Filistin davası: Sebat ve devamlılık

shutterstock_89135332

Bir fikrin, bir davanın geleceğe taşınarak yeni kuşaklara aktarılması başlı başına üzerinde düşünülmeyi hak eden bir konudur. Elbette zaman içinde o fikrin, davanın iniş ve çıkışlarla dolu bir tarihi olacaktır. Fakat bu davaya, bu fikre inananların gösterdikleri sebat ve devamlılık sahip olunan davanın ve fikrin en yüksek noktaya ulaştırılması bakımından hayatî derecede önemlidir.

Filistin davası, her ne kadar İslam dünyası açısından kayıpların ağır bastığı bir dava şeklinde öne çıksa da Batı karşısında bir direnç noktası olarak görüldüğünde bu davanın günümüze kadar sürdürülmüş olması da önemlidir. Bu da bir kazançtır. Çünkü yirminci yüzyıl İslam dünyasının Batı karşısında en zayıf kaldığı dönemlerden biriydi ve bütün olumsuzluklara rağmen Filistin, bugüne kadar bir dava olarak varlığını koruyabildi.

Filistin davası, Theodor Herzl’in Yahudiler için Filistin’de bir devlet kurma hayalini deklare ettiği zamandan bu tarafa daima Türkiye’nin ayrılmaz bir parçasıydı. Kuşkusuz “Uyan ey Salahattin biz yine geldik” cümlesi hatırlanacak olursa bu davanın ta Haçlı Seferleri’ne kadar uzanan bir tarihe sahip olduğu söylenebilir. Bu bir yönü ile doğru bir tespittir. Filistin’de İsrail devletinin kurulması, Batı’nın emperyalist emellerle bütün dünyaya hâkim olma sürecinde İslam dünyasına karşı en önemli hamlelerinden biridir. Bu açıdan Filistin davası, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin ve İslam dünyasının kayıpları ve Batı’nın kazançları bağlamına yerleşmiştir. Haçlı Seferleri, Türklerin hâkim olduğu topraklar üzerinde gerçekleştiği için Türkler o saldırıların da tam merkezinde yer almıştı. Filistin de Türklerin hâkim olduğu topraklar üzerindeydi ve Türkiye, Filistin meselesinin merkezindeydi.

Türkiye Filistin meselesinin tam merkezinde yer almasına rağmen bu durum bütün yirminci yüzyıl boyunca gözlerden uzak tutuldu. Her ne kadar geçen yüzyılda Türkiye’de farklı grupların Filistin’e yönelik ilgisi hiç kesilmemiş olsa da Türkiye devletinin aynı düzeyde Filistin ile ilgilendiğini söyleyemeyiz. Türkiye, Filistin meselesinde açık bir taraf olmayı istememişti.

“One minute” ve “Mavi Marmara” hadiselerinden sonra dengeler değişti ve Türkiye Filistin meselesinde taraf olmak isteğini gösterdi. Bu açıdan Türkiye ve İsrail arasında varılan mutabakat ile Filistin meselesi, Filistinliler ve İslam dünyası açısından nihaî bir aşamaya ulaşmamış, bilakis yeni bir aşamaya geçmiştir. Çünkü Türkiye bütün bir yirminci yüz yıl boyunca uzak tutulduğu Filistin meselesi ile doğrudan ilişkilenmiştir. Türkiye’nin Filistin davasına katkısının boyutları önümüzdeki dönemde belirginlik kazanacaktır.

Öncelikle Türkiye ve İsrail’in mutabakatı Filistin’deki mevcut durumu iyileştirmek için bir şans olarak görülebilir. Mutabakat metnine göre Türkiye’nin öncelik verdiği konunun Filistin’deki gündelik hayatın iyileştirilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu iyileşmenin İsrail’in tutumuna bağlı olduğu açıktır, İsrail her an süreci geçersiz kılabilir. Dolayısıyla asıl olarak bu meselenin yarınlara taşınmasını sağlayacak yeni düşüncelere, yeni atılımlara ihtiyaç vardır. Türkiye’nin Filistin’e yönelik ilgisine çok boyutluluk kazandırılması, sürecin devamlılığı açısından önemlidir. Eğer Türkiye bu mesele ile olması gerektiği gibi ilgilenmezse mesele çözüme kavuşturulamayacak, Filistinliler açısından katlanılması zor bir süreç hüküm sürecektir. Bu, İsrail’in şimdiye kadar bütün dünyanın gözü önünde ve hiç sorgulanmadan uyguladığı politikalarından bellidir.

Filistin davası, Doğu ile Batı arasında birçok alanda devam eden mücadelenin yansıdığı alanlardan biridir. Bu mücadele yalnız siyasî, askerî, ekonomik alanda devam eden bir örnek değildir, neredeyse hayatın bütün alanlarını kuşatan bir mücadeledir. Bu bakımdan Filistin davasına çok yönlü bir ilginin devamı mühimdir.

Filistin davasının geleceğe taşınması ve yeni kuşaklara aktarılmasında edebiyatın ve sanatın rolü unutulmamalıdır. Bu dava çerçevesinde yayımlanan Türkçe kitapların önemli bir kısmı tercümedir. Bunların arasında İsmail Farukî, Roger Garaudy ve Münir Şefik’in kitapları Filistin davasının anlaşılması açısından çok kıymetlidir. Edward Said örneğinde olduğu gibi Farukî, Garaudy ve Şefik’in eserleri de Filistin davasında bir köşe taşı mesabesindedir.

Adlarını sıraladığımız fikir adamlarından Edward Said’in Oryantalizm adlı kitabı Doğu Batı mücadelesine birçok açıdan yeni fikirler kazandırmış bir eserdir. Oryantalizm, Said’in bir proje kapsamında tasarladığı üçlünün ilk kitabıdır. Diğer iki kitap Batı’nın İslam ve Filistin politikasının analizine ayrılmıştır. Edward Said, Oryantalizm kitabında Batı’nın Doğu politikalarını eleştirel bir analize tabi tutar. Muhtemelen Said, bu kitabı hazırlarken dile getirilen fikirlerin bu kadar etkili olacağını düşünmemişti. Said’in fikirleri Batı hegemonyasının temellerine konulmuş bir dinamit gibi görülebilir. Nitekim onun açtığı gedikler kolay kolay doldurulamamıştır. Edward Said, Filistin davası ile özdeşleşmiş bir isimdi ve onun Filistin bağlamında verdiği mücadele ayrı bir inceleme konusudur. Edward Said’in eserleri Filistin merkezli bir entelektüel faaliyetin nerelere varabileceğini göstermesi açısından önemli bir örnektir. Diğer yazarlarda olduğu gibi Edward Said’in eserleri Filistin davasında çok yönlü mücadelenin önemini kanıtlamaktadır.

Türkiye’nin bir devlet olarak Filistin’deki hukukî varlığı çok önemlidir. Fakat en az bunun kadar önemli olan fikir adamlarının, akademisyenlerin, gazetecilerin, sanatçıların Filistin davasına katkıları da masaya yatırılmalıdır. Sivil toplum örgütlerinin Filistin davasını yarınlara taşımada oynayacağı rol de çok önemsenmelidir. Bu sonuncuların yardım faaliyetlerini organize etmede göstereceği başarı kadar Filistin konulu fikrî çalışmalara yapacağı katkılar da önemsenmelidir. Sadece Filistin konulu entelektüel çalışmaları organize eden hususî kurumlar olmalıdır. Bütün bu çalışmalar Filistin davasının geleceğe taşınmasında büyük roller oynayabilir.