Türkiye en başından itibaren Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturarak savaşın yol açtığı acıları bir ölçüde sınırlandırmak istemişti. Fakat Amerika ve Avrupa, Türkiye’nin bu isteğini engellemek için ne gerekiyorsa yaptı. Erdoğan’ın Moskova ziyareti güvenli bölgenin önündeki engellerin kalkmakta olduğunun göstergesidir. Amerika’dan sonra Rusya da Türkiye’nin teklifine sıcak bakmaya başladı.
Putin ve Erdoğan’ın Moskova buluşması, Trump ve Erdoğan görüşmesinden hemen sonraya denk geldiği için önemlidir. Erdoğan ve Putin’in olağanüstü gelişmelerden sonra bir araya gelmeleri Astana Süreci’nin başarısına imkân tanıdı. İngiltere, Fransa ve Almanya’nın BM nezdinde girişimde bulunarak Astana Süreci karşısında bir konum belirlemeleri Suriye Savaşı’nın barışa dönüşmesinden hoşlanmadıklarına işaret ediyor. Bu da Avrupa ülkelerinin Suriye Savaşı’ndan istediklerini elde edemediklerini gösterir. Avrupa ülkeleri ve İsrail açısından bir memnuniyetsizlik oluştu, bunun Türkiye’ye yansımalarının olması kaçınılmazdır.
Türkiye küresel emperyalizme karşı uzun zamandan beri açık bir mücadele veriyor. Bu mücadele için bir başlangıç tarihi oluşturmak elbette önemlidir ama görünür işaretlerden hareketle bu mücadelenin açığa çıkması için 2009’u beklememiz gerekti. O tarihten bu tarafa Türkiye’nin hem dışarıdan, hem de içeriden birçok açık saldırıya uğraması oldukça anlamlıdır. Kuşkusuz bunların tahmin edilmeyen sonuçları olacaktır. Fakat özellikle 2011’den sonra hem Türkiye’nin hem de Suriye’nin birçok saldırı ile yüzleşmesi önemli sonuçlar doğurdu. Suriye kendi halkına sırtını döndü ve kaybetti. Türkiye ise Erdoğan’ın öncülüğünde milletine yaslandı. Türkiye’nin askerî gücünü kullanarak Cerablus, Afrin ve İdlib’te oluşturduğu güvenli bölgeler önce içeride ciddî bir rahatsızlık meydana getirdi.
Fırat’ın doğusundaki terör koridorunun yok edilerek güvenli bölgenin kurulması gündeme geldikten sonra neocon çevrelerin Türkiye’ye saldırı başlatması şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, Erdoğan’ın, içeriden örtük mesajlarla, tehdit edilmesidir. Amerika sana şunu yapar bunu yapar denilmesini sıradan bir hadiseye dönüştürmemek gerekir. Çünkü bu tehditleri savuranlar da Türkiye’nin başarmak üzere olduğunu görmekteydi. Astana Süreci, kısmî de olsa, Suriye’de huzur ve güven ortamına zemin oluşturmuştu. Benzer bir durumun Fırat’ın doğusu için de geçerli olabileceğini tahmin etmek zor değildi. Buna rağmen içeriden belli çevrelerin gelişmelerden rahatsızlık duymasını izah etmemiz gerekir. Bunların açıkça tartışılması gerektiği zamanları yaşıyoruz.
Türkiye’de birtakım çevreler Avrupa ülkeleri ve Amerika’nın mutlak bir güce sahip olduğuna inanıp Türkiye’nin “sürtüşme”lerden zararlı çıkacağını düşünüyor olabilirler. Bunun neticesinde ihtiyatlı bir yaklaşımla hareket edip hadiseleri izlemekten yana bir görüşe sahip olabilirler. Fakat bunun zayıf bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü gelişmeler, bağımlı yapıların “bilinçli” bir tercih yaptığını gösteriyor. Ülkeleri kendi içinden sarsmak ve ele geçirmek yönünde atılan her adıma Avrupa ve Amerika destek veriyor. Onların güdümünde hareket eden bağımlı yapıların masumiyetinden bahsetmek yanıltıcıdır. Bu, bir işbirliğidir. Kendi ülkelerine karşı yabancılarla birlikte hareket etmektedirler.
Türkiye ile Rusya’nın savaşmasını ya da düşmanlık içinde olmasını istemişlerdi. Bu şartlarda Suriye Savaşı’yla oluşan ortamdan karlı çıkacaklardı. Türkiye’deki bağımlı yapıları harekete geçirerek Türkiye ve Rusya’yı savaşın eşiğine getirdiler. 2013’te başlayan süreç, emperyalizmin Türkiye’de bağımlı yapılarla ulaştığı gücü gösterir. Amerika ve Avrupa farklı dinî, siyasî, etnik ve ideolojik yapıları kullanarak Türkiye’yi durdurmanın her yolunu denemiş oldu. Fakat başaramadılar ve bu da Türkiye ve Rusya’nın yakınlaşmasına yol açtı. Her iki ülke liderinin açılan yolu görmüş olması çok önemlidir.
Yaşanan bütün gelişmeleri önemsemek gerekir. Batı’nın hizmetlisi olarak çalışmayı alışkanlık hâline getirmiş birçok kişi ve grup bulmak mümkün. Türkiye FETÖ’ye karşı durmakla önemli bir tecrübe yaşadı. Ne yazık ki bu tecrübenin önemsenmediği bir ortam oluşturulmak isteniyor. Tarihî bir dönem yaşadığımıza inanıyorum. Türkiye sadece kendine yönelik tehlikelerle uğraşmıyor, adeta bütün coğrafyanın yükü omuzlarımıza binmiş durumda. Biz yenilsek bütün coğrafya mağlup olacak, yeniden muazzam bir talan başlayacak, klasik emperyalizm hayata geçirilecek.
Belirli çevreler ısrarlı bir şekilde Türkiye’yi Suriye’nin kuzeyinde durdurmaya çalıştı. Fakat Türkiye de ısrarlı bir şekilde güvenlik alanı inşa ederek hem Suriyeli kardeşlerimize kalkan olmaya çalıştı hem de terör koridorunun Akdeniz’e ulaşmasını engelledi. Fırat’ın batısında oluşturulan güvenlik adası emperyalizmin beklentilerini boşa çıkardı. Bu sürecin Fırat’ın doğusunda daha hızlı işleyeceğini söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye bir model inşa etti ve yapılması gerekli olanları afakî olmaktan kurtardı. Dolayısıyla Türkiye etrafında ciddî bir güven oluştu.
Daha önce olduğu gibi içeriden güçlü bir muhalefet ile karşılaşılması şaşırtıcı değil. Çünkü 2013’ten sonra yaşadıklarımız zaten hep bu çerçevededir. Batı, içeriden devşirdiklerini sahaya sürerek nüfuz altına aldığı ülkeleri etkisizleştirmeye çalışıyor. İşi Amerika adına Türkiye’yi tehdit etmeye kadar vardırmış olmaları anlamlıdır. Her bir kriz devşirmelerin tasfiyesi ile neticeleniyor.
Fırat’ın doğusuna güvenli bölge
