Türkiyemizin kronikleştikten sonra iyice kangren olan ve tüm emperyal güçler tarafından sürekli aleyhimize olmak üzere kurcalanan ‘etnisite’ probleminden sonra, son yıllarda hiç olmadığı kadar ‘mezhep’ sancıları ile karşı karşıyayız.
‘Etnisite’ onların uydurduğu bir tabir. Yüzyıllarca hiç bir Türk, komşusu Kürt mü değil mi diye endişe bile etmedi. Keza aynısı ‘Alevi’ komşular için de geçerli oldu.
Milyonlarca Kürt ve Alevi vatandaşımız, ister basit ‘vergi verme ve kanunlara uyma’ formatında olup Türkiye Cumhuriyeti devletinden ‘vatandaşlık hizmeti’ alma düzeyinden olsun, ister ‘vatan-millet için canımız feda’ mertebesinden olsun, devlet ile hiç bir sorunları olmadan, hiç bir terör örgütünü desteklemeden, hatta tüm istihbarat servislerinin kışkırtmalarına kulak asmadan yaşayıp gidiyor.
Hele son yıllarda, daha önce hiç olmadığı kadar ‘Alevi veya Kürt’ kimliklerini ifşa ederek…
Ancak nasıl yıllarca ‘etnisite’ diyerek gerçek sorunu halının altına süpürdüysek, şimdilerde ‘mezhepçi fraksiyonlar’ gibi ‘nağmeli’ ve bir o kadar da uyduruk, sığ bir tabir üzerinden analiz kasarak aslında önümüzde kabak gibi ortada olan bir gerçeği ve her an ciddi bir toplumsal travmaya yol açma ihtimali olan bir tehditi görmezden geliyoruz.
‘Bazı’ Kürt vatandaşlarımız, devletin yıllarca umursamadığı sosyolojik, ekonomik ve güvenlik sebepleri yüzünden, açıktan veya gizliden ‘etnik terör’ oluşumlarına destek verdi.
Tamamen aynı saikler ve benzer ivmeler yüzünden, şu günlerde ‘bazı’ Alevi vatandaşlarımız, göz göre göre ülkenin ‘milli güvenlik’ sorunu haline gelmiş Suriye trajedisi üzerinden, bir terörist-katliamcı olan Esed’e destek veriyor. Üstelik gerilimin arttığı, şehid vermeye başladığımız şu günlerde.
Nasıl ki PKK’ya destek veren ‘bazı’ Kürtler, bu örgütü kendi toplumsal refah ve huzurlarının teminatı olarak görüyorsa, bazı ‘Alevi’ vatandaşlarımız da, aynı ivmeyle ‘Esed rejiminin’ tarafını tutma eğilimi gösteriyor.
Etnisite, mezhep vs. gibi yaftalamalar ile açıklanacak sıradan bir durum değil bu, ciddi bir millî güvenlik endişesi söz konusu.
Türk insanı konu-komşusu ile birarada yaşarken aklına böyle ‘etnik köken’, mezhep vs. gibi kavramlar gelmese de, bazı siyasiler bu konuları yanlış gündemlerine malzeme yapmak için adeta yırtınıyorlar. Bildiğin ateşle oynuyorlar.
CHP ‘ALEVİ-SÜNNİ’ ÇATIŞMASINI KÖRÜKLÜYOR
CHP’nin başı kalkıp farklı ‘mezhepten’ yüzbinlerce insanın, çoluk çocuğun kâtili Esed’e ‘meşru hükümet’ deyip, kendi paraportunu taşıdığı ülke için ‘saray rejimi’ diye konuşabiliyor.
En basit anlamda, seçilmiş meşru Türkiye Cumhuriyetine ‘rejim’ diyenin pasaportu hemen iptal edilmeli ve vatandaşlıktan çıkarılmalı.
Ama ne gezer…
Aynı partinin milletvekilleri, açık açık olası bir Suriye-Türkiye savaşında ‘Banko Esad’ın yanında oluruz’ diye tweet atmaktan çekinmiyolar. Genel başkanları böyle konuştuktan sonra gayet normal elbette.
Uluslararası jargona göre bir ülkeden ‘rejim’ diye bahsetmek, mevcut iktidara ‘dış müdahale’ yapılmasını olumlayan bir tabir olarak bilinir.
CHP’nin başındaki zat’ın ‘danışman’ kadrosu incelenir ve bu bulgular ışığında son 10 yılda sosyal medya üzerinden ‘Alevi-Sünni’ çatışmasını en çok kimler körüklüyor tespit edilirse, şu meselede ‘büyük resim’ görülmüş olur.
Bugün ‘İdlip’te ne işimiz var?’ diyenler, yarın ‘Hatay’da ne işimiz var?’ diyecek.
O gün geldiğinde, işin trajikomik yanı, iktidara geldiğinden beri gizliden ‘laik cumhuriyeti’ yıkma planları yapmakla suçlanan mecvut iktidar, kendini Mustafa Kemal’in askerli olarak gören bu kitleye, yine Mustafa Kemal’in Hatay’ı vatan toprağına katmak için verdiği uğraşları anlatmak zorunda kalacak.
Fakat nafile…
ONLARIN DERDİ TÜRKİYE’YE DİZ ÇÖKTÜRMEK
Onların dertleri ne Hatay, ne Misak-ı Millî, ne de Esed’in varil bombaları altında can veren bebeler. ‘Alevi vatandaşların evlerinin kapılarına çarpı işaretleri atıldı’ diye atılan tweetlerin hangi ülkenin hangi eyaletinden atıldığını gayet iyi biliyorlar.
Dertleri; aldıkları emir gereği, seçilmiş iktidar ile köklü TSK’yı sürekli çatışma halinde tutmak.
Son 10 yılda, bu konuda çok ciddi şekilde ‘başarısız’ oldular.
Tankların üzerindeki yiğitler, ‘Bizi merak etmeyin, hedef Kızıl Elma’ dedikçe kuduruyorlar.
Dış İşleri, MİT ve Savunma Bakanları ülke ülke gezip tam saha pres yaparken Başbakanlık konutundaki yemekte ‘rakı içemediği için’ laik atak krizine girmeyen bir komuta kademesi var. Ve bu komutanlar Türk yapımı İHA’ların istihbaratı sonucunda sınır ötesi operasyonları yönetiyorlar.
Askeri-politik denklem açısından böylesi bir kördüğüm, belki de dünya tarihinde görülmüş değil.
İki ‘süper güç’, ABD ile Rusya, perde arkasında birbirleriyle oynaşıp bölgenin en önemli gücü Türkiye’yi ikili kıskaca almaya çalışıyor.
Dışarda vaziyet bu minvaldeyken, içerdeki bazıları nasıl ‘kodlanmışsa’ onun dışına çıkmak istemiyor.
CHP, MEHMETÇİĞE KARŞI ESED’İ TUTUYOR
Oy verdiği partinin lideri, ‘Erdoğan Sünni, Esed ise Alevi, o yüzden Mehmetçiğin başına gelen bizi ilgilendirmez, Esed’i tutarız’ deyince, hepsi bir ağızdan ‘Ne işimiz var Suriye’de?’ diye bağırmaya başlıyor.
1 Milyon mülteci daha gelmesin, sorun akılcı bir şekilde çözülsün diye oradayız. Gaziantep’te mi bekleyelim yüzbinleri?
Bu konuda Merkel’e, Putin’e mi güvenelim? ‘Kendi göbeğimizi kesmek’ en doğru hamle. Sürekli kabaran faturalar altında ezilirken, Ukrayna’ya yapılan 200 milyon dolarlık yardım aslında bir tür ‘Milli Güvenlik’ harcama kalemi.
Rus ayısının zincirine yeni bir halka ekleme hamlesi.
Yarın Gürcistan devlet başkanı çağırılır, onlara da kallavi bir kıyak yapılır. Bu bir savurganlık değil, strateji gereğidir. Veya Gürcistan’ın NATO’ya katılması şiddetle savunulur, sanki biz NATO’yu çok ciddiye alıyormuşuz gibi…
F35’lerin ve S400’lerin muadillerini hemen üretemeyeceğimize göre, ABD’ye güvenmeden çok hassas bir Nato dengesi ve tüm köprüleri atmadan bir Erdoğan-Putin diyaloğuna tam gaz ihtiyacımız var. Bütün bu hassas dengeler devlet aklı ile mümkün. Çok şükür o akıl bizde var. Fakat “Türkiye Esad ile savaşırsa banko Esad’ın yanında olurum” diyen birinin vatandaşlığının iptal için savcılara daha ne tür gerekçe lazım, işte bunu alacak akıl bizde yok.