Erdoğan ile Gül’ün hukuku

Medya mensuplarının gazetecilik/yazarlık sınırlarının dışına çıkarak siyasete ve politik gündeme yön vermeye kalktıkları her dönemde ciddi kriziler çıkmıştır. Bunun tam aksi durumda ise, yani siyaset medyaya müdahale ederse krizin adı sansür ve baskı olur. Tarafların birbirlerinin alanlarına müdahale etmesinin doğal sonucu da budur. Fakat burada sınırları belirlemeye çalışan, müdahale alanını kendi doğrularına göre belirleyen ise hep medya olmuştur. Bu tavır; iktidar yanlısı da muhalif medya açısından da böyledir, en “tarafsızım” diyen için de.

Geçtiğimiz hafta da işte bu krizlerden birini yaşadık. Yaklaşık bir yıldır medya mensupları üzerinden devam eden; afaki yorumların, niyet okumaların, parmak sallamaların, tehditlerin, karşılıklı atışmaların, ağır suçlamaların ve siyasi liderlerin ‘adına’ yapılan açıklamaların oluşturduğu rahatsızlık devletin zirvesine kadar ulaştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önce “İslamcı” diye sınıflandırılan bazı isimlerin medyadan ve siyasetten tasfiye edildiği şeklindeki yorumları eleştirdi sonra da İstanbul’daki bir etkinlikte medyada kendisi adına ahkâm kesip sağa sola parmak sallayanları işaret ederek, “Benim adıma Cumhurbaşkanlığı sözcüsü konuşur. Başka kimse konuşamaz. Kim konuşuyorsa fitne üretiyordur” dedi. Erdoğan’ın bu net çıkışını her ne kadar muhatapları üzerlerine alınmayıp işgüzarlık yapmaya devam etse de “fitne zamanı”; koşanlar yürümeyi, yürüyenler durmayı, duranlar ise oturulması gerektiğini anlamış oldu. Özellikle AK Parti tabanında aklı başında olan herkesin birbirine bunu salık verdiğini gördük. 15 Temmuz’u göğüslemiş, siyaseti ve devleti ayakta tutup, terör örgütleri ile dünyanın tüm egemen devletlerini karşısına alarak mücadeleye girişen ve bu sırada da ülkeyi siyasi istikrara kavuşturacak sistem değişikliğini halkın önüne getirip 16 Nisan’da bunu başaran AK Parti’yi kuruluş felsefesinden, misyonundan ve Anadolu’dan uzaklaştıracak tek virüs de zaten fitnedir. Bu virüsün sadece AK Parti’yi değil omuzladığı kutlu davayı da felç edecek kadar zehirli olduğunu en iyi bilen ise Erdoğan’dı ve o da 21 Mayıs öncesinde gereken müdahaleyi yaptı.

Erdoğan, bu süreçte bir uyarı daha yaptı aslında. Siyaseten halef-selef olduğu ama ikili hukuk çerçevesinde “kardeşim” diyerek kader yürüyüşlerini konumlandırdığı 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül üzerinden çıkarılmak istenen fitneye de “dur” demek istedi.

Deniz Baykal’ın 2019 için Abdullah Gül’ü CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak düşünmesi siyasetteki ikiyüzlülük çıkışı olarak kayıtlara geçse de bu çıkış üzerinden başka yerlerde farklı zeminler kurmak isteyenler oldu. Önce Erdoğan konuştu ve Baykal’ın tutarsızlığını eleştirerek “Değerlendirmeyi gereksiz buluyorum. Bu tamamen bir virüs hareketidir, bir fitne hareketidir” dedi. Fakat bu açıklamaya rağmen, “Erdoğan’a yakın gazetecileriz” sıfatıyla kendilerini konumlandırıp yine bu sıfatla cümleler kuran bazı isimler Abdullah Gül senaryoları yazmaya başladı.

Deniz Baykal’ın, 2007’de cumhurbaşkanı seçtirmemek için neler yaptığını, 367 kararının çıkması için savurduğu tehditleri, 27 Nisan e-muhtırasının arkasındaki duruşuna rağmen bir anda Abdullah Gül hayranı kesilmesini eleştirmesi gerekenler, Baykal’ı referansa alarak Gül’ü suçlamaya başladı. En az Baykal’ınki kadar tutarsız senaryolar uyduranların şöyle bir öngörüsü var; “Gül parti kuracak. AK Parti’yi bölecek. Birlikte hareket ettiği çok sayıda ismi AK Parti’den koparacak.” Bu bir öngörüden, tahminden öteye sanki talepmiş gibi de okunabilir. Abdullah Gül’ün kurucusu olduğu AK Parti’den koparak, kendisine “kardeşim” diyen Erdoğan’ın karşısında rakip olmasını isteyenin sadece Deniz Baykal olmadığını bu zeminsiz tartışmada görebiliyoruz aslında.

Gül de kameralar karşısında yaptığı açıklamada Baykal’ı ciddiye alıp benzer beklenti içinde olanlara göndermede bulundu. Baykal’ın sözleri için, Erdoğan ile benzer cümleler kurarak “Açıkçası ben hiç ciddiye almadım benimle ilgili söylenenleri” dedi. Kendisinden böyle bir hareket bekleyenlere ise “Günlük siyasete girmeyeceğimi de defalarca söyledim. Ama gördüm ki bazıları çok ciddiye almış. Bazı arkadaşlar saygı seviyesini aşarak ne yapacağımı nasihat edecek kadar ileri gittiler, buna üzüldüm” şeklinde sitemlerini iletti.

Tüm tartışmaların sonunda ortaya çıkan tablonun altını çizmek gerekirse, Erdoğan da Gül de, Baykal’ın AK Parti’ye fitne sokmak istediğini üstüne basa basa söyledi. Benzer bir niyet okuma 2012’de de yapılmıştı. Gül’ü bugünkü tartışmaların odağına konulmasına sebep olan danışmanı Ahmet Seven’in verdiği röportaj üzerinden 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden Erdoğan’a rakip olacağı senaryoları yazılmıştı. Gül de yine bir Cuma namazı çıkışı, Seven’in fitneyi çağıran sözlerini tevil ederek aynen şunları söylemişti: “Bir kez daha hatırlatmak isterim herkese. Tayyip Bey ile olan arkadaşlığımız, ilişkilerimiz kardeşlik hukukunun da ötesindedir. Dolayısıyla bunu da aklınızda tutmanızı isterim.”

Erdoğan ve Gül’ün, Fazilet Partisi’nin 2000 yılındaki kongresi ile başlayan ortak yürüyüşü her iki isim de aktif siyasetteyken türlü krizlere rağmen devir teslimler, makam tevdi etmeler ile kardeşlik hukuku bugünlere kadar korundu. Bunu son krizde de gördük. Fakat özellikle son 15 yılın bazı gazeteleri derinlemesine incelendiğinde yapay siyasi krizlerin hangi amaçla çıkarıldığı şimdilerde daha iyi okunacaktır. Son 3 yıldır ise kriz ve fitnenin üreme merkezi sosyal medya oldu. Gazete ve televizyonların çıkardığı krizleri de mumla arar olduk. Sosyal medyaya ve buralardaki tartışmalara mesafeli duran ve değer vermeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan da gençler üzerinden parti tabanını uyardı zaten ve “sosyal medyada bu oyuna gelmeyin” dedi. Kriz çıkaranların sonlarını görmek isteyenler; Erkan Mumcu ve Abdüllatif Şener isimlerini hatırlasın yeter.