Filistin’i geleceğe taşımak

19. yüzyıl, emperyalizmin Türk ve İslam coğrafyasında hâkimiyet kurduğu bir zaman dilimiydi. Bu dönemde İngiliz, Fransız, Rus, İtalyan hâkimiyetinde kalan şehirlerimize bakımsızlık, fakirlik, hastalık ve yollarına da çamur hâkimdi. Bazı şehirler ikili bir yapı arz ediyor, buralarda Batı ve Doğu yan yana yaşıyordu. Bu şehirlerin Doğu ve Batı kısımlarını karşılaştırmak, her iki dünya arasındaki uçurumu görmemizi sağlar. Döneme tanıklık eden ve gözlemlerini gelecek kuşaklara aktaran seyyahlar, bu uçurumu pek dramatik bir şekilde tasvir etmişlerdir. Bu eserler İslam dünyasında o dönem egemen olan hâlleri anlamak için çok önemli kaynaklardır. O şehirlerin ve Batı’nın hâkimiyet altına aldığı diğer şehirlerin sınırlı sayıdaki istilacı güç tarafından ele geçirildiğini biliyoruz.

Emperyalizm Doğu’yu istila etti. Bu istilanın ortaya çıkış şartlarını, gerekçelerini, cereyan safhasını Batılı kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Hâlbuki istilacı güçlerin uçsuz bucaksız genişlikteki alanları kolaylıkla ele geçirmesine imkân veren özelliklerini bilmek ve bunların üzerinde tekrar tekrar durmak gerekir. Bu özellikler arasında istilanın muhatabı olan milletlerin içine düştükleri zaafların öne çıktığını biliyoruz. Kendi coğrafyasında başkalarının hâkimiyeti için var güçleriyle çalışanlar her zaman etkili oldular. Fakat istilacıların maddî üstünlükleri özellikle dikkat çekiciydi. Aynı şehirde yan yana yaşayan Batı ve Doğu’nun gurur kırıcı farklılığında görüldüğü gibi sömürgeci ulusların zenginliği ve maddî üstünlüğü her alanda kendini göstermişti. Bunun da bir neticesi olarak 19. yüzyılda Doğu’nun sustuğunu, yalnızca Osmanlı coğrafyasının ve Türk milletinin ayakta kaldığını biliyoruz.

Filistinlilerin Gazze şeridinde, Amerika’nın ve İsrail’in tek taraflı Kudüs kararına karşı yaptıkları gösterilerde dikkat çeken en önemli sahnelerden biri 19. yüzyılda kaldığını zannettiğimiz uçurumdur. İsrail’in gelişmiş teknolojik aygıtları (drone) gökyüzünden ölüm yağdırıyor, Filistinliler umutsuzca direniyor. Bu sahne tam da çok az sayıda istilacının çok geniş kıtaları hâkimiyet altına aldığı yüzyıllardan kalma bir sahnedir. Sadece araçlar farklı. O zamanlar tüfek ve toplara karşı ok ve kılıç vardı, şimdi ise drone ve taş. Gazze sokaklarında hasta ve yaralılar için ilaç bulmak bile bir mucize iken İsrail tarafında istilanın zaferi en görkemli ortamlarda kutlanıyor.

Türkiye dışında dünya onları yalnız bırakmışken Filistinlilerin en tabiî hakları için mücadeleye devam ettiklerini biliyoruz. Fakat geçen yüz yıllarda uç veren zaafların hâlâ devam etmekte oluşu da ayrıca kaydedilmelidir. Filistinlileri, Gazze’yi, Kudüs’ü, Batı Şeria’yı destekleme mitinglerinde Müslümanları bir daha ölüme çağırmak bu kabil zaaflardan olsa gerek. Başka çözüm yollarının arayışı içinde olmak varken, çıkış yolu olmayan insanların tavrını yaygınlaştırmanın çok da doğru olmadığı ortadadır.

İslam dünyası Kudüs’ü ikinci defa kaybediyor. Birincisi tam yüz yıl sürdü. Kudüs’ün Haçlı egemenliğinden kurtulması için yüz yıl mücadele etmek gerekti. Selahaddin’in başarısından doğan gurur yüzyıllardır İslam dünyasında sevinçle paylaşılır. Fakat Selahaddin’in bu başarısını ortaya çıkaran faktörler üzerinde pek durulmaz. Esasen bunlar üzerinde durmak, Selahaddin’i Kudüs’e yönelten muazzam dinamizmi görmek gerekir.

Filistin davası, Kudüs davası uzun bir mücadeleyi gerektiriyor. Artık bunu görmeliyiz. Eğer bu dava uzun soluklu bir mücadeleyi gerektiriyorsa ona göre davranmak ve yeni mücadele yöntemleri geliştirmek gerekiyor. İsrail-Amerika’nın, Filistin’de sadece silah ve para üstünlüğü ile bütün dünyaya meydan okuduğunu düşünmemek gerekir. Sadece iyi tasarlanmış bir sinema filmi bile onların acımasız katliamlarını dünyaya göstererek Filistinlilerin haklı davasını güçlü kılabilir. Sahibi olduğu kumarhaneler zincirinden elde ettiği zenginlikle binlerce Filistinlinin ölümüne ve yaralanmasına sebep olan bir Siyonist’in arsızlığını bütün dünyaya göstermek az şey değildir.

Filistinlilerin şimdiye kadar “taş” ile başardıkları ortadır. Kudüs’ü, Ramallah’ı, Gazze’yi bir asırdır ayakta tutuyor olmak büyük bir mücadele örneğidir. Ama bunun yeterli olmayacağı da gelişmelerle kanıtlanmaktadır. Taş, muazzam bir dinamizmi temsil ediyordu. Taş bir fikirdi; Filistin’di, Gazze’ydi, Kudüs’tü. Edward Said, bu gerçeği gördüğü için duvarların arkasından İsrail’e taş attı. Taşın İsrail için telmih ettiği tarihî gerçekler Filistin davasını daha güçlendirdi. Ama Filistin davasını geleceğe taşımak açısından yeni fikirler çok önemlidir.

Bugün Erdoğan ve Türkiye; Filistin’in, Kudüs’ün, Filistinlilerin haklı davasını bütün platformlarda gündeme getiriyor. Bu çaba Filistin’in sesini bütün dünyaya duyuruyor. Erdoğan, dünya milletlerinin neredeyse tamamını İsrail-Amerika’nın karşısına dikti. Bu muazzam bir başarıdır. Bu mücadelenin yalnız bırakılmaması ve daha güçlü hâle getirilmesi gerekir.

Bir şiir, bir afiş, bir söz, bir roman, bir film ve diğerleri Filistin’in ve tüm kaybedenlerin haklı davasını daha güçlü hâle getirip geleceğe taşıyacaktır. Filistin davasının bugüne taşınması ne kadar önemliyse geleceğe taşınması da o kadar önemlidir. Yılgınlığa düşmüş insanların davranış kalıplarını yaygınlaştırmak haklı davalara büyük zararlar verir. Ye’se düşmek bunun için Müslüman davranışı değildir.