İbn Haldun’un, yüz yılları, savaşları, tarih değiştiren olayları ve açılıp kapanan çağları sığdırdığı iki kelimelik “coğrafya kaderdir” tespiti, 15 Temmuz’dan sonra yeniden dağarcığımızı fethetti. Doğruluğu hemen her toprak parçasında ve toplulukta kanıtlanmış bu tespitin, siyasetçiler için de önemli bir karşılığı var. Coğrafyaların bir değişmez kaderi de siyasetçilerdir çünkü. Çok gerilere gitmeden; M. Kemal, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes, Süleyman Demirel ve daha yakın dönemde Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Devlet Bahçeli ve son olarak Recep Tayyip Erdoğan… 100. yılına yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini yaşayan ve şekillendiren liderleri tek kalemde saymak mümkün. İdeolojileri, siyasi partileri, toplumdaki karışıklıkları ve faydalı-faydasız icraatları ise farklı bir analiz konusu.
Kazandıkları ya da kaybettikleri her seçimde, hatta sandığa gitme kararlarında bile Türkiye’nin kaderini direkt etkileyen sebep ve sonuçlara imza atmış siyasi liderlerimiz oldu hep. Bazıları ise sadece Türkiye’nin değil başka başka ülkelerin de kaderlerine etki yaptı. Örneğin; dönemin Başbakanı İsmet İnönü, 1947’de yapılan Paris Barış Konferansına katılmayarak Ege sahillerimizdeki 12 adanın Yunanistan’a verilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Recep Tayyip Erdoğan, 2002 yılından beri sadece Türkiye’nin değil birçok farklı coğrafyadaki halkların kaderi olmuştur. Suriye’den Somali’ye, Açe’den Arakan’a uzanan bir etki haritası var Erdoğan’ın. Devlet Bahçeli ise Başbakan Yardımcısı olarak 7 Temmuz 2002 günü yaptığı erken seçim çağrısı ile hem kaybeden olmuş hem de yeni bir sürecin başlangıcına etki yapmıştı. Ya son siyasi dönemeçlerde kritik hamlelere imza atan Bahçeli, yeni nesle ‘devlet adamlığı’ dersi de vermiş oldu.
Bir de siyasi lider olup kendi kaderini dahi yaşayamayanlar var. Beklentileri, umutları, sabah akşam kurulan hayalleri yüz üstü bırakanlar. Bana göre bu isimler Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu ile başlar. Başkaları farklı isimler üzerinde durabilirler fakat halef selef CHP Genel Başkanları, Türkiye’nin kaderi değişirken ve tarihi yeniden yazılırken, güçlü ana muhalefet partisi liderleri olmalarına rağmen bu dönüşümde akılda kalan tek bir olumlu hareketleri olmamıştır. Aslında olumsuz etkileri de olmamıştır. Sadece olumsuz girişimlerde bulunmuşlardır, etki oluşturacak bir siyasete yıllardır sahip olamamışlardır.
İki lider de birbirlerinin tekrarı bir muhalefet anlayışı ile alternatif olamadıkları gibi kendi öz seçmenlerini de büyük hayal kırıklıklarına uğratmıştır. Tabanlarının ideolojik teminatlarıyla kaybettikleri onlarca seçime rağmen koltuklarını korumak için parti içi siyasetten bir adım öteye gidemeyen Baykal ve Kılıçdaroğlu, iktidara karşı siyaset üretemedikleri gibi, yapılmak istenenlere engel olma girişimleriyle de hep ortada kalmışlardır.
Türkiye’nin kaderi elbette 15 Temmuz günü değişmiş ve yeniden yazılmıştır. Fakat 2007’de yaşanılanlar da 15 Temmuz’da yapılmak istenen askeri darbenin farklı versiyonları olarak kayıtlara geçmiştir. Türkiye 15 Temmuz’da uçurumdan yuvarlanmak istenmiştir, 2007’de ise uçuruma giden yoldan dönmüştür. İşte o dönemlerde dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, önce cumhurbaşkanını AK Parti’nin seçmesini engellemek istemiş sonra da Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olmasına sert bir şekilde karşı çıkmıştır. O günün şartlarında, halkın oylarıyla Meclis çoğunluğunun 3’te ikiye yakınına sahip olan AK Parti ve lideri Tayyip Erdoğan’ın siyaset dışı bir üslupla karşısına dikilen Baykal’ın grup toplantısında sarfettiği şu sözlerini hatırlatmak istiyorum: “Sakın ha cumhurbaşkanı adayı olma. Sakın ha olma, sakın ha. Bu tavsiyem kulağına küpe olsun Sayın Tayyip Erdoğan. Bu tavsiyem kulağına küpe olsun, bak iki hafta zaman var. Sakın ha ihtirasının kurbanı olma.” (2 Nisan 2007)
Deniz Baykal’ın bu çıkışlarından sonra yaşanılanları tek tek sıralamaya gerek yok. Fakat 367 kararı, 27 Nisan muhtırası ve Cumhuriyet mitinglerine rağmen girilen seçimlerden zaferle çıkan AK Parti, üstüne bir de Cumhurbaşkanını seçince Deniz Baykal umut vadeden lider pozisyonundan hızla uzaklaştırıldı. Yerine getirilen Kemal Kılıçdaroğlu ise siyasi bir devrimin habercisi, solun şahlanışa kaldıran lideri ve yoksulların sahibi gibi sıfatları yüklenmiş olarak siyaset sahnesine sunuldu. Arkasına büyük bir medya gücü olan ve CHP’nin anamuhalefet politikasını değiştirme heveslisi gibi görünen Kılıçdaroğlu’nun bırakın devrimleri asla ve asla bir Deniz Baykal bile olmadığı şimdilerde ortaya çıktı. Daha genel başkan seçildiği ilk kongrede Başbakan’a ‘Recep Bey’ diyerek, ülkede siyasi bir üslup sorunu oluşacağını ortaya koyan Kemal Bey’in daha sonraları çok ettiği küfürleri, kaba sözlerini ve çoluk çocuktan uzak tutulması gereken tepkilerini elbette buraya alıntılamayacağım.
Özellikle 15 Temmuz’dan sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu performans siyasi bir tükeniş aynı zamanda. Bundan elbette diğer muhalefet lideri Devlet Bahçeli’nin katkısı var. Fakat, Kemal Kılıçdaroğlu, Recep Tayyip Erdoğan karşıtı duruşunu ‘düşmanlık’ merhalesine taşıdıkça kendisine oy verenlerin de ilgi ve alakasından uzaklaşmış durumda. Dikkat edin, 15 Temmuz’dan sonra hiçbir demeci gündem olmuyor. Yenikapı’daki tarihi mitinge bile tabi caizse ‘ite kaka’ gelebilen CHP lideri, darbeyi göğüslemiş milyonların önünde akılda kalan tek bir kelime de edemedi. 15 Temmuz siyasette ve toplumda yeni bir süreci, birlik ve beraberliği sağlarken, ülke menfaatleri her türlü politik hamlenin önü geçmişken Kemal Kılıçdaroğlu’nun özellikle Fırat Kalkanı ve Musul operasyonlarındaki tavrı milli bir duruş sorunu olduğunu da gösterdi. Bu sıkıntılı duruşun CHP seçmenini de rahatsız ettiği bariz bir şekilde görülüyor. Kemal Kılıçdaroğlu farkında değil muhtemelen ama Türkiye başkanlık modeline hazırlanırken CHP de lider değişimine hazırlanıyor. İlginçtir ki; her iki dönüşümün kaçınılmaz olduğunu da siyasetin yükselen değeri Devlet Bahçeli gösteriyor.