Gayrimilli ve yabancı bir yapı olarak FETÖ

Gayrimilli ve her türlü dönüşüme uygun bir topluluk şeklinde kimliksiz bir yapı olan FETÖ’nün hangi temellerden hareketle ve hangi yöntemleri kullanarak Türkiye ve İslâm dünyası için bir tehdit hâline geldiği çok önemli bir meseledir. 1960’ların ikinci yarısından itibaren mütemadiyen büyüyen ve büyüdükçe diğer dinî gruplarla herhangi bir şekilde temas kurmadan ve onları yok sayarak bir güce dönüşen FETÖ, 15 Temmuz’a kadar bir iç tehditti fakat bu tarihten sonra tescillenen yeni kimliği ile bir dış tehdit oldu. Fetullah Gülen’in, elli yıllık bir zaman diliminde dinî bir teoloji kurup bizim coğrafyamızda devşirme yöntemi ile kimliksiz ve vatansız lejyonlar oluşturması çok önemli olduğu hâlde bu oluşum hakkında hâlâ ciddî tahlillerle karşılaşmamaktayız.

FETÖ’nün gayrimilli bir hareket olarak kendini kurabilmesi için ideolojik bir temele ihtiyacı vardı. Said Nursî ile hiçbir zaman görüşmediği ve ona karşı herhangi bir sempati beslemediği hâlde Risale-i Nur külliyatını hareketin temel ideolojik dayanağı şeklinde sunması önemlidir. 20. yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkmaya başlayan Risale-i Nur külliyatı, FETÖ’nün Müslüman bir toplum içinde fark edilmeden teşekkül etmesi bakımından stratejik bir tercihti. Eğer alternatif bir külliyat ve o külliyata yaslanan başka bir topluluk olsaydı Gülen onu da tercih edebilirdi. Fetullah Gülen; Said Nursî’nin muhalif duruşu, onun ve eserlerinin etrafında oluşan efsane ve bu külliyata bağlı bir grubun varlığı yani hazır bir tarih olduğu için Nur hareketinin arasında kendine ve FETÖ’ye alan açmıştır. FETÖ, bu suretle sıfırdan kurulmamış oldu.

Risale-i Nur külliyatı içeriği itibarıyla teşekkül evresindeki bir yapının manevî ihtiyaçlarını karşılayacak düzeydedir. İçerik bakımından analizini bir tarafa bırakırsak bir grubun manevî ve fikrî ihtiyaçlarını karşılayabilecek teolojik bir çeşitliliğe ve zenginliğe sahip olduğu için farklı arayışlara mahal bırakmayacak yeterliliktedir. Bu yeterlilik sayesinde Fetullahçı yapı, kendi dışındaki dinî gruplarla herhangi bir etkileşim içine girmeden, bağımsız ve içe kapalı bir grup olarak teşekkül etti. Said Nursî’nin eserleri farklı gruplarla etkileşimi engellediği gibi zamandan kopuk bir zihin yapısının ortaya çıkmasında da önemli bir rol oynadı. Risale-i Nur, FETÖ’nün İslâmî bir yapı olmaktan uzaklaşması için temel dinî teolojik külliyat olarak kullanıldı. Herhangi başka bir dinî esere de geçit verilmediği için hem eleştirel bir düşünce engellendi hem karşılaştırma fikri yok edildi. Böylelikle büyüyüp geliştiği ortamda steril bir grup oluştu.
Hz. Muhammed.(sav)’in hayatı Müslümanlığın anlaşılması bakımından son derece önemlidir. Fetullahçı yapı, FETÖ olma sürecinde Said Nursi’nin Tarihçe-i Hayat adlı eserini Hz. Muhammed (sav)’in hayatını anlatan eserlerin yerine koydu. Fetullahçı yapının elemanları Peygamberimizin hayatı yerine Said Nursî’nin hayatı ile yoğruldu. Böylelikle İslâm’ın anlaşılması için vaz geçilmesi mümkün olmayan örnek hayat yok sayıldı. Ayrıca Fetullah Gülen, Peygamberimizin ve ashabının hayatını süzgeçten geçirerek ve dönüştürerek yapı elemanlarına anlattığı için yeni bir dinî teolojinin kurulması kolaylaştı. Bugün Fetullah Gülen’in bütün konuşmaları ve Said Nursî’nin eserleri eleştirel bir bakışla ele alındığında bu yapının FETÖ olma süreci açık bir şekilde görülecektir.

Said Nursî’nin Sikke-i Tasdik-i Gaybî adlı eseri FETÖ’nün batınî karakterini belirleyen en önemli kaynaktır. Bu eser ancak ileri bir seviyeye ulaşmış kimseler tarafından okunmuştur. İslâm düşünce geleneği açısından bir eleştiriye tabi tutulması gereği biliniyorken her türlü batınî yoruma kapı aralayan bu eser FETÖ için temel bir referanstır. Sikke-i Tasdik-i Gaybî’nin Fetullah Gülen’in yorumlarında belirleyici olduğu basına da yansıyan konuşma ve tavırlarından anlaşılmaktadır. Fetullah Gülen de kendisini ve şahsî yorumlarını çok önemsemekte ve aynı şekilde kendisine ve yorumlarına kutsallık izafe etmekte, kendisinin ve grubunun müjdelendiği gibi batınî yorumları öne çıkarmaktadır. Bu durum her türlü teolojik yoruma kapı aralamış ve fikrî değişimlerin sorgulanmadan kabul görmesinde belirleyici olmuştur. Böylelikle “seçilmiş, kutsanmış ve müjdelenmiş bir yapı” ortaya çıkmıştır.

1990’lı yılardan sonra FETÖ’nün Said Nursî’nin eserlerini ikinci plana ittiği, özellikle hareket merkezinin İstanbul’a taşındığı bu yıllarda Fetullah Gülen’in yazı ve konuşmalarının temel belirleyici metin statüsüne yükseldiği söylenebilir. Bu yazı ve konuşmaların yukarıda tasvir edildiği gibi batınî nitelikte olduğu görülür. Bu yıllarda onun yazı ve konuşmalarında ilham, rüya, kutsallık, doğrudan bağlantı gibi batınî özelliklerin ileri bir seviyeye yükseldiği de görülür. FETÖ’nün aynı yıllarda küresel ölçekte kurmuş olduğu bağlantıların da ileri bir seviyeye yükseldiği anlaşılıyor. Küresel ölçekte kurulan ilişkilerin geliştiği bu dönemlerde dinler arası diyalog ve hoşgörü söylemleri güç kazandı ve İslam’ın temel şartlarından olan kelime-i şehadette tasarruf yoluna gidildi. Fetullah Gülen’in şahsî yorumlarının herhangi bir şekilde fark edilmemesi ve eleştiriye tabi tutulmaması batınîliğin vardığı boyutları gösterir.

24 Ağustos’ta ülkemizi ziyaret eden Joe Biden’ın Fetullah Gülen için söylediği “Keşke Amerika’da olmasaydı” sözünü anlamlı buluyorum. Bu söz, Gülen’i Amerika’ya taşıyan güç ya da güçlerin kimler olduğu sorusunu akla getirmektedir. Elli yıldan fazladır coğrafyamıza, kültürümüze, milletimize, dinimize ve tarihimize yabancı ve düşman bir terör örgütünün yanı başımızda varlığını sürdürmüş olmasını anlamlandırmamız için bu soruya cevap bulmamız gerekiyor. Çünkü bu yapı, coğrafyamızın ve kültürümüzün eseri değildir. Haçlılara övgü düzen bir zihniyet bizatihi Türk tarihine yabancıdır.

Algı ile gerçeklik arasındaki uyumsuzluğun, mütemadiyen algı lehine varlığını devam ettirmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Bir gün gerçek hiç umulmadık bir yer ve zamanda karşımıza çıkar. FETÖ, yıllarca kendini farklı bir şekilde göstermiş ve bunu da belli kesimlere kabul ettirmiş olsa da gerçeği sürgit gizlemesi mümkün değildi. Hak geldi, batıl zail oldu.