Halep ölüyor, diyor, haber kanalları, Halepliler çaresiz. Dünyanın güçlü devletleri Halep’i Halepliler için yaşanılmaz bir şehir hâline getiriyor. Bu doğru. Gözlerimizin önünde dünyanın en eski medeniyet merkezlerinden biri hayaletlerin kol gezdiği bir şehir hâline getiriliyor. Kadim kültür ve medeniyetlere beşik olmuş Halep, ilk önce kendi devleti tarafından kurşunlandı, sonra da sahipsizliği fark eden açgözlülerin amansız saldırılarına maruz kaldı.
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar doğuya doğru ilerlerken iki şehirde tarihin tanık olduğu en büyük kuşatmalardan biri yaşanmıştı. Leningrad ve Stalingrad aylarca kuşatma altında kaldı. Leningrad, Eylül 1941’den Ocak 1944’e kadar iki buçuk yıl boyunca kuşatmaya direndi. Stalingrad da aynı şekilde Alman ordularının muazzam hava saldırılarına karşı inanılması güç bir mücadele örneği sergiledi. Sovyetler döneminde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni kuşakların ideolojik kimliğinin inşasında bu iki şehrin mücadelesine önem verilmiştir. Gerçekten de bu iki şehrin mücadelesi destansı bir nitelik taşıyordu.
Türkiye’de birçok kimse Leningrad ve Stalingrad’da Alman ordularına karşı gösterilen direnişten etkilenmişti. Onlar, Sovyetler dönemine tesadüf eden bu direnişi ideolojik heveslerle kendi mücadeleleri gibi takdim etmekte bir sakınca görmediler. Buna karşın Türkiye’de çok az kimse İkinci Dünya Savaşı’nın Rusya hâkimiyetinde yaşayan Türk ve Müslümanlar üzerindeki etkilerini merak etmiştir. Bu savaşın Kırım, Kafkasya, Volga Boyu ve Türkistan’da yaşayan Türk ve Müslümanlar üzerindeki olumsuz yansımaları muazzam boyutlara ulaşmış ama o dönemde bu konu hakkında çok eser vücuda getirilmemiştir. Ölenler Türk ve Müslüman olunca durum değişiyordu.
Şimdi ise Leningrad ve Stalingrad’dan daha ağır ve uzun bir saldırıyı Halep yaşıyor. Muazzam Alman ordularının karşısında duran Rus devletiydi. Sovyetlerin Kızıl Ordu’su vardı ve bu ordu kendi ülkesini Almanlara karşı savunuyordu. Oysa Halep önce kendi devleti tarafından vuruldu. Beş senedir de kuşatma altında. Leningrad ve Stalingrad’ı müdafaa eden Kızıl Ordu, Sovyetlerin ordusuydu. Ama Halep bizzat kendi devleti ve ordusu tarafından bombalandı. Halep’in ve Haleplilerin büyük bir ordusu olmadığı gibi onlara savaşmak için silah temin edecek fabrikaları da yok. Leningrad ve Stalingrad’ı savaş boyunca Sovyetler silah bakımından temin etmişti. Halepliler savaşta silah kadar mühim olan ekmeği bulmakta zorlanıyor. Buna rağmen bu şehir beş senedir direnmeye ve varlığını sürdürmeye çalışıyor.
Türkiye’de bir kesim, Suriyelilere ve Suriye’de yaşanılan bu acımasız savaşa karşı oldukça dışlayıcı bir tutum sergiliyor. Leningrad ve Stalingrad’da gösterilen direnişten bahsedildiği vakit sanki bu müdafaanın içinde bizzat yer almış gibi bir hisse kapılan insanların sıra Halep bahsine gelince ötekileştirici bir tutum sergilemeleri oldukça anlamlıdır. Mesele kahramanlıksa Halepliler de en az Kızıl Ordu kadar cesaret ve kahramanlık gösteriyor ama Doğu’ya ait olanın küçümsenmesi gerektiği kuralından istisna olamıyorlar.
Türkiye’de birçok kimsenin zihin dünyasında Doğu’ya ait olanı küçümsemeye ayarlı bir kod bulunmaktadır. Sırası gelince bu kodun şifreleri kendiliğinden harekete geçiyor ve o zihni istediği türden tavra yönlendiriyor. O şahıs da farkında olmadan Doğu’nun meselelerini küçümseyen bir bakışla ele alıyor. Dolayısıyla bugün birçok kimse Suriyelilere karşı ya küçümseyen bir bakışa sahiptir ya da yok sayan bir tutum sergilemektedir.
Devletsiz Halepliler, beş senedir kuşatma ve saldırının her bir örneğini yaşamış olmasına rağmen direnç gösteriyor ama sıra Suriyeliler bahsine gelince vatanlarını terk etmiş olmakla suçlanıyorlar. Halep’in küçücük çocukları dünyanın bütün bombalarına rağmen orada yaşamını sürdürüyor ama görülmüyorlar. Onlar, evet artık söylemekten çekinmeyelim, Hristiyan dünyasının yeni dönem emperyalist saldırılarına karşı mücadele veriyorlar. Buna rağmen onları kendi vatanlarını savunmamakla suçlamak hakikaten acımasızlıktır.
Cezayir, Libya, Yemen, Irak, Afganistan ve Suriye’de olduğu gibi önce devlet çöküyor, sonra da toplum her türlü müdahaleye açık hâle geliyor. Bugün İslam dünyasında birçok devlet yok hükmündedir. Batı karşısında durmaya çalışan bütün muhalif unsurlar devletleriyle birlikte çöküşe sürükleniyor. Neredeyse büyük saldırı öncesi durumu yaşıyoruz. Mısır’da dahi süreç bu şekilde devam ederse büyük bir karmaşa ve çöküş kaçınılmazdır. Bir vakit sonra orada da benzer tablolarla karşılaşmamız şaşırtıcı olmayacaktır.
Fetullahçı Terör Örgütü’nün 15 Temmuz darbe girişimindeki hedeflerinden biri benzer bir şekilde, yönetilemez bir Türkiye meydana getirmekti. Devletin yönetilemez bir seviyeye düşürülmesiyle millet her türden müdahaleye açık hâle gelecekti. 12 Eylül 1980 öncesine benzer bir şekilde Türkiye kamplara bölünecek ve taraflar arasındaki kavga, terör faaliyetleri olarak sunulacaktı. Şimdi cezaevinde tutuklu bulunan Ali Bulaç’ın hangi amaçla dile getirdiğini bilmediğim NATO müdahalesi de bu aşamada devreye girecekti. Bütün coğrafyamızın tehdit altında olduğunu gösteren bir örnektir 15 Temmuz darbe girişimi.
Halep, yapayalnız, kendi evlatlarıyla bütün dünyanın saldırıları karşısında direniyor. Halep bütün Doğu’nun, İslâm dünyasının namusu için direniyor. Aslında hepimiz için direniyor. Devletsiz, silahsız, ekmeksiz olmasına rağmen Halep ve Halepliler bütün dünyaya meydan okuyor. Bizim için de direniyor Halep. Çünkü bu coğrafyada şehirlerin ve ülkelerin kaderleri birbirine bağlıdır. Bu direnişi önemsemeliyiz. Orada bir kahramanlık destanı yazılıyor.