Diyanet İşleri Başkanlığı, FETÖ ile mücadelenin uzun vadeli ayağı olan ve İslam dinini direkt hedef alan “Gülenizm” akımının bütün sapkınlıklarını gözler önüne seren bir rapor açıkladı geçtiğimiz haftalarda. Elebaşı Fetullah Gülen’in geçmiş konuşmalarından birebir alıntılarla hazırlanan ve ilk olarak dinin istismar edilerek, bireylerin ‘Müslüman’ olma vasıflarının nasıl ortadan kaldırıldığını delillendiren raporun hak ettiği ilgiyi uyandırmadığını düşünüyorum.
Fetullah Gülen ve sapkınlarını akli ve nakli ölçüde açığa çıkaran raporun içeriği o kadar dolu, o kadar açıklayıcı ki inceleyen herkes, “madem böyleydiler, madem bu deliller vardı, neden böylesine geç kalındı, göz mü yumuldu” eleştirilerini dile getirdi haklı olarak. En başından söyleyelim; raporun geç kalınmış bir çalışma olduğu eleştirileri makul ve yerinde serzenişler olarak kayda geçmeli. Fakat FETÖ üzerinden Diyanet kurumunu hedefe koyarak “Basra harap olduktan sonra bu çalışmanın bir kıymeti harbiyesi yok” demek ise büyük haksızlık olur ve aynı zamanda bundan sonrasını ihmal etmek, yeni FETÖ’lere şimdiden göz yummak anlamına gelir.
Raporun detaylarına geçeceğim. Dikkatle okudum ve zihnimi allak bullak eden, başta kendim olmak üzere ‘Müslümanım’ diyen herkesin Allah’ın dinine sahip çıkmakta aciz kaldığını gösteren notlar aldım.
Öncesinde bir detayın altını çizelim; “FETÖ” denilen terör örgütünü deşifre etmek devletin vazifesiydi. Halk ise 2013’e kadar “Hizmet Hareketi” meşruiyeti ile hareket eden bu yapının aslında kanlı bir terör örgütü olduğunu bilmek durumunda değildi.
Fakat, bir terör örgütü olarak devlete verdikleri değil dini bir cemaat olarak İslam’a verdikleri ağır tahribatı çok önceden, -Diyanet’in raporuna bakılırsa 1980’li yıllarda- kestirmek ise başta Diyanet olmak üzere herkesin vazifesiydi. Her birimize düşen, bu yapının din konusundaki tahribatlarını görmek ve göz yummamaktı. ‘Görmek’ ve ‘göz yummak’ fiillerini tırnak içinde tekrar vurguluyorum. Çünkü, Fetullah Gülen’in gözlerimizin içine baka baka Allah’ın dinini değiştirme çalışmalarını görememe kusurunu işlemiş olmak ile tahribata göz yummak çok farklı şeyler. Özellikle son 10 yılda ayyuka çıkan sapkınlıklara göz yumulduğunu hatta İslam inancının kodlarıyla oynanmasının ‘diyalog’ çalışmaları ile meşru bir zemine oturtulduğunu çok iyi biliyoruz. Bu vebal hepimizin omuzlarında zaten. Ta ki, bu sapkın güruh ve Gülen siyasi emellerini ortaya koyana kadar da böyleydi.
Raporun geçmişe bir faydası yok elbette ama geleceğe ışık tutan bir fener vazifesi gördüğünü kabul etmemiz gerekiyor. Şunu unutmayalım; 15 Temmuz’dan sonra maskeler düşse ve ‘altın nesil’ denilen hizmet mensuplarının içindeki canavarlar görünse de ve terörün dibine batmalarına rağmen hala dini saikler ile bu yapının ‘masumiyetine’ iman edip katiller sürüsünün peşinden koşanlar var. “Gülenizm” denilen akım, FETÖ belasının çok üstünde bir kabus gibi ve Allah’ın dininin karşısına dikiliyor hala. Şunu da es geçmeyelim; “Gülenizm” Türkiye ile sınırlı değil aksine tüm gücünü bizim dışımızdaki İslam toplumlarından elde ederek faaliyetlerine devam ediyor. Örgütleşme, siyaseti ele geçirme, devletleri kontrol altına alma ve teröre bulaşma gibi süreçler ‘Gülenizm’in İslâm’ı değiştirme ve dönüştürme projesinin değişkenlik gösteren planlarıydı aslında. Rapor, bu yüzden çok önemli ve sadece sınırlarımız içerisini değil tüm İslam dünyasını ilgilendiren deliller ile dolu.
Bundan sonrasını “haşa” diyerek okumamız gereken sapkınlıklar, Hasan Sabbah’ın uydurmalarının da ötesine geçmiş durumda. İslam ümmeti, Allah Resul’ünün vefatından kısa süre sonra sahte peygamberler ile çok kere sınav verdi. Fakat hiçbirisi kendisini Fetullah Gülen gibi haşa “ilah” ilan edecek cüreti göstermemişti. Rapordan altını çizdiğim onlarca nokta var fakat yıllar önce söylenen şu sözler; Gülen’in şirk koşmanın da sınırlarını aşarak –haşa- Allah’ın bizzat kendisine nasıl meydan okuduğunu gösteriyor.
“Ey ümmet-i merhume (ölü ümmet), beklediğin subh-u kıyamet (Kıyametin sabah vakti) değilse ellerini boynundan çöz, Herakles’in Promete’nin imdadına koştuğu gibi, şeytanın ateşine çarpılmış gençliğin imdadına koş…” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, Nil Yayınları, İstanbul 2011, s. 20.) “Hâlbuki o, bir Herkül bekliyordu. “Seksen küsûr senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum…” diyen ve onu bu Cehennem görünümlü hayattan söküp atacağı âna kadar, tavrını değiştirmeyen bir Herkül… Bırakın, Cennet kasırlarına gönül kaptırmadan neslinin ateşiyle yanan hak erlerini; bu uğurda şu basit dünyayı feda edecek kaç mürşid takdim edebildik ona..?” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 30.)
Yukarıdaki ifadelerde Fetullah Gülen’in vurgu yaptığı “Herkül” karakteri, örgütün neredeyse girmedik kapı bırakmayan yayınlarından Sızıntı dergisinin de en çok kullandığı figürlerden biriydi. Ayrıca Gülen’in konuşma ve yazılarının yayınlandığı internet siteleri için “herkul” ve herkulname” gibi isimlerin seçilmiş olmasına da hatırlatmak gerekiyor. Yunan mitolojisine göre Herkül, Olimpos Dağı’nın ve tanrıların kralı Zeus’un oğludur. Gücün sembolü olan bu karakter yarı insan yarı tanrı bir figür olarak biliniyor. Hemen her fırsatta Peygamber Efendimizi manevi alemde ayağına getirecek kadar zıvanadan çıkan Gülen, kendisine mertebe olarak yarı “tanrılık” misyonunu yükleyerek, Müslümanların ahiret inancına da müdahale etmiş. Hem de cennet ve cehenneme girip girmeme konusunda onay verme seviyesinde bir müdahale.
Gülen’in sıradaki sapkınlığını ilan ettiği tarih ise 1995. Yani 22 yıl önce. “Haşa” diyerek okuyalım:
“Sadakat maddî-manevî füyûzât hislerinden fedakârlıkta bulunmak demektir. Bu da “neden, niçin?” demeden gösterilen hedefe yürümeyi gerektirir. “Neden?” diye sormak sadakat ruhunu zedeler. Bu çerçevede sadık iseniz: 1. Arzunuz ve görüşünüz sorulursa, anlatırsınız. Yoksa teslim olursunuz. 2. Hedefe yürürken, cenneti gösterip de “İşte cennet, girin” deseler, “Hayır, görüşmem lazım” demelisiniz. 3. “Şu noktaya gelirsen cehennemden kurtulacaksın” dediklerinde de “cehennemden kurtulmak büyük bir şeydir ama yine görüşmem lâzım” karşılığını vermelisiniz.” (Gülen, Fasıldan Fasıla 1, Nil Yayınları, İzmir 1995, s. 180).
Bu ifadelerle aklı, senedi ve nakli tamamen ortadan kaldırıp, “neden” sorusunun dahi sadâkata zarar verdiğini söyleyip, kendini tamamen teslim etmiş fedailerine sahte bir din sunan Gülen, devleti ele geçirmeye kalkmasaydı ve 15 Temmuz gibi kanlı bir darbe girişiminde bulunmasaydı dahi en başta İslam’a verdiği tüm bu zararlar çerçevesinde zaten suçluydu. İlk yargılanması gereken suç silsilesi de bu delillerden doğuyor. O nedenle Diyanet’in bunları topluma kazandırmış olmasını çok önemli buluyorum ve bu yapıyla ilgili bir derdi olan herkesin mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum.