FETÖ, basit mantık yürütmelerle tanımlanabilecek bir örgütlü yapı değildir. Konu hassastır ve küresel ilişkiler çerçevesinde emperyalizmin en önemli müdahale araçlarından biridir. Yavaş yavaş gün yüzüne çıkan veriler ışığında konuyu tekrar tekrar ele almak zorundayız.
15 Temmuz’un yıl dönümü münasebetiyle FETÖ’yü izah eden yazılar yayımlandı. Bu türden yazıların bir müddet daha devam edeceğini ve bir dönem sonra yerini akademik çalışmalara bırakacağını söyleyebiliriz. FETÖ hakkında epeyce malumatın oluştuğu açıktır. Özellikle mahkemeler tarafından tanzim edilen soruşturma dosyaları, iddianameler ve kararlar örgütün suçla alakalı bilinmeyen yönlerine ışık tutmakla kalmayacak örgüt içinde yer alan bireylerin düşünce dünyasının anlaşılmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde konu hakkında gazete ve televizyonlar aracılığıyla paylaşılan görüşlerin de FETÖ konusunun anlaşılması bakımından önemli olacağını söyleyebiliriz.
Özellikle muhafazakar kanalların FETÖ konusuna yaklaşımları muazzam bir kafa karışıklığına işaret etmektedir. Günümüz koşullarında konunun yeni fark edilmesi kafa karışıklığının en önemli sebebi olarak gösterilebilir. Hâlbuki FETÖ bağlamında yeni dinî hareketlerle ilgili ciddî bir literatür oluşmuştu. Türkiye’de de benzer şekilde aynı konu dar çevreler tarafından işlenmekteydi fakat bu alanda oluşan birikimin günümüze taşınma sürecinde de aksamalar olmaktadır. Güçlü bir direncin varlığına da ayrıca işaret etmek gerekir.
15 Temmuz gibi derin sarsıntılara yol açan hadiseye rağmen FETÖ’nün varlığının katı laikçi uygulamalara indirgenmesi, yaşanılan zihnî karmaşanın boyutlarını gösterir. FETÖ’yü Türkiye’de din üzerinde uygulanan baskının neticesinde ortaya çıkan örgütlü bir tepki hareketi olarak görmek isteyenler var. Aynı şekilde yeni dinî hareketler bağlamında ele alınması gereken din anlayışı da dinî hayat üzerindeki baskı ile izah edilmektedir. Ne yazık ki bu türden yaklaşımlar FETÖ’yü izah etmek bir yana, kafa karışıklığını daha da arttırmaktadır.
1970’lerden sonra FETÖ diğer dinî gruplarla temas hâlinde olmamıştır. Bu dönemde örgüt içinde yer alan elemanların düşünce yapısı da klasik İslam kaynaklarından ve yaklaşım biçimlerinden uzaklaşmak suretiyle şekillendirilmiştir. 1970’lerden sonra İslamcı siyasî hareketlerin artış gösterdiğini, İmam Hatip Liselerinin yaygınlaştığını ve İlahiyat fakültelerinin de güçlenmeye başladığını biliyoruz. 50’lerden sonra dinî çalışmalar üzerindeki baskılar da peyderpey kalkmıştır. Nitekim aynı dönemlerde dinî yayıncılık alanında da kayda değer ilerlemeler yaşanmıştı. Örgüt elebaşı, elemanlarını bu gelişmelerden uzakta tutarak biçimlendirmiştir.
1970’lerin başında Yaşar Tunagör, Fuat Doğu ve örgüt elebaşının aynı evde buluştuklarına dair bilgileri de önemsemeliyiz. Bu bilgiler örgütün tabandan gelen doğal bir eğilim neticesinde oluşmadığını gösterir. Eğer dinî hayat üzerinde uygulanan katı laikçi uygulamalara bir tepki söz konusu olsaydı tabandan gelen çok güçlü tepkisel dinî eğilimlere dair işaretler olmalıydı. Hâlbuki genel dinî eğilimler bu türden bir tepki ya da çatışma emaresi göstermemektedir. Örgütün 1970’lerden sonraki güçlenme süreci diğer dinî grupları dışlamak ve şartlar uygun düştüğünde onların varlığına son vermek üzerine kuruludur. Tabiri caizse FETÖ’yü inşa eden diğer dinî gruplara karşı gösterdiği düşmanlıktır. Bu cümleyi abartılı bir yaklaşım olarak görmek isteyenler olabilir. Fakat bu yaklaşım bize gerçekliği daha yakından görme imkanı verecektir.
Hem yerel hem de küresel ilişkiler bağlamında FETÖ’nün tarihi; coğrafyaya, kültüre, tarihe, vatana, millete ve dine uzaklaşmayı temsil eder. 15 Temmuz büyük bir ihanet olayıydı. O gecenin bir anda ortaya çıktığını düşünemeyiz. O geceye 1970’lerden itibaren adım adım yaklaştık. Yerel ilişkiler bağlamında FETÖ’nün bu toprağa bağlı hareket ve gruplarla ilişkisizlik üzerine kurumsallaştığını ve düşmanlıkla da bu durumun pekiştirildiğini söyledik.
FETÖ’cü yayın organı Zaman gazetesi 1986’da diğer dinî anlayışları temsil eden çevreler tarafından çıkarılmıştı. Zaman gazetesi herhangi bir grubun veya cemaatin elinde olmadığı için FETÖ tarafından kolaylıkla ele geçirildi ve o zamana kadar gazete okumaya dahi karşı olan örgüt, basın sahasında güçlenmeye başladı. Küresel ilişkiler bağlamında da FETÖ, İslam dünyasının meselelerine karşı daima bir uzaklığı ve devamında da düşmanlığı temsil etmiştir.
Nitekim 1991’de yaşanan I. Körfez Savaşı’nda örgüt elebaşının gösterdiği İsrail yanlısı siyaset, grubun tarihinde en önemli dönüm noktalarından biridir. Diğer dinî grupların Siyonizm ve İsrail konusunda hassas olduğu bilinmektedir. Hatta Türkiye Cumhuriyeti devletinin de zorunlu siyaset dışında İsrail ve Siyonizm konularında oldukça hassas davrandığı bilinmektedir. Buna rağmen gerek ABD, gerek İngiltere ve gerekse de İsrail ile ilişkiler konusunda FETÖ’nün aşırı derecede gönüllü olduğu tarihî bir hakikattir. Bunlara rağmen FETÖ’yü katı laikçi uygulamaların ürünü olarak göstermek doğru değildir.
Belki kitlesel eğilimlerin bir hedefe yönlendirilmesi bağlamında bir sebep sonuç ilişkisinden söz edilebilir. Yine de örgütün katı hiyerarşik yapılanma içinde hareket ettiğini biliyoruz. Katı hiyerarşik yapılanmalar kitlesel eğilimlere açık değildir ve bu yönde bir temsil de söz konusu olamaz. FETÖ hem Erbakan’ın hem de Erdoğan’ın devrilmesi için en ileri safta yer alarak kitlesel eğilimlere kapalı, katı hiyerarşik bir örgüt olduğunu açık bir şekilde gösterdi. Bu da tabandan gelen eğilimlere işaret etmez.
FETÖ, basit mantık yürütmelerle tanımlanabilecek bir örgütlü yapı değildir. Konu hassastır ve küresel ilişkiler çerçevesinde emperyalizmin en önemli müdahale araçlarından biridir. Yavaş yavaş gün yüzüne çıkan veriler ışığında konuyu tekrar tekrar ele almak zorundayız.