Ensar: Hz. Muhammed’in (sav) dostları

Bireyleri çocukluk yaşlarından itibaren yoğun bir yönlendirmeyle hayata hazırlayan anlayış; onların hayata, insana, eşyaya, olaylara dokunmasını engellemiş olur. Ne yazık ki bu durum bireyin yapay bir dünyaya hapsedilmesi manasını taşır. Bunun çocuğun iyi bir insan olarak hayata hazırlanması amacıyla yapılmış olması işin mahiyetini değiştirmez. Hâlbuki bu Eflatun’un mağara ideasından bu tarafa bilinen bir yanılsamadır. Olay, mekân ve zamandan yalıtılmakla insanın gerçeklik algısı bozulur ve çevreden kopuş gerçekleşir. Başlangıçtaki iyi veya kötü niyet, sonucu değiştirmez. Yalıtılmış bir güvenlik alanı, yıkıcı bir yabancılaşmaya yol açar. Birey, gerçeklikle kendi başına boğuşmaya başladığı andan itibaren güvenlik alanının buharlaştığını görür ve yeni gerçekle yüzleşmeye başlar. Bundan sonrası birçok farklı tecrübe demektir.

Hz. Muhammed (sav), en yakınlarından başlayarak bütün insanlığı İslam’a davet ettiği ilk andan itibaren bunun yeni bir hakikate çağrı olduğu anlaşılıyordu. Bu, sadece İslam’ın hakikati değildi. İlk Müslümanlar, yeni dini kabul etmekle muhatap olacakları gerçeklik hakkında da bir fikre sahiptiler. Müslümanlık, yapay temeller üzerine kurulu bir din olmadığı için onu kabul edenler sonraki hayatlarında mağaranın dışına çıkma şaşkınlığını yaşamadı.

Hicret’ten sonra Müslümanlar arasından bir grubun “Ensar” adıyla tanımlanması oldukça manidardır. Bu kelimenin Türkçe karşılığının bulunması önemlidir, mana daha iyi kavranılır. Bu durumu fark etmemi sağlayanlara buradan ayrıca teşekkür etmeyi bir vazife bilirim. Evet, bu kelimeyi “Hz. Muhammed’in (sav) dostları” şeklinde karşılamak benim için etkileyiciydi. Yardım ve yardımcı gibi sözcükler, olan şeyi tanımlamakta eksik kalıyor. Buna karşın “Hz. Muhammed’in (sav) dostları”, tam da Müslüman cemaatinin ne olduğunu anlatan bir tamlamadır. Bu tamlama, bir kişinin, yalnız kaldığında da sahip olduğu hakikat anlayışından şüphe duymasına imkân vermeyecek bir gerçeklik dünyasına işaret ediyor. Çünkü temelinde yapay bir hakikat yok, bilakis gerçekliği içselleştirmiş bir din anlayışından doğmuştur.

Seksenlerin sonlarından itibaren herhangi bir gruptan bir şekilde kopmuş bazı kimselerin kısa bir zaman içinde dinî değerlerine ve geçmişte birlikte olduğu kişilere karşı soğuk bir yaklaşım sergilediğini gördük. Bu, benim ve konu hakkında konuşma fırsatı bulduğum arkadaşlarım için çok da sarsıcı bir durum değildi. Hatta beklenilen bir sonuçtu. Sonraki yıllarda karşılaştığımız benzer örnekler, bahsi geçen durumun neredeyse bir kurala dönüştüğünü gösteriyordu. Bu, yapay bir dünyadan kurtulmuş ve gerçeklikle yüzleşmiş insanların hayal kırıklığıydı.

Yıllar içinde edindiğimiz intibalar ve bizzat gözlemlediğimiz hadiseler 28 Şubat sürecinden sonra bireysel örnekler olmaktan çıktı. Yeni kuşakları din adına Fetullahçılara teslim etmenin elbette bir sonucu olacaktı. Burada sadece 15 Temmuz gibi bir vahşiliği kast etmediğimiz açıktır. Genç kuşakların kendi anne babaları başta olmak üzere aile, hısım akraba, mahalle ve gerçek arkadaş ortamlarından hatta şahsî hatıralarından koparılmasıyla oluşturulan yapay bir gerçeklikten bahsediyoruz. Bunun “din” adına yapılmış olması, İslamiyet hakkında çarpık bir algıyı beslemeliydi ve öyle de oldu. Yapay gerçeklikten bir şekilde kopmayı başaran kimselerin İslamiyet hakkında sağlıklı bir fikre ulaşması çok zordur. Bunun geçmişte de birçok örnekleri vardır.

Ne yazık ki bahsettiğimiz yapay gerçekliğin gücü fark edildi ve bu uygulama gittikçe yaygınlaşıyor. Yaygınlaşan durumun başlangıçtaki niyetlerle açıklanması doğru değil. Anlaşılacağı gibi bir kural söz konusudur, her bir toplumda benzer örneklerle karşılaşmak mümkündür. Yapay gerçekliğe hapsedilen bir insanın yabancılaştığı ortama karşı bir düşmanlık üretmesi kaçınılmaz bir durumdur.

Olan şeyi doğru tanımlamak gerekir. Yeni kuşakların İslam’dan uzaklaştığını söyleyemeyiz. Onlar yapay bir gerçekliğe tepki gösteriyor. Bu tepkinin doğal ve hatta doğru olduğunu görmemiz gerekir. Anne babaların kendi elleriyle teslim ettikleri Fetullahçı ve benzer yapıların yol açtığı sorunlar ortaya çıkmaya başladı. FETÖ adında bir canavar çıktı. Şimdi o canavardan uzaklaştıkça din adına oluşturulan “güvenlik alanı” da buharlaşıyor. Esasen yeni kuşakların din adına dâhil olduğu güvenlik alanları İslamiyet’e çok uzaktı. Evet, bu bir dindi ama İslamiyet değildi. Çok sevdiğim bir ifade ile “dine karşı din”di. Şimdi yeni kuşaklar gerçekliğe tosladı. Onlar, Tevfik el-Hakim’in “Deliler Irmağı” adlı tiyatro eserindeki metaforu yaşıyor. Bu sert bir toslama ya da karşılaşma veya muhatap olma durumudur.

Yeni kuşakların zihniyet dünyasındaki çarpıklıktan endişe etmenin bir anlamı yok. Yapay gerçeklik otuz yıldır ilk defa bu kadar çıplak gözle görülmeye başlandı. Bunun çok önemli bir imkân olduğunu zannediyorum. Bilmek ve temas etmek gerekir. Yalıtılmışlık hâlini bir kenara itmek gerekir. Bundan hiç kimsenin korkmaması gerekir. Sonucu ne olursa olsun. Muhakkak yeni bir duruma tebdil imkân dâhilindedir. Umulur ki buradan bir arayış doğar.

Eğer bu imkânı da aforizmalar arasına sıkıştırılmış bir din anlayışı ile geçiştirecek olursak yine sağlıklı bir yere varmak mümkün olmayacak. “Ensar” sözcüğünün Türkçe karşılığının ima ettiği sosyal gerçekliği bir kenara itip, yukarıdan aşağı hiyerarşik bir örgütlenme biçimine teslim olmak her zaman aynı neticeleri verir.