FETÖ’cüleri saklayan gri alan

15 Temmuz 2016’da Fetullahçı Terör Örgütü, yabancı emperyalist güçler adına Türkiye’yi ele geçirmeye ve işgal etmeye kalkıştı. Bu örgütün sadece 17-25 Aralık 2013’ten itibaren yaptıkları göz önünde bulundurulursa şaşılacak bir durum yoktu ama yine de birçok kimse olanlar karşısında hayretini gizleyemedi. Oysa bizler, yani 80’lerin ikinci yarısından itibaren bu lanet yapıyı yakından gözleme fırsatı bulan bir grup “kafadar” için 15 Temmuz’da yaşanılan işgal girişimi hiç de şaşırtıcı değildi. Çünkü otuz yıldır FETÖ’nün, bu ülkenin millî ve yerli temsilcilerine hınç ve öfke ile büyüdüğünü ve her yere sızdığını görüyorduk. Kimse kusura bakmasın, bu konuda mütevazı bir üslupla konuşamayız. Geride kalan bu çok uzun zamanda birçok farklı ortamda FETÖ’yü anlatmaya çalıştık.

Türkiye’de hemen hemen her meselede çözüm, devlet kurumlarından ve siyaset mekanizmasından beklenir. Bu, bir dereceye kadar yanlış değildir. Fakat bu tavrın birey iradesini ve gücü yok sayan bir tarafı vardır. Bireylerin hadiseler karşısında edilgen bir konuma düşüp gelişmelere müdahale etmemesini başka türlü izah etmek zordur. 15 Temmuz sonrasında devlet kurumlarından bazılarının FETÖ’yü tasfiye etme yönünde gösterdiği hassasiyetin sivil alana yaklaştıkça bulanıklaşmaya başlamasını birey iradesinin görmezden gelinmesiyle izah edebiliriz. Hâlbuki hızlı bir zihnî dönüşüm yaşanıyor ve bu da gözlerden uzaklaştırılıyor.

FETÖ’nün devlet kurumlarına sızması ve millî varlığımızı tehdit etmesi büyük bir projenin aşamalarıydı. Bu projenin sonuçlarını Gezi Parkı kalkışmasından bu tarafa yaşıyoruz. Türkiye kamuoyunda oluşan genel kanaate göre sonuçtan birinci derecede “devlet” sorumludur. Bizim kanaatimiz de aynı yöndedir. FETÖ’nün 1980’lerden itibaren gözle görülür bir şekilde “devlet”i temsil ettiği var sayılan şahıslar tarafından desteklendiği hatırlandığında bunun yanlış bir kanaat olduğu söylenemez. 15 Temmuz’da bu şahısların da FETÖ’nün hizmet ettiği “yabancı” güçlerle doğrudan ilişkili olduğu görüldü. “Devlet” gücünü temsil eden bu şahıslara veya gruplara karşı olumsuzlayıcı bir yaklaşım vardı. Fakat FETÖ gibi dinî alanı da ele geçiren yabancı unsurlara karşı bir yaklaşım geliştirilmedi.

FETÖ, 1990’ların başından itibaren Türkiye’nin entelektüel hayatını kuşattı ve bu alanı temsil eden güçlü şahısları birer birer ele geçirdi ya da kullandı. Toktamış Ateş ve Abdurrahman Dilipak örneğini hatırlamamız gerekir. Hakkını yemeyelim, Sayın Dilipak daha sonra kamuoyundan özür diledi. FETÖ’nün entelektüel hayat üzerinde şahıslar üzerinden kurduğu hâkimiyetin benzeri dinî alanda da yaşandı. Burada da temsil kabiliyeti olan şahısları ve grupları ele geçirmenin etkili bir yöntem olduğunu anlıyoruz. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, FETÖ konusunda yanılmış olmaktan ötürü özür beyan eden bir şahıs söz konusu değildir. Ya utanç duyuyor ve dolayısıyla hatırlanmasından rahatsız oluyorlar ya da ilişkileri devam ediyor. Bunların dışında kalan başka bir sebep de kibre kapılmış olmaktır. Kibir yüzünden yanlışı, hatayı, kusuru kendilerine yakıştırmıyor olabilirler. Fakat bu durum FETÖ’ye geniş bir alanda hareket imkânı sağlıyor. Zaten konuya ilgimiz de bu sebeptendir. Geçmişte yapılan hataların görünmez kılınması, FETÖ ile ilişkileri devam eden şahısların da görünmez kılınmasına yol açıyor. Onlar da oluşan boşlukta istedikleri gibi hareket ediyor, açığa çıkmıyor ve yıkıcı faaliyetlerine devam ediyor.

FETÖ’nün dinî alanda hâkimiyet kurmasında güçlü şahısların ele geçirilmesi veya kullanılması etkili oldu fakat bu alanda millî eğitim kurumlarının ve üniversitelerin çok daha etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu da sorunun kaynakları hakkında fikir verir. FETÖ’nün 90’lı yıllardan itibaren üniversitelerde çok güçlendiği ve bazı üniversitelere hâkim olduğu bilinen bir gerçektir. Dinî gruplar, talebe çalışmalarına önem verirdi. FETÖ eğitim hayatında güçlendikçe diğer dinî gruplar zayıfladı. İnsan kaynakları bakımından zaafa düştüler. 2000’li yıllarda dinî gruplar üzerinde FETÖ hâkimiyeti bu şartlar altında gerçekleşti. FETÖ’nün rakip kurumları tasfiye etmek üzere harekete geçmesi de kolaylaştı, çünkü karşısında direnç gösterecek güçlü yapılar kalmamıştı.

Cumhuriyet mitingleri ve cumhurbaşkanlığı krizi hareket sahasını iyice genişlettiği için FETÖ, 2007’den sonra her alanda güçlendi. Bu dönemden itibaren temel İslamî kavramların anlamlarının tahrif edilmesi oldukça anlamlıdır. Kişiler, gruplar ve devlet kurumlarını ele geçirdikten sonra zihin dünyamızı da yönlendirmek istediler. Bunda çok başarılı olamadıklarını söyleyebiliriz. Zihin dünyamızı yönlendirme istekleri, milletimizi ele geçirmek arzusundan kaynaklandı.

15 Temmuz 2016’da, Erdoğan’ın kararlı tutumuyla bütünleşen milletin, bir gecede bütün lanet yapıları tasfiye ettiğini kabul etmemiz gerekir. En az FETÖ kadar kirli ve yabancıların eli kabul edilmesi gereken başka bir yapının bugünlerde tasfiyeye uğramasını milletin 15 Temmuz gecesinde kazandığı muhteşem zafere borçluyuz. Aydınlarımızın ve gruplarımızın “neden millet başardı?” sorusuna cevap bulmaları gerekiyor.

Çok önemli olduğunu düşündüğüm için tekrar vurgulamama izin verin: Kimse geçmişteki hatalarını yok saymasın. Çünkü bu davranış ile oluşan gri alanda FETÖ’cüler rahatlıkla gizleniyor ve vatanımız için tehlike saçmaya devam ediyor.