında mısınız, düşündükçe içinden çıkılamaz hale gelen bir organizasyon birliği ile karşı karşıyayız.
Referandum sürecini, Türkiye’de hayır için çalışan cephe değil de dış güçler yönetiyor sanki. ‘Hayır’ın 17 Nisan sabahı için ortaya koyduğu bir vaat yok. Mevcut sistemi referans göstermeleri bir işe yaramadığı için içlerindeki Erdoğan nefretini, akıl almaz yalanlar ve senaryolar ile kapı kapı dolaştırmaya başladılar. Fakat hayır cephesinin hamiliğini üstlenen Batı medyasında başka şeyler yazılmaya başlandı. 15 Temmuz gecesi başarılamayanı yani Erdoğan’ı ortadan kaldırma hamlesini yeniden dile getirmeye başladılar. Bunu meşrulaştıracak zemini de temennilerle dolu analizler ve Türkiye aleyhinde haberler ile sağlamaya çalışıyorlar.
20 gün öncesine kadar bir nebze önde görünen Hayır oyları -biraz da Kemal Kılıçdaroğlu’nun erken havaya girmesi ile- kararsızların hızla Evet tercihine yönelmesiyle geride kaldı. Dikkat edilirse süreç ‘Hayır’ın psikolojik üstünlüğünden ‘Evet’e evrilirken Avrupa bir anda sürecimize müdahil olmaya başladı.
Hollanda, Almanya, İsveç ve Norveç’in Evet karşısındaki siyasi tavrı ile birlikte
Batı medyasında son bir haftada yazılanlar bir fotoğraf koyuyor ortaya. Mesela; Guardian, FETÖ’cülerin 17-25 Aralık’tan beri Erdoğan için kullandığı “tiran” yani “zalim” anlamına gelen ifadeyi manşete çekerek Türkiye’yi anlatan bir haber yayınladı geçtiğimiz hafta. “Zulüm altındaki Türkiye’de yaşamak için 10 öneri” başlıklı haber bundan sonrası için önemli bir işaret fişeği. Amerika’nın ünlü dergisi The New Yorker’in referandumu “Erdoğan’ın ilerleyişi için son şans” olarak analiz etmesini de bu haber serisine eklemeliyiz. Aynı günlerde Murdock’un sahibi olduğu Fox News’te Erdoğan’ı hedef alan bir makalede geçen hakaret cümlelerini tırnak içinde aynen aktarıyorum: “Despot, şarlatan, ahlaksız, ezik, sultan, barbar, şantajcı, sorumsuz”
Bu tavırlar ve haberler Türk kamuoyunda bir korku doğurmuyor. Aksine bu halkı esir almak isteyenlerin 15 Temmuz’da nasıl dehşete kapıldığını yazmamıza gerek yok. Fakat Avrupa’nın siyasileri, düşünce kuruluşları ve medyasının bu denli saldırısıyla almak istediği tek sonuç referandumdan ‘Hayır’ çıkması olmayabilir. Tüm bu olayların sandıktan ibaret olmadığını gösterecek gelişmeler de yaşayabiliriz. Düşman gerçekten çok açık oynuyor, hedef ise hem Türkiye hem de ülkesine diz çöktürmeyen lideri Erdoğan. Her daim temkinliyiz, tetikteyiz, canımız dişimizde bir referandum sürecine giriyoruz.
‘Üst akıl’ terimine inanmakta güçlük çektiklerini söyleyenler, üst aklın bu kez hiçbir maşa kullanmadan nasıl da sahaya indiğini gördü artık. Yeni Türkiye’nin nasıl bir rol model olduğunu anlattığımızda yüzlerini buruşturanlar, Avrupa’nın korkularını açıklayamıyor. Ve biz bir şeyi çok iyi biliyoruz; ülkenin geleceğinin kendi iradesine teslim edildiği halk, bu olanları çok iyi analiz ediyor. Gereken cevabı vermekte de hiç tereddüt etmeyecektir.