Yıl 1996 idi, eminim. Avrupa’da eğitim gören bir arkadaşım evimize misafir gelmişti. Konu her zaman olduğu gibi FETÖ meselesine geldi (Daha önce yazdığım gibi bizim İzmirli arkadaşlar FETÖ lideri için FETÖ kısaltmasını kullanırdı. Bu kısaltmanın ima ettiği birtakım anlamlar vardı fakat esasen bu kısaltma ile şahsın üzerindeki kutsiyet perdesi yırtılıyordu. O zamanlar sadece bu kısaltma bile kendi başına bir duruş ifade ediyordu). Fetulahçılık konusu bizim arkadaşlar için bir hayat memat meselesiydi. Tarihin aklımda berrak bir şekilde kalmasını sağlayan, hayatımda çok önemli başka bir olayın aynı yılda yaşanmasıdır. Ele almak istediğim konu açısından isimlerin çok önemi yok, bu sebeple bahsedeceğim kişilerin adlarını yazmayacağım.
Sohbet sırasında konu FETÖ’ye gelince işin rengi değişmeye başladı. Bir zamanlar birlikte hareket ettiğimiz bazı arkadaşlarda küçük değişimleri görüyorduk. Eğitim gördüğü Avrupa şehrinde bulanan Türkler arasında Fetulahçılara karşı bir eğilimin varlığı kullanılan ifadelere yansıyordu. Özellikle FETÖ’nün 1990’ların ikinci yarısındaki yükselişi bir başarı hikâyesi olarak işleniyordu. Bu hikaye zihinleri değiştiriyor, Fetulahçılar ile İslamcı gelenek arasında ilişkiler kuruluyordu. Misafirim de aynı yaklaşımı benimsemiş, Fetulahçıların başarısını geleneği temsil etmekle izah etmişti. Hatta bu yaklaşımı o dönemde Avrupa’da yaşayan ve yavaş yavaş bizim basında öne çıkmaya başlayan bir kişinin sözüyle örnekledi. O da böyle düşünüyor, Fetulahçıların geleneği başarılı bir şekilde temsil eden İslamî yapı olduğunu söylüyor, dedi. (Bu üçüncü kişinin yıllarca en üst seviyelerde görevler alması, toplumun ve devletin FETÖ’ye yönlendirilmesinde aktif rol oynaması benim için anlamlıdır. Bu şahsı hâlâ ekranlarda görüyorum ve konuşmalarında herhangi bir pişmanlık izine rastlamıyorum.)
Muhatabıma FETÖ’nün ve örgütünün geleneği temsil etmek şöyle dursun, eğer gelenek diye bir şeyden bahsedilecekse, onların bunun tamamen dışında olduğunu; İslam tarihinde ortaya çıkmış vakıf, tarikat vs yapılarla görünüşte bir benzerliğe sahip olduğunu, masonik bir yapılanmadan bahsetmemiz gerektiğini anlatmaya çalıştım. Bu olaydan yıllar sonra İsmet Özel, FETÖ için, kilisenin problemidir, dediğinde, gerçekten kimse bir şey anlamadı. Eğer anlamış olsalardı bugün FETÖ meselesini İslam tarihinde ortaya çıkmış tarikat, cemaat, Ehl-i sünnet, Şia, Maturidilik, Eşarilik, Selefilik vs. bağlamında tartışmazlardı. FETÖ, Adnancılık vs kirli yapıların; kedicik, katalog evliliği, cinsel sapkınlık, nesil güvenliğinin ortadan kalkması, katı hiyerarşik örgütlenme; İsrail, Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa istihbarat servisleriyle gece gündüz birliktelik; Haçlı sevgisi gibi bir kalemde havada uçuşmaya başlayan özelliklerini ehl-i sünnetin tasavvuf, tarikat, irfan geleneği ile mi yoksa akılcılığı öne çıkaran düşünme biçimi ile mi izah edeceğiz. Böyle bir yaklaşım, olsa olsa, düşünsel sefaletin boyutlarını gösterir.
İslamcı hareketlerin ve fikirlerin gerçekten incelenmediğini anlıyoruz. Bugün hâlâ İslamcılık meselesi gündeme geldiğinde konunun “-cılık” eki üzerinden yürütülmesi karşısında insan nefes almakta zorlanıyor. Oysa 1980’lerin ortasında Adnancıların şu meşhur kitabı bizim arkadaşlarda bir istihkar uyandırırdı. Çünkü artık fikrî arayışlar dönemine girilmiş, yepyeni mecralara doğru kulaç atılıyordu. O dönemin fikrî ürünlerinde genel anlamda güçlü bir edebiyat, sanat, felsefe dilinden bahsedilemez belki ama güçlü bir “arayış”tan bahsetmek abartı değildir. Adnancılar da dâhil arıdan, böcekten, elmanın çekirdeğinden, aşırı derecede soyutlaştırılmış komplocu yaklaşımlardan dem vurulurken İslamcı edebiyat gündelik hayatta karşılaşılan sorunlara odaklanıyordu. FETÖ, Adnancılar ve diğerlerinin İslamcılığı “-cılık” eki üzerinden ötekileştirmesi de bu döneme tekabül eder.
1990’ların ortasında FETÖ hakkında kesin kanaat oluşabilirdi. Çünkü Birinci Körfez Savaşı’nda FETÖ’nün İsrail yanlısı tutumunu açık etmesi karşısında bizim arkadaşlar, Yahudi sermayesi ile bu yapı arasında kurulan yakın ilişkiye dikkat çekmeye başladı. Eğer FETÖ’cülük İslam tarihinin bir meselesi olsaydı, bu yapının ve benzerlerin herhangi İslamî bir mesele hakkında şu veya bu görüşünden bahsederdik. Hâlbuki Adnancılar da dâhil, bu karanlık ve kirli yapıların Amerika ile, İsrail ile, Masonlar ile, Avrupa ile, küresel sermaye ile bağlantılarından, karanlık ve kirli ilişkilerinden; Türk ve İslam dünyasına, coğrafyamıza, tarihimize, milletimize karşı kurulmuş ittifaklarından, örgütlü terör eylemlerinden bahsediyoruz. Bu karanlık ve kirli ilişkileri herhangi bir gelenek ile izah etmek mümkün değildir. Olsa olsa emperyalist çağda kurulan ilişkilerin üzerine bina edilmiş bir gelenekten bahsedebiliriz. Böyle bir ilişkiselliğin dinî kavramlarla izah edilemeyeceğini bilmek gerekir.
Bu yapılar ve benzerleri İslam tarihinin herhangi bir düşünce geleneğini sadece bir örtü ya da marka şeklinde kullanmaktadır. Daha doksanlarda ve iki binlerde FETÖ’nün gücüne tabi olmayı içselleştirenlerin, onlarla ilişki kurmayı kişisel gelecek tasarımları için elzem görenlerin konumlarını başka bir bağlamda ele almak gerekir. Sömürge zihniyeti, sömürgecilik ilişkileri, Batı emperyalizmi, Haçlı zihniyeti, devşirme ve devşirilme modern kavramlardır ve modern sorunlara işaret eder. Esasen İslamcılık da bu modern sorunlar karşısında tavır alma biçimidir. Bu düşünce biçiminin herhangi etnik aidiyete kurban edilmesi elbette üzüntüye sebep olur. Zira bu da emperyalist ilişkiler çerçevesine dâhil edilecek bir ilişkiselliktir. Muhafazakâr muhalefet yapılarının da aynı çerçeveye dâhil edilmesi gerekir.
Yıllar sonra bizim İzmirli arkadaşlardan ayakta kalanlar hâlâ FETÖ kısaltmasını kullanıyor. Dil alışkanlığı, ne yapalım! Dedim ya, bu tarz bir ifade kutsiyet perdesini yırtıyor. 2014’ten sonra adalet mekanizmasının FETÖ tanımı bize hiç de yabancı değildi. Bugünlerde faal birçok kimsenin yabancı gelmemesi gibi.