Her ne kadar kullanmasa da ilk ismi bir Müslüman ismi olan Barack ‘Hussein’ Obama, Amerika tarihinin ilk siyahi başkanı olarak seçildiğinde büyük bir şaşkınlık yaşanmıştı. Seçildikten kısa süre sonra Türkiye ve Mısır’a bir ziyaret gerçekleştiren Obama, (Mısır’da darbe oldu, Türkiye’de de çok sayıda darbe girişimi) Müslümanlara ‘barışalım’ çağrıları yapıyordu. Neyse ki bu şaşkınlık uzun sürmedi ve bildiğimiz Amerikan politikalarında hiçbir değişiklik olmadı. Obama’nın yaptığı sadece söylem değiştirmekti. Sözde daha ‘ılımlı’ bir söylem…
Türk halkının Amerika seçimleriyle ilgili bir beklentisi olmadığından, bir umut dolayısıyla bir sevinç ya da üzüntü duygusu geliştireceğine pek imkân vermiyorum. Fakat Obama seçildiğinde oluşan şaşkınlık hissinin Trump’tan sonra zirveye ulaştığını çok rahat görmek mümkün. Ve bununla birlikte gizli bir sevinç var yüzlerde. Kabul edelim ki; Amerikan kamuoyu gibi Türkiye kamuoyu da -Trump’ın seçilmesinden yana görünse de- böyle bir sonuç beklemiyordu. Çünkü adaylığından çok, akıl almaz skandallarıyla öne çıkan, Amerikan “talk Show” tiplemesi bu adam, tüm anketlerde geride gözüküyordu. ABD’de etkin yayın yapan 57 medya kurumundan 55’i Trump’a ne şans verdi ne de destek. Diğer iki gazete ise sadece böyle bir ihtimal olduğunu yazabilmişti. Şansı o kadar azdı ki; Türkiye’deki ortağı Aydın Doğan’ın gazetesi Posta bile daha sandıklar açılmadan Hillary Clinton’ı manşetten “başkan” ilan etti. Ertesi günkü özür açıklamasında ise “taşra oylarını” hesaba katmadıkları için hata yaptıklarını açıkladı.
Posta özür dilerken; tüm dünyanın Amerikan seçimleri ile yüzleştiği bir gerçeğe dikkat çekti aslında. “Taşra oyları”na! Türkiye’de 3 Kasım 2002’den beri aralıksız seçim kazanan “taşra”, medya devlerini ve anket piyasasını yine yanıltmıştı. Şimdi tam burada; Amerikalıların ve dünyayı yöneten egemenlerin artık Amerikan sosyolojisinin iflasını konuşması gerekiyor. Ülkemizdeki Beyaz Türk’lerin akıl hocası Amerikan elitleri konuşmasa bile bizlerin mutlaka masaya yatırması gereken bir sonuçla karşı karşıyayız.
Elbette Trump’ın seçilmesi siyasi bir sonuç, fakat Amerikan sosyolojisi diye bir disiplin de var. Kendi toplumunu okuyamayan, reflekslerini fark edemeyen ve güncellemeyen bir Amerikan sosyolojisinden bahsediyoruz artık. 2002’den beri AK Parti ve Erdoğan’ın seçim zaferlerini öngörememekle birlikte sonuçlarını doğru tahlil edip, kendilerini dahi ikna edici bir tespitte bulunamayan Türkiye burjuvazisi ile Amerikan burjuvası, Trump’ın seçim zaferi ile aynı sosyolojik sarsılmayı yaşamış oldu. Türkiye’deki Beyaz Türkler de Hillary Clinton’ın kazanacağını düşünüyordu. Bu yüzden Trump’ın seçim zaferi için; Amerikan sosyolojisinin, hem ABD ve hem de Türkiye’de hezimeti olmuştur diyebiliriz.
Bu sonuçlar ve kıyaslamalar bizleri Trump-Erdoğan eşitlemesine götürmez ve böyle bir analizin asla akıllardan geçmemesi gerekir. Bir kere Erdoğan siyasi bir lider, Trump için böyle bir sıfatı dillendirmek onu seçenlerin bile zihninde canlanmıyordur. Diğer yandan, Trump da tıpkı Recep Tayyip Erdoğan gibi sermaye sınıfı tarafından sevilmiyor. 2002 ve 2007 şartlarındaki sermaye gruplarının Erdoğan’ı sevmeme nedenleri belliydi. Enkaz halinde devraldığı Türkiye’yi yönetmeye başlayan Erdoğan, gelir dağılımı ve adalet ilkesinden yola çıkarak sermaye sahiplerinin dev kazançlarından yoksulların payını deyim yerindeyse söküp aldı. Hortumlarını kesti, vurgunlarını önledi. Türkiye’deki patronlar, kârlarından zarar etmeye razı olmadıkları için de Erdoğan’ı hiç istemediler.
Trump’ın ise ne zenginden alıp fakire verecek bir insani duruşu ne de böyle bir antikapitalist söylemi var. Her ne kadar Amerikan burjuvazisini korkutsa da, Trump kendisi burjuva ve dev yatırımları olan bir işadamı. Bütün siyasi hamlelerini kendisi için, yani sermayesine yapıyor. Hatta yoksulları da hedef yapmış durumda, adeta onlara yaşam hakkı bile tanımıyor. Amerikan sermaye gruplarının Trump’ı istememesi ve onunla çalışamayacaklarının bir göstergesi de yoksullar zaten. Fakat bu da insani bir duruş değil. Trump, patronların elindeki milyonlarca ucuz işçiyi ABD’den göndermeyi vaat ettiği için istenmiyor. Ortada tam bir çıkar ve kar-zarar ilişkisi var. ABD’yi yöneten kurumların başının Trump döneminde ne denli ağrıyacağını da buradan kestirebiliyoruz.
Bizim “gizli Trump hayranlığımız”ın nedeni de buradan kaynaklanıyor zaten; olası bir karışıklıktan. Ülkeleri işgal edip, coğrafyaları terör belasına boca eden Amerika’nın siyasi sebeplerle sarsılacak olmasının sadece Türkiye ve çevresine değil tüm dünyaya rahat bir nefes aldıracağı beklentisi oluştu bir anda. Sokaklara dökülen ABD’liler, bölünme söylemleri, kaos senaryoları Obama’nın özellikle Müslüman halkları uğrattığı hayal kırıklığı ile birleşince kendimizi “yesinler birbirlerini” demekten geri alamıyoruz.
Bunun yanında, ülkemizi elimizden almaya kalkışan Fetullah Gülen ve örgüt mensuplarını iade etme eğilimi, sınırımızdaki terör örgütleri DEAŞ ve PYD’ye yönelik söylemleri ile Trump, Türkiye için ehveni şer bir ABD başkanı görüntüsü çiziyor.
Yoksa Müslümanların ABD’ye girişinin yasaklanması çağrısında bulunan, Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma sözü veren, yoksulların ellerindeki son lokmayı da midesine indirmeyi amaçlayan ve hemen her konuşmasında ırkçılık yapan, kadınlara ahlak dışı bir şekilde hakaret eden kontrolsüz bir burjuvaya muhabbet beslemek, politikalarından medet ummak gibi durumlar Türkiye halkı için söz konusu bile olamaz.