Fransa sömürgecilik tarihiyle ilgili eleştirel bir yaklaşıma sahip olan Fransızlar, sömürgecilik meselesine sömürge toplumları açısından bakmakta zorlanır. Oysa sömürge toplumları açısından bu tarihin temel niteliklerini aşağı ırklar, asimilasyon, acımasız şiddet, yoksulluk gibi bugün üzerinde çok durulmayan kavramlarla tasvir etmek mümkündür. Her ne kadar Fransız aydınları belirli dönemlerde Fransız sömürge siyasetine eleştiriler getirmiş olsalar da bunun kalıcı bir tavra dönüşmediği bilinmektedir. Özellikle Müslüman dünyanın Fransa’ya karşı direnişini devam ettirmesi sömürgecilik karşıtı fikirlerin de geri plana itilmesine yol açmıştır. Batıdaki başörtüsü yasaklarının 1980’li yılların sonunda Fransa’da başlamış olması bugünü anlamak açısından önemlidir.
ŞİDDETİN KAYNAĞI BATI
Fransa’da ve genel olarak Batı’da antiemperyalist fikirlere 1960’lardan sonraki özgürlükçü ortamlarda dahi tahammül gösterilmediği aşikâr. Sömürge toplumlarına uygulanan aşırı şiddet neredeyse hiç gündeme getirilmezken Frantz Fanon’un emperyalizmle mücadelede şiddete bir araç olarak övgüde bulunması çok yönlü eleştiri konusu olabilmişti.
Bugün başta Fransa olmak üzere Batı, emperyalist şiddeti vekâlet savaşları ve bağımlı yapılar aracılığı ile farklı coğrafyalara ihraç etmesine rağmen şiddeti üreten kaynak olarak görülmemektedir.
Çok eski tarihlerden bahsettiğimiz zannedilmesin, 1880’ler sonrası sömürgecilik tarihine bakmak bile yeterlidir. Sırf sömürgecilik karşıtlığı sebebiyle birçok fikir adamının, siyasetçinin öldürüldüğü son elli yıllık tarih bile günümüze çok şey anlatır. Batı’nın PKK-PYD, DEAŞ ve FETÖ gibi bağımlı yapılar eliyle gerçekleştirdiği vekâlet savaşlarında ortaya çıkan şiddetin, Türk İslam dünyası ve Batı dışındaki diğer toplumlar için bir toplu cezalandırma yöntemi hâline geldiğini gösterir.
TOPLUMLARI YABANCILAŞTIRILIYOR
Asimilasyon kavramının ifade ettikleri bugünün dünyasında anlamlı olmayabilir. Türkiye’de de bir dönem “kibar muhitlerde” Fransızca konuşma alışkanlığı vardı ve bu ilerici bir hareket olarak değerlendiriliyordu. Asimilasyon kavramını Amerikan, İngiliz ve Fransız çıkarlarını kendi ülke menfaatlerine üstün tutanları göz önünde bulundurarak anlamak mümkündür. Zamanla kendine yabancılaşan topluluklar oluştu. Bunun neticesinde vatanına, milletine ve dinine kurşun sıktılar. Asimilasyon sürecini ancak bu şekilde kavrayabiliriz. Kibar muhitlerin davranış kalıpları ve düşünme biçimleri çevre tarafından da benimsendi.
BATIYI ANCAK TÜRKİYE ENGELLER
Emmanuel Macron’un sözlerini bir davranış bozukluğu olarak görmemek gerekir. NATO benzeri kurumlar yeni sömürgecilik dönemi açısından hayatî olmakla birlikte Fransa’nın Afrika’da ve Ortadoğu’da eskisi kadar güçlü olmadığı kesin. Çözüm bulmaları gerekiyor ama bu hiç de kolay gözükmüyor. Türkiye’nin de Fransa’nın emperyalist adımlarını durdurmak yönünde adımlar attığı ve özellikle Ortadoğu’da ve Afrika’da bu adımların kalıcı sonuçlar doğuracağı konusunda şüphe yok. Fransa’nın güçlü emperyalist geçmişi ile karşılaştırılınca çaresizlik, saldırganlığa yol açıyor.
NATO zirvesinde sorunlu olan sadece Fransa değildi. Üye ülkelerin liderleri adeta birbirine girdi. Türkiye’de muhalefet cenahı Erdoğan’ı NATO’nun güçlü ülkeleri ile çatışmadığı için(!) eleştiriye tabi tuttu ve Türkiye’nin de bu kavganın içinde yer alması yönünde beyanlarda bulundular.
NATO’DA SANCI
Bu beyanların, NATO ve Batı karşıtlığından kaynaklanmadığını ve amaçlarının içeride Erdoğan’ı yıpratmak olduğu açıktır. Hem muhafazakâr muhalefetin, hem de ana muhalefet cephesinin S400 savunma sisteminin Türkiye’ye getirilmesini istemedikleri herkesin mâlumudur. Türkiye’de kibar muhitler özelinde yaşanan asimilasyonun zaman içinde derinlik kazandığını ve farklı siyasî kesimlerin Batı etkisini derinleştirdiğini söyleyebiliriz. Zirve sürecinde yaşananlardan sonra yayımlanan sonuç bildirgesi NATO’nun varlığına zarar getirmeyecek diye derin bir nefes alanların sayısı oldukça fazla olmalı.
NATO zirvesinde yaşananlar dünyanın büyük ve sarsıcı bir değişim sürecinde olduğunu gösteriyor. Derinlerde yatan esas çatışma konuları yüzeye çıkma fırsatı bulamasa da aynı birlik içinde yaşayan ülkeler arasında dahi büyük ayrılıklar yaşanmaktadır. Yeni küresel güç merkezleri farklı çekim odaklarının oluşmasına imkân tanıyor. Bu çekim odaklarının farklı yönlerde olması ise Avrupa merkezli bir dünyanın inşa edilmesinin kolay olmadığını gösteriyor. Bu durumun entelektüel açıdan da geçerli olması çok daha büyük bir sorun.
Bütün bir ömür NATO karşıtlığı ile temayüz eden kişilerin NATO yanlısı açıklamalarını siyasî fırsatçılıkla izah edemeyiz. Muhafazakâr muhalefet ve ana muhalefet cenahının NATO üyelerine yöneltmedikleri eleştiriyi Erdoğan’a boca etmeleri siyasî fırsatçılık olarak görülebilir fakat ideolojik karşıtlığı ayrı ele almak gerekir. Türkiye’nin bir devlet olarak üye ülkelerle arasında sert rüzgârlar esince ideolojik olarak NATO’ya karşı olanların farklı bir tavır geliştirmesi beklenirdi.
Her ne kadar çözüm üretmekte zorlansalar da Fransız anavatanı için çalışacak topluluklar ikame edebildikçe Fransa’nın bir müddet daha uzak imparatorluk topraklarında etkili olabileceğini öngörmek gerekir. Onların kalbi kendi topraklarından önce Fransa anavatanı için atar. Bu da Frantz Fanon’u yeniden tartışmamızı mecbur kılar. “Kibar muhitler”in asimilasyonu ile kırsalın emperyal merkezlere direnişini farklı bağlamlarda tekrar ele almak gerekir. Yerlilik ve millîlik kavramlarını önemsemek lazım.