FETÖ ve benzer terör örgütleriyle mücadele Türkiye için hayatî bir meseledir. Türkiye özellikle 15 Temmuz 2016’dan sonra Fetullahçı Terör Örgütü ile mücadeleyi güvenlik merkezli olarak ciddiyetle yapıyor. Bu tarihten sonra dahi örgüt elemanlarının ve onlara kol kanat geren bazı çevrelerin FETÖ’ye karşı mücadeleyi amacından saptırma, hedefinden uzaklaştırma, değerden düşürme ve iz kaybettirmeye yönelik faaliyetleri görüldüğü için Türkiye’nin mücadelesi daha anlamlı hâle geliyor. Terör örgütünün uluslararası bağlantılarıyla ilgili bilmediğimiz karanlık noktaların varlığından şüphe duymuyoruz ama bağlantıların varlığını tartışmanın bir önemi kalmadı. Benzer örgütleri de hesaba kattığımızda gelecek yılların çok daha karmaşık sorunları gündemimize getireceği aşikardır. ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail gibi küresel emperyalist devletlerin dünyanın birçok bölgesinde yeni dönem sömürge faaliyetlerine hız verdiğini göz önünde bulundurduğumuzda terör örgütlerinin daha etkin faaliyet yürüteceğini söylemek bir kehanet olmasa gerektir. Bu açıdan Türkiye’nin kökleri yüzlerce yıl geçmişe uzanan bir devlet geleneği ile kendini savunma yönünde güçlü adımlar atacağından şüphe duymamak gerekir. Ne yazık ki bu mücadelenin benimsenmesi ve güvenlik alanı dışından da omuz verilmesi yönünde birtakım sorunlar yaşanıyor.
Türkiye’nin kendi varlığına kast eden ve doğrudan milleti hedefleyen saldırılar karşısında acizlik gösterip hareket etmekte sorun yaşayacağını düşünmek en azından yüz yıllara dayanan devlet geleneğine hakarettir. Fakat herkesin üzerinde uzlaşacağı gibi, fiilî durum aksi istikamette seyreden birtakım gelişmelere işaret etmektedir. Devleti temsil makamında bulunan bazı kimselerin, sivil toplum örgütlerinin FETÖ konusunda gerekli hassasiyeti gösteremediği konusunda ciddî bir mutabakat var. Bizim şahsî kanaatimiz de bu yöndedir.
Rahmetli Erbakan Hoca, “Hans anladı da Hasan anlamadı” derdi. Bu ifadede bir değişiklik yapmanın zamanı geldi: Hasan anladı da Hans anlamadı. Hasan, Mehmet, Ayşe ve Fatma yani “saf çocuğu masum Anadolu’nun”!… Eğer onlar anlamasaydı 15 Temmuz’da Amerikancı darbeyi püskürtmek mümkün olamazdı. Ege’nin köylerini az çok bilirim. Bu terör yapılanmasının elemanları köylerimize para dilenmeye geldiklerinde kovulduklarına şahit olmuşluğumuz çoktur. Zaten bu öfke olmasaydı örgüt, bütün Türkiye’de hâkimiyet kuracaktı. Elitler anlamadı ama köylü, işçi anladı. Onun için yabancılaşanlara Hans demek lazım.
15 Temmuz’dan sonra geçen zaman bile çok uzundur. FETÖ ne geçmişte ne de 15 Temmuz darbe girişiminde dinî bir yapılanma idi. Onlar için din sadece bir araçtı ve bu, kurulduğu andan itibaren geçerli bir durumdu. Şunu tekrar açıkça ifade etmekte fayda görüyorum: İlk zamanlardan itibaren vahiy, kitap, peygamber ve siretin paraleli örgütsel yapının temelini oluşturur. Bu örgütün en önemli amaçlarından biri Türkiye’nin içeriden ele geçirilip herhangi diriliş emaresi gösteremeyecek seviyede tutulmasıydı. Kendi elemanlarının en alt düzeyde sosyal zekaya sahip olmasıyla FETÖ’nün Türkiye için tasarladığı insan ortalaması arasında bir paralellik vardı. Bu projenin hâlâ geçerli olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Buna rağmen entelektüel anlamda FETÖ’nün anlaşılmasını sağlayacak derinlikte fikrî ürünlerden bahsedemiyoruz. Konuya kafa yoranların sayısı hâlâ çok sınırlı düzeydedir. Bugün Türkiye’de en yetkili kişiler tarafından “geçmişte FETÖ ile ilişkisi olmayan var mıydı” şeklinde bir cümle kurulabiliyorsa taşeron terör örgütler, küresel hegemonya, yeni dönem sömürge siyasetleri, yeni dinî hareketler ve post-kolonyal kültür ilişkileri vs hakkında oldukça sorunlu bir dilin varlığından söz edebiliriz. Bağlamı ne olursa olsun bu cümle problemlidir. Konunun hâlâ anlaşılmadığını gösterir. Artık FETÖ konusunda geçmişte kurulan ilişkiler mi kaldı. Cümle, terör örgütünün meşru görüldüğüne dair bir algının ürünüdür.
FETÖ ile ilişkisi bilinen bazı figürler, seksen vilayette seksen kişi var mıydı, şeklinde sözde soru cümlesi ile bir meşruiyet arayışını dillendirmişti. O zaman da bu tarz çıkışların doğru olmadığını beyan etmiştik, ne yazık ki siyaset, din, bürokrasi ve iş dünyasından benzer cümlelerle arz-ı endam etmekte sakınca görmeyen kimseler var. 15 Temmuz’dan sonra dahi örgütsel ağın çok canlı bir şekilde varlığını sürdürdüğü biliniyor. İşin en acı tarafı ise örgüt elemanlarının kendilerine sığınacak bir melce bulmakta zorlanmamasıdır. Vatan hainleri her bir sığınağa farklı bahanelerle girebiliyor. Kimi akraba kontenjanından kimi grup zaafından kimi de etnik aidiyetlerden yararlanarak kendine yer bulabiliyor. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz. Birtakım haberleri duymakta zorluk çekmiyoruz. Fakat bu ülke güçlüdür. Devirler geçer, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’da olduğu gibi gizlenmeye çalışılan ve görülmek istenmeyen kirlilik ortaya saçılınca utanmaya bile fırsat bulamayabiliriz.
Bireysel düzeydeki yanlışlarla farklı bağlamlarda ilgilenebiliriz. Fakat milletin ve ümmetin kaderi söz konusu olunca yanlış, bireysel olmaktan çıkar. Sorumluluk üstlenme yarışında olanların hadiselere bir de bu açıdan bakması gerekir. Çünkü FETÖ konusu bireysel zihin karışıklığı ve gevşekliğine kurban edilemeyecek kadar küresel emperyalizmle iç içedir. Daha önceleri de ifade etmeye çalıştığımız gibi iki kutuplu dünyayı bitiren kaos dönemi dahi geride kaldı. Örgütler vasıtasıyla yapılan savaşlar da bitmek üzere. Küresel emperyalizmin yani Amerika-İngiltere ve İsrail’in doğrudan devletleri hedef gösterdiği bir dönemin başındayız. Kişisel zaaflara kurban edilemeyecek kadar kıymetli bir tarihimiz, dinimiz, ülkemiz ve milletimiz var.