Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Nükleer Güvenlik Zirvesi için Amerika’da bulunduğu zaman diliminde FETÖ’nün sergilediği Türkiye karşıtı eylemler, Fethullah Gülen grubunun gelmiş olduğu yeri ve bundan sonra tabi olacağı evrimleşme sürecini anlamak bakımından çok önemli ipuçları barındırmaktadır. FETÖ elemanları, Cumhurbaşkanı ve ekibini sürekli olarak takip ederek ve görünür alanlarda Ermeni diasporası ve PKK ile aynı karenin içinde yer alarak eylemler gerçekleştirmiştir. Fethullahçı grubun ısrarlı bir şekilde bu türden gösteriler içinde yer alması, onların bilinçli bir organizasyonun parçası olduklarını gösterir. Türkiye’yi karalamaya ve kendi coğrafyasında hareket kabiliyetini yok etmeye matuf bu çirkin gösteriler, Gezi Parkı eylemlerinin hedefine ulaşamamasından sonra 17-25 Aralık ve MİT Tırları baskınlarını kurgulayanların eseridir.
Fethullahçı yapının Amerika’da sergilediği Türkiye karşıtı eylemler, katılım zayıf olsa da meydana getireceği dönüşüm açısından önemlidir. Gülen, bu eylemlerle kendi grubunun marjinal bir kimliğe bürünmesine yol açmıştır. Bütün marjinal grupları bekleyen sonuç bu şekilde gerçekleşmiş oldu. Marjinal grupların içinde yaşadıkları ülke, millet, dil ve dine karşı yabancılaşması, karıştıkları “suç”larla katmerlenir ve kendilerini dönüşü olmayan eylemler zincirinin içinde bulurlar. Böylelikle kopuş, vatansızlaşmayı zorunlu kılar. Grup temsilcilerinin Amerika’daki Türkiye karşıtı eylemlere katılımının sınırlı olması, Fethullahçı yapı için eylem yapma bakımından radikal bir değişimin zorluğundan kaynaklanmaktadır.
Gezi Parkı eylemlerinin, son dönemlerde, Recep Tayyip Erdoğan’a karşı önceden tasarlanmış en güçlü hamle olduğunu tekrar etmekte bir sakınca görmüyoruz. 17-25 Aralık ve MİT Tırları baskınları esas olarak daha başka amaçlara da hizmet ettiği için Gezi Parkı eylemleriyle kıyaslanamaz ve farklı değerlendirilmelidir. Gezi Parkı eylemleriyle Erdoğan’ı deviremeyen güçler, bu başarısızlığın Gülen cemaatinin Türkiye’deki etkinliğini zayıflatacağını gördü. Çünkü Gülen ve ekibi Gezi Parkı eylemlerinin merkezinde yer almıştı. Bu durum, hadiselerin muhatapları için bir sır değildi. Bu sebeple Fethullahçı yapıyı ellerinde tutanlar, 17-25 Aralık ve MİT Tırları baskınları ile gruba yeni bir yol haritası çizmiş oldular. Bu yol haritası, grup bünyesinde yer alan iş yapabilirlik özelliğine sahip elemanların yurt dışına taşınması ve Türkiye’yi yıllar boyunca uğraştıracak yeni bir diasporanın meydana getirilmesi amacıyla çizilmiştir. Fakat Fethullahçı yapı yeni dönemin şartlarına uyum sağlayabilecek bir mücadele tecrübesine sahip olmadığı için ciddî bir değişime ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır.
Gülen grubu, bu eylemleri yapma kabiliyetine sahip değildir. Bu sebeple onların bir dönüşüme tabi tutulması gerektiğini düşünenler öncelikle grubun içinde etkin mevkilerde bulunan bazı kimselere eylem tecrübesi kazandırıyorlar. İlk tecrübeleri Türkiye’de gerçekleştirdikleri eylemlerle elde etmeye çalıştılar. FETÖ’nün Türkiye’de sol gelenek içinde yer alan marjinal örgütlerle işbirliğinin amacı, Fethullahçı yapıyı farklı eylemlere alıştırma amacına hizmet etti ve bu devam edeceğe benziyor. Türkiye içinde marjinal örgütlerle gerçekleşen işbirliği dışarıda da sürdürülmektedir. Bu açıdan Cumhurbaşkanı’nın gezisi bir fırsat olarak görüldü ve değerlendirildi.
FETÖ’nün Türkiye’de başlayan ve Amerika’da devam eden yeni dönem eylem biçimi radikal bir dönüşüm anlamına gelmektedir. Bu yeni eylemlerle onlar kendilerini çok uzun olmayan bir zaman diliminde yepyeni bir dünyanın içinde bulacaklar. Bu süreçte grup içinden bazıları kişisel anlamda kazançlı çıkabilir, fakat ekseriyet için aynı durumun geçerli olacağını zannetmiyoruz. Çünkü bu baş döndürücü yabancılaşma ve kopuşun nihaî hedefi alt emperyal bir güç olmaktır.
Batı emperyalizmi Doğu’da kurduğu hâkimiyeti geleceğe taşımak gayesi ile farklı yöntemler kullandı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan emperyalist düzen, Batı’nın eğitim, ticaret, sanat, edebiyat vs. araçlarla Doğu’dan devşirdiği elemanlar üzerine kurulmuştu. Bu sistemde devşirenler ile devşirilenler arasında doğrudan bir temas olsa da birincilerin ikinciler üzerinde mutlak bir üstünlüğü vardı, bir nevi efendi köle ilişkisi. Bu düzen iki kutuplu dünyanın yıkıldığı 1990’lara kadar devam etti. Sistemin varlığını devam ettirdiği zamanlarda Doğu’nun kendi içinden çıkardığı sahici güçler, sisteme karşı önemli başarılar elde edebiliyordu. Bu başarılar, efendi köle ilişkisi üzerine kurulu Batı hâkimiyetinin devam edemeyeceğini gösteriyordu.
Fethullah Gülen ekibi, Batı’nın Doğu üzerine hâkimiyetinin devamı için yeni bir yöntem arayışından doğmuştur. Yeni sistemde Batı doğrudan devşirme faaliyetlerinin içinde yer almamaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan sistemde olduğu gibi yönetici sınıf seküler karakteri ile öne çıkmayacak, dinî bir renge bürünecektir. Burada asıl belirleyici olan ise devşirme işini yapan kurumların dinî renge bürünenlerin elinde olmasıdır.
Gülen cemaatinin steril bir ortamda büyüyüp gelişmesi her türden operasyon için elverişli bir kimliğe sahip olmasına imkân tanıdı. Varlığını eylemsizlik üzerine bina etmiş bir yapının kolaylıkla en radikal eylemlere adapte olması hadiselere dışarıdan bakan bir kimse için anlaşılmaz bir durumdur. Fakat grubun bu kadar kısa bir zaman içinde dönüşüm geçirmesi, Gülencilerin ideolojik kimliğini tanıyanlar açısından şaşırtıcı değildir. Bu grup, aidiyeti olmayan insanlar topluluğudur. Grubun yeni bir eylem türüne geçişi sadece zaman bakımından sorun çıkaracaktır. Fethullah Gülen’in grup için yarattığı Türkiye düşmanlığı onların yeni kimliğini besleyen kaynaktır.
Fethullah Gülen’in kontrolünde ve yönlendirmesiyle Türkiye içinde başlayan ve Amerika’da bizzat Türkiye karşıtlığına dönüşen eylemler, grup üyelerini ciddî bir dönüşüme tabi tutacaktır. Önümüzdeki zamanlarda Fethullahçıların tabi olduğu dönüşümü hep birlikte göreceğiz.