Gerçek Hayat bu toprakların bin yıllık sözüdür

Gerçek Hayat’ı yayına hazır­larken inanılmaz bir coşku hissediyorum. Bu coşku, azim, içtenlik nereden kaynaklanıyor emin değilim ama yayın toplantıları ya­parken, konuları belirlerken, ekip arkadaşlarımla tartışır­ken, hazırlanan dosyaları okurken, eksikliklerini sor­gularken hiç yorulmadığımı fark ettim. Sanki üniversite yıllarında, bütün idealleri­mizle İzmir’den İstanbul’a gelip, dergilerde gönüllü çalıştığım yılları yeniden yaşıyorum.

O zaman da hiç yorulmu­yor, usanmıyorduk. Hiçbir beklentimiz yoktu. Hep bir mücadelemiz, kavgamız, sözümüz vardı ve o sözü nerede söyleyebileceksek, o kavgayı nerede verebile­ceksek oralara koşuyorduk. Kimse bize “gel” demiyordu, “çalış” demiyordu, “emek” demiyordu. Harçlık bile beklemezdik. Aç kalmak umurumuzda değildi. Gün­lerce bodrum katlarında, kağıt stoklarının arasında, koltuklarda uyuyor, “bir şey yapabilmenin” müthiş hazzını alıyorduk.

İşte Gerçek Hayat’ı hazırlar­ken kendimi bir anda aynı ruh hali içinde buldum. Artık koca koca yayın organlarımız vardı, yüzlerce insan birlikte çalışıyorduk, Türkiye’nin ana gündemini belirleyen veya yönlendiren etki gücümüz vardı. Kavga, mücadele çok daha büyü­müş, Türkiye sınırlarını aş­mış, coğrafyayı kaplamıştı.

Artık küresel bir mücade­lenin, bin yıllık bir tarihi hesaplaşmanın parçasıy­dık. Suriye’yi tartışıyor­duk, Rusya nükleer silah kullanmakla tehdit ediyor­du, Ortadoğu’nun haritası yeniden çiziliyordu ve biz yüz yıllık suskunluğa son verme, yeniden coğrafya ile bütünleşme mücadelesi içindeydik. Tarihe daldık, geçmişe gittik, hafızamızı yeniledik, kendimizi yeni­den keşfettik. Bölgemizi, ülkemizi, insanlarımızı, ortaklıklarımızı, iddialarımı­zı yeniden kavradık.

Artık 1980’lerle başlamı­yordu hiçbir şey. Yüzyıllar öncesine, Selçuklu’ya, Os­manlı’ya gidiyor, Endülüs’e uzanıyorduk. “Selahattin” diyorduk, “Yavuz” diyor­duk, “Kut-ul Amare” diyor­duk, “Kanal muharebesi” diyorduk, “Gazze savaşları” diyorduk, “Kudüs’ün işgali”ni sorguluyorduk. Bir baktık ki coğrafyamızdaki şehirler kadar yaşlıymışız, onlar kadar sabırlı, onlar kadar kalıcı, onlar kadar direnç­liymişiz. Bir baktık ki bizler o şehirlerin ta kendileriy­mişiz, hesaplaşmamız bu yüzdenmiş. İmparatorluklar eskiten, devletler tüketen o şehirlerin izindeymişiz, kavgalarımız onlar kadar büyük, onlar kadar tecrübe­liymiş.

Sınırları aşan, coğrafyayı kaplayan o kavga, o mü­cadele, o idealler aslında yıllar önce o kağıt stokları arasındaki azmimizin tam da kendisiymiş. Bugün ulaş­tığımız coğrafya o zamanlar yüreğimizde yaşıyormuş. O mücadele bu yüzdenmiş. O ruh, bugünlere hazırlık içinmiş.

Gerçek Hayat işte böyle bir mücadelenin yayın organı. Yayına hazırlarken yaşadı­ğımız coşkunun sebebi bu yüzden olmalı.

Bu sayıda dopdolu bir içerikle geliyoruz karşınıza. 17-25 Aralık darbe girişimi­nin belki hiç duymadığınız ayrıntılarını bulacaksınız bu sayıda. Ersin Çelik’in hazırladığı dosya tartışmala­ra neden olabilecek türden. “O gece ne oldu” sorusunun cevaplarını aradığımız ça­lışmada, Tayyip Erdoğan’ın evini basmaya hazırlanan şebekenin kirli planlarını, karanlık yüzünü göreceksi­niz. Emniyet ve Adliye’deki kavgaların ayrıntılarını okuyacaksınız.

Turgay Bakırtaş’ın “Twitter mafyası” Müslüman kimliği ile sosyal medya yüzsüzlü­ğü arasındaki çarpıklığı yü­zümüze çarpacak türden. “Müslüman kimlikli insanlar nasıl böyle şantajcı oldu” sorusuna cevap aramak hepimizin boynunun borcu sanırım.

Emeti Saruhan’ın “Kudüs’ü ziyaret haram mı helal mi” sorgulaması, Sevda Dur­sun’un Zekeriya Kurşun’la Katar üzerine yaptığı derinlikli söyleşi, Hasanali Yıldırım’ın “Fetih Otağı’ndan Bizans Merkezi’ne” başlıklı ibretlik yazısı bu sayıya müthiş zenginlik kattı.

Ayça Örer’in, benim için olağanüstü değeri olan Ba­hattin Yıldız için hazırladığı portre sadece bir başlangıç. Bundan sonraki her sayıda, Anadolu’muzun kendini hiçbir zaman öne çıkarma­yan o direnç abidelerinin portresini bulacaksınız.

Gerçek Hayat bizim için, yıllar önce coğrafyamızı yüreğimize sığdıran o ruh, bugün elimizi bütün kimlik haritamıza uzatan duruş­tur. Kavga ve merhametle yoğrulan direnç, bu toprak­lardaki bin yıllık bir sözdür.

Bu söz ve duruş, Gerçek Hayat’ın yayın politikası, kimliğidir.

İbrahim Karagül

Gerçek Hayat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni