Erdoğan’ın BM konuşması ve coğrafyamızdaki yansımaları

Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’na katılmak için Amerika’ya gitmesiyle başlayan süreç tamamlandı ve cumhurbaşkanımız Türkiye’ye döndü. Genel Kurul’a hitaben yaptığı konuşmada cumhurbaşkanımızın vurguladığı hususlar gündemin sıcaklığı içinde ayrıntılı bir şekilde ele alınamadı. Bunu da doğal karşılamak gerekir. Erdoğan’ın konuşmasında Türk ve İslam dünyasının sorunlu alanlarının neredeyse tamamına temas edildi. Sorunlar başlıklar halinde dile getirilmiş olsa da yansımalarını sorun alanlarında takip etmek gerekir. Türkiye’nin yaklaşık on yıldır takip ettiği yeni siyaset, kararlı bir şekilde sorunlarla ilgilenildiğini gösterir. Sorun alanlarında yaşayanların, Erdoğan’ın cümleleri ile yeniden umuda kapılması anlaşılabilir bir durumdur. Türkiye dışında da Erdoğan’a güven var.

Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde gücünden beklenilmeyecek kadar etki meydana getirmesini ve buna karşılık olarak emperyal merkezlerde endişeye sebep olmasını takip ettiği kararlı siyaset ile izah etmek gerekir. Bu yeni siyaseti ilk önce Erdoğan’a gönülden destek verenlerin anladığını ve ona göre tepki geliştirdiğini belirtmek gerekir. 2009’un Ocak ayında yaşanan “one minute” olayından sonra Erdoğan, İstanbul’a indiğinde havaalanında inanılmaz bir gösteri ile karşılanmıştı. Yeni siyaset kabul edilmiş, Erdoğan Türk milletinin gönlünde taht kurmuştu. Türkiye’nin, güçlü bir etki meydana getirmesi, kendisine duyulan güven ile alakalıdır ve güven de siyasete verilen destekten beslenmektedir. Türkiye’de iki farklı ve birbirine zıt eğilimi ortaya çıkaran da uluslar arası alanda oluşan güven ve emperyal merkezlerin endişesidir. Çünkü emperyal merkezler Türkiye’ye yönelik gittikçe artan güveni boşa çıkarmak amacındadır. bunun için de Türkiye içindeki kendine bağlı çevreleri hareketlendirmiş gözükmektedir.

Heyecan verici bir dönemi yaşamaktayız. Türk ve İslam dünyası bakışlarını Osmanlı’ya çevirmişti. O zaman güçlü bir kamuoyu oluşmamıştı. Kamuoyu oluşsa da haricî yönlendirmelere açıktı. Osmanlı, yardım taleplerine cevap verdiği oranda yeni düşüncelerin doğuşuna zemin hazırlamış oldu. Türk ve İslam dünyasında güçlü bir dayanışma duygusu hayat bulmuştu. Bu dönem yarım asırdan fazla bir zamana yayıldı. 2009’dan sonraki dönemin önemini de geçmişte bir örneğini yaşadığımız olaylar çerçevesinde anlayabiliriz. Erdoğan haricî yönlendirmelerin etkisini en aza indirgeyecek ortamı hazırladığı için emperyal merkezler rüzgârı tersine çevirmekte zorlanıyor. Bu da kamuoyundaki desteğin önemini gösterir.

Erdoğan karşıtlarının özellikle kamuoyundaki desteği kırmak istemelerini yukarıda izah etmeye çalıştığım gelişmeler çerçevesinde ele almak gerekir. Emperyal merkezler tarafından Türkiye’nin ötekileştirilememesini çok önemli bir kazanım olarak görmemiz gerekir. Batı emperyalizmi Türkiye’yi düşmanlaştıramıyor. Türkiye’ye doğrudan düşmanlık gösterilecek bir siyasî ortam mevcut değil. Türkiye’nin takip ettiği siyasetle meşru bir taraf olması önemli bir kazanımdır. Onun için Erdoğan’ın güçlü desteğini zayıflatmaya yöneldiler. Türkiye’de doğal siyasî karşıtlıklar sebebiyle bir kutuplaşma olduğunu söylemek doğru değildir. Kamuoyu üzerinde etkili olan çevrelerin yönlendirme amaçlı faaliyetleri geçmişte olduğu gibi bugün de sonuç doğurmaktadır. Sıradan bir kişi ve grubun yönlendirme amaçlı faaliyetler içinde olması tesadüflerle alakalı bir durumdur veya arızîdir. Süreklilik arz eden faaliyetleri haricî faktörleri ihmal ederek açıklamak için ise ya Türkiye’yi bilmemek ya da kötü niyetli olmak gerekir.

Dünya bir daha çok sarsıcı bir şekilde değişiyor. 1945 sonrasında oluşan sistem, Batı’nın üstünlüğüne dayanıyordu. 1990’larda Sovyetlerin dağılmasıyla İslam dünyası düşman olarak gösterilmeye başlandı. Bitti sanılan sömürgecilik yeniden hortladı. Fakat nedense düşünce hayatımızı yönlendiren çevreler bu hakikati görmezden geldi. Liberal demokrasinin dayattığı temel kavramlar zihin dünyamızı ve entelektüel gündemimizi şekillendirdi. Dolayısıyla gerçek bir tartışma ortamı oluşmadı. Yapay gerilimler üzerinden yeniden biçimlendirildiğimiz için kimliksiz şahsiyetler öne çıkmayı başardı. Sömürgecilik ilişkileri üzerine derin analizlerin yapılamamasını emperyal merkezlerle kurulan bağların gücü ile açıklamak gerekir.

Erdoğan doğru bir yerden bakıyor ve Türkiye’nin takip ettiği yeni siyaset, coğrafyamızı derinden etkiliyor. BM Genel Kurulu’nda yapılan etkili konuşmanın sorun alanlarında yankı uyandırması boşuna değildir. Türkiye, kürsüde dile getirdiklerini sahada takip ediyor. Osmanlı’nın son yetmiş yılına damga vuran fikrî ve siyasî gelişmelerde olduğu gibi bugün de Türkiye merkezli yeni bir dönemden bahsedebiliriz. Emperyal merkezler karşısında meşru bir taraf olması Türkiye’nin elini güçlendiriyor fakat bunu kazanmak için geçmişte yaptığı tercihler bağımlı yapılar şeklinde karşısına çıkıyor. Bu da düşünce dünyamızın birbirine zıt iki eğilim etrafında yeniden şekillendiriyor.

Millîlik ve yerlilik kavramları kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Gezi Parkı Kalkışması, 15 Temmuz Darbe ve İşgal Girişimi’ne başka bir ülkenin dayanabilmesi herhâlde mümkün olmazdı. Osmanlı’da çok güçlü bir kamuoyu oluşmamıştı. Bu kez durumun farklı olduğu anlaşılıyor. BM Genel Kurulu’nda yapılan konuşma da bu desteğin haklı bir şekilde kazanıldığını gösterir. Bu konuşmanın coğrafyayı harekete geçirmesi boşuna değildir.