Geçti bir kervan Tuna’dan

Bazı duygular vardır, onları açmak ve yazmak için biraz vaktin geçmesini beklemelisin çünkü o anda tutukluk yapar, bir şey oldu ama olan nedir sorarsın açıklayamazsın. Zamanla o yoğun duygu demlenir ve ruhundaki gözenekler açılır gibi bir nefes dolar içine. Konuşsan yüreğin sımsıkıdır açmaz içini, gırtlağına bir düğüm saplanır çıkmaz hiçbir şey. Zamanla nefes ala ala düğüm çözülür. Genelde şahsen böyle bir olay yaşadığımda insanlık hali duygulanırım; önce tutukluk yaşarsam da düğüm atılır ve konuşamam, sadece gözyaşı dökerim. Hayatımda birkaç kez kalabalık ortamlarda böyle bir şey yaşadım. Şansım olsaydı da yalnız olsaydım, keşke kimse görmeseydi diye içimden geçirdiğim oldu. Gözyaşı özel bir şey, insanların içinde olunca da sanki herkes o anda yüreğini, ruhunu görmüş gibi hissedersin. Kaçmak istersin ama çocukça gelir. Kalmak istersin bu sefer de tamamen kitlenirsin. Bu yazımda sadece ikisini açmak istiyorum; birincisi beş yıl önceki, ikincisi birkaç hafta önceki. Şahidim şairler ve yazarlardı, bu yüzden de bu ikisine değinmek istiyorum.

2013 yılında, tam Gezi Olayları yeni başlamışken Elazığ’a gitmem gerekiyordu, “Hazar Şiir Akşamları”na ülkemi temsilen katılmıştım. Gezi Olaylarını bilirsiniz, en çok üzen tablo benim için Türkiye polisine ve güzelim İstanbul sokaklarına bir grubun saldırmasıydı. Polis çevik kuvvetin kaldığı o zor durum kelimelerle açıklanamaz bence. O polis Türk polisiydi ve tedirgindi, hem olayları yatıştırması hem gençlere zarar vermemesi hem de huzuru ve sokakları koruması gerekiyordu.

Velhasıl, bizim Elazığ’ın şehir meydanında şairler yürüyüş yapacaktık. Önce meydanda mehteran gösterisi yapılacak, ardından mehteran önde biz de ardında yürüyecektik. O yılki şiir akşamı Yahya Kemal Beyatlı’ya adanmıştı. Üsküp’ten yola çıkmışım, birkaç saat İstanbul’da dinlenmiş, aktarmalı Elazığ’a varmıştım. Mehterbaşının her “davula vur” emriyle yüreğime bir sızı saplanıyordu. Tuna nehri akmam diyordu, kolay mı? 10 ülkeden geçen Tuna, Balkanların ortasından geçiyor ve akmam diyor, benim de yüreğimde sanki beş bin top birden patlıyor. Eski, yeni, mazi, Rumeli vesaire derken mehteranın ardına takılıp yürümeye başladık, etrafta bir olay çıkmasın diye de Çevik Kuvvet var. Ben onların yüzüne bakınca kulaklarımda “Olur mu böyle olur mu kardeş kardeşi vurur mu, sizi millet hainleri bu vatan size kalır mı” cümleleri diziliyordu ardı ardına. İstemsizce gözümden yaşlar akmaya başladı, başımı eğdim,  bunu görenler “ne oldu?” diye sordu. O düğüm atılmıştı boğazıma ve haliyle hiçbir şey söyleyemedim. Tek diyebildiğim “Mehteran Üsküp’e doğru yürüse de peşinden gitsem” oldu.

Allah bu güzel vatanı korusun inşallah, inanın bir olmanız diri olmanız ve hep birlikte Türkiye olmanız sadece sizin için değil, bütün etraf ülkelerin de menfaatinedir. Düşman o kadar çok ve öyle sinsi ki şu dönemde bile en çok ihtiyaç duyulan şey kenetlenmek. Biz Balkanlarda birçok badire atlattık, biraz gözünüzü açsanız daha net göreceksiniz. Bence konu ne siyaset ne de seçim, bu artık vatan savunmasıdır. İleriki zamanlarda siyaset yapın ama şu durumda hepiniz vatanı savunan birer askersiniz, oyun büyük ve bu oyunu bozmak sizin elinizde.

Aynı olayı birkaç hafta önce farklı bir şekilde yaşadım, çok değer verdiğim büyüğüm, Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan ve kırk değerli şair-yazar “Edirne’den Mostar’a Kültür Kervanı” başlığı altında bir gezi düzenlemişler. Sakaryalı ama soyadı Tuna olan, Üsküp’ü de kendi vatanı sayan Fahri Tuna ağabey de bana programın Üsküp ayağıyla bilgiler gönderdi. Büyük bir heyecanla bu 40 değerli yazara ev sahipliği yapmak ve onları dinlemek için sabırsızlandık haliyle. Edirne’den yola çıkan kervanın kaldığı durakları sosyal medyadan izledik ve 4 Mayıs akşamı Üsküp’te buluştuk. Heyetin buradaki protokol görüşmelerinden sonra akşam program başladı, yerel yazar ve şairler, bir de anavatan Türkiye’den gelenler duygularını, şiirlerini, yazılarını okudu. Ardından da kısa bir Yahya Kemal Beyatlı paneli düzenledik. Beni duygulandıran, programın düzenlendiği mekânın hemen ileriki sokağı Yahya Kemal Beyatlı’nın çocukluğunu geçirdiği mahalle oluşuydu. Aradan yüz yıl geçmiş ve şairin Üsküp için “Kaybolan Şehir” dediği ve şiirinde geçen “çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene, biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene” cümleleri ruhumda dalgalanıyor, içimden “bak unutmadı dostların seni ve bizi, geldiler, kervan kurup bu diyarlardan geçiyorlar yine” mırıldandım.

Bu esnada D. Mehmet Doğan “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinden bahsediyordu. Üsküplü gençler madem bu şehirde yaşıyorlar şairin şiirlerini de ezberlemeleri gerek diyordu. Mimar Sinan Süleymaniye’yi nasıl inşa ettiyse Yahya Kemal’in şiiri de bu eserin inşası gibidir dedi. Hakikaten o şiirde başka bir şey var, vatanın birliği var, kubbe atında toplanan ve vatan evlatlarının duası var sanki. Bir Üsküplü olarak panelde ben de vardım, bu konuşmadan sonra moderatörlüğü üstlenen TYB Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan ise sözü bana verdi. 2002 yılında üniversitedeyken yaklaşık 15 Üsküplü genç hep beraber “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirini ezberlemiş, bir programda onu beraberce okumuştuk. Ezberimde vardı hâlâ, konuşmama şiirin en sevdiğim kısmından başlayayım dedim

“Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;

Okumaya başladım başlamasına ancak, “Senelerden beri rüyada görüp özlediğim…” benim ruhumu yerle yeksan etti. Bu öyle bir rüya ki karşımda bu şehrin özledikleri, mekânın yanı başında Mustafa Paşa Camii, ardında Kale, iki adım ilerde Kurşunlu Han, o mahalle, çocukluğum, Türk Çarşısı sarmış gibiydi bizi. Şiir vücut buldu sanki beni öyle bir sarstı ki devam edemedim. Sebebini de açıklayamadım, güya birkaç cümle de ben söyleyecektim, bir yandan tutukluk yapan ruhuma kızdım, diğer yandan şiir, derken mecburen “benden bu kadar” dedim. O anı ilerleyen zamanda da açıklayamadım, o ana geri dönsem yine aynı şeyi yaşayacağım diye çekindim. Haliyle hafızamda hiç unutamayacağım bir anı olarak kazındı. O kervan da Üsküp’ten geçti, Prizren’den geçti, İşkodra, Mostar derken 7 ülke 21 şehirden geçti ve Yunus Emre misali “Göçtü kervan kaldık dağlar başında” biz de…

Ardından Ramazan geldi, oruçla iftarın kavuşması gibiydi bizimki de. Rüyada görüp özlediğimizdi. Ne mutlu bize ki gerçekleşmesi mümkün rüyalar görebiliyoruz bazen. Şimdi ıhlamur zamanı yine buralarda, içine çekiyor yine bu şehir. Bizi sorarsanız “cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyiz”…