Önceleri tarih kitaplarında okuyorduk, ama şimdi benzer hadiselerin bizzat içinde yaşıyoruz. Coğrafyamıza yönelik en şiddetli ve kapsamlı saldırılardan biri de bizim yaşadığımız döneme denk geldi. Olağanüstü bir direnişin sembol şehri Halep düştü, emperyalistler ve onların yerli uzantıları Halep’te geçici bir kazanım elde ettiler. Fakat unuttukları bir hakikat var: Emperyalizme karşı mücadele bu coğrafyanın her karış toprağına adeta bir desen gibi işlenmiştir.
Osmanlı son anına kadar direnmişti. Batı Avrupa emperyalizmi, Memalik-i Osmaniye haricinde kalan dünyanın neredeyse tamamını hâkimiyeti altına almıştı. Atalarımız varını yoğunu ortaya koyarak yüzyıllara varan bir zaman diliminde emperyalist saldırılar karşısında durdu. Aslında Osmanlı açısından sadece 19. yüzyılın dinamizmini kavrayabilsek, atalarımızın mücadelesini daha iyi anlayabileceğiz fakat nedense zihnimizde o dönem hakkında çok ciddî önyargılar var. Bu önyargılar nedeniyle emperyalizme karşı verilen bu amansız mücadelenin birikimlerinden yararlanamıyoruz.
Atalarımızın yüzyıllara varan direnişi coğrafyanın kaderini belirledi. Geçmişte coğrafyamıza aç kurtlar gibi saldıranlarla bugünküler neredeyse aynı ülkelerdir. Emperyalizme karşı direniş kültürü, bu coğrafyanın kaderine işlendiği için Halep ve Şam’dan çıkıp Çanakkale’de şehit düşenlerin bıraktığı izler hâlâ Gelibolu yarımadasındadır. Çünkü o zaman aynı bayrağın, aynı sancağın altındaydık.
Bugün yine aynı bayrağın altında toplanmaya başladık. Yine coğrafyamızda İngilizler ve onların güdümündeki İsrail, onlarla birlikte Fransızlar, Ruslar, Almanlar, Amerikalılar cirit atıyor. Bu güçler coğrafyamızın kendi kaderini belirleme iradesini kırmak için saldırıyor. Tuhaf bir şekilde onların arasına İran da katıldı, hevesle bekliyorlarmış. Anlaşılıyor ki 1925’te İran’da Fars hâkimiyetinin tesis edilmesini sağlayanlar, ortaya çıkan bu yeni gücü kime karşı kullanacaklarını çok iyi biliyorlardı. İran onları şaşırtmadı.
Bugün coğrafyamızdaki bütün yabancı unsurlar kendilerini açığa vurmak zorunda kalıyor. Çünkü biz onları görüyor ve biliyoruz, çok uzun zamandır görüyor ve biliyorduk fakat istedik ki kimlerle iş tutmuş oldukları iyice anlaşılsın. Bizim geriye çekilmemizi istediler, coğrafyamızın kaderini bu satılmışlar güruhuna teslim etmemizi beklediler. Çok uğraştılar bunun için. Her türlü yalan ve desise ile direniş kültürünü öldürmeye çalıştılar. Biz geriye çekilmeyince açığa çıkmak zorunda kaldılar. Bu durum bazıları için ilk anda acı veren bir hakikat şeklinde görülse de gerçekte bu ülkenin ve coğrafyanın bekçileri için şaşılacak bir durum değildi. Çünkü bizler, emperyalistlerle iş tutanları en başından itibaren görüyor ve biliyorduk. Onların sesleri çok çıkıyordu ama çıkardıkları sesler kimliğimize ve tarihimize yabancıydı.
Neredeyse yarım yüzyıl boyunca kendini gizleyerek milletimize karşı düşmanlık biriktiren FETÖ’nün açığa çıkmasıyla yeni bir dönem başladı. Düne kadar her türlü yalanla gerçekliği gizleyen bu güruh 15 Temmuz’da açığa çıkmak zorunda kaldı. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi atalarımız bu toprakların emperyalistlere bırakılamayacağını, ölüme giderek ispat etmişlerdi. Bu iradeyi aşamayacaklarını görünce 15 Temmuz uğursuz darbe girişimi ile karşımıza çıktılar. Artık gizlenme ayrıcalığını kaybettikleri için FETÖ ile İran’ın birlikteliği gün yüzüne çıktı. Eğer FETÖ, 15 Temmuz’da başarılı olsaydı Türkiye’nin yüzleşmek zorunda kalacağı gerçek, bugünkü ile kıyaslanamayacak kadar ağır olacaktı.
Şimdilik Halep’te “bizimkiler” kaybetti. Beş yıl boyunca dünyanın bütün güçlü devletlerine karşı savaştılar. Sadece Halep’te değil, vatan belledikleri bütün Suriye’de mücadele ettiler, ama olmadı. Artık onlar için hicret vaktidir. Ne kadar uzaklara gidebilirler, bilinmez. Bir daha ne zaman sevimli yurtlarına dönmeyi başaracaklar, bunu da bilmiyoruz. Kaybetmek böyle bir şeydir, sonu acılarla doludur. Hatlar bir kere çözüldü mü yeni bir hat oluşturmak için öncekinden çok daha fazla mücadele vermek gerekir. 1918’den sonra kurulan emperyalist düzenin bozulması kolay değil.
Şimdi sıra bizdedir. Suriyeli kardeşlerimiz yüzünü bize çevirmiş vatanımızı onlarla paylaşmamızı istiyor. Biz onlara yurdumuzu açacağız. Onlar da bu ülkede bizimle yaşayacak ve yarınlarını kurmak için bizimle birlikte mücadele edecekler. Zor zamanlarında onlarla birlikte olmak için elimizden ne geliyorsa yapacağız. Elimizden geleni yaparken de yüksünmeyeceğiz. Suriyeli kardeşlerimizin acılarını paylaşacağız. Paylaşacağız ve öfkemizi ayakta tutacağız. Vazgeçmeyeceğiz, onlar da vazgeçmeyecek. Coğrafyamızda yuvalanmış yabancı unsurlara karşı mücadelemizi birlikte sürdüreceğiz.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’ye kastetmiş terör örgütlerine karşı seferberlik çağrısını da Halep’in düşmesi ve 15 Temmuz darbe girişimi çerçevesinde anlamak gerekir. Bahsedilen terör örgütlerinin ortak özelliği milletimize, ülkemize, devletimize ve dinimize karşı düşmanlıklarıdır. Bu örgütlerin başında FETÖ, PKK ve DEAŞ gelmektedir. Bunların arasında özellikle FETÖ’nün çok geç fark edilmiş olması konu hakkında kafa karışıklığının hâlâ devam etmesine yol açıyor. Oysa FETÖ en az DEAŞ ve PKK kadar bu topraklara yabancıdır. Bu lanet yapının uğursuz elemanları 15 Temmuz gecesi Köprü’de, Emniyet’te, Saraçhane’de, Kazan’da insanlarımız kurşunlara hedef olup birer birer şehit düşerken sevinç çığlıkları atıyordu. Halep düşerken sevinç çığlıkları atanlarla bunlar arasında hiçbir fark yoktur.