İbrahim Karagül “muhafazakâr muhalefet” ve “muhafazakâr müdahale” kavramsallaştırmasıyla aslında çok uzun bir zamandır var olan fakat açıkça üzerinde konuşulmayan bir konuyu işledi. Bu yazıdan sonra birçok defa olduğu gibi bazı kimseler, konuyu farklı açılardan ele almak yerine sulandırma çabasına girdi.
FETÖ meselesini otuz yıldan fazla bir zamandır yakından takip edenler için bu tarz bir yaklaşım şaşırtıcı değildir. İlginç bir benzerlik olması açısından dile getirmekte fayda görüyorum. Fetullahçılar konusunda ciddi bir duyarlılığa sahip olan bir arkadaşımıza 2007’de, Ergenekon davalarının ayyuka çıktığı bir zamanda Fetullahçıların artık Türkiye için önüne geçilmesi çok zor bir tehdide dönüştüğünü anlatmaya çalışmıştım. O zaman bu terör yapılanması Fetullahçılar adıyla anılıyordu. Konuştuğum şahıs, bana, Fetullahçıları çok abarttığımı söyledi. Cümlede geçen ifadeden de anlaşılacağı gibi muhatabım onları tanıyor ve gerçekten küçümsüyordu.
Hâlbuki onun bu yapıyı tanıdığı dönemlerin üzerinden çok zaman geçmiş, Fetullahçılar en azından 90’ların başından itibaren küresel emperyalist sisteme güçlü bir şekilde eklemlenmişti. Örgütün başı olan şahıs, I. Körfez Savaşı’ndaki İsrailci tutumu ile elemanlarını da sınavdan geçirmişti. Anılan tarihten sonra bu terör yapılanması uluslararası profesyonel kişiler tarafından yönetilmeye başlandı.
Burada bir hayıflanmayı dile getirmekten kendimi alamayacağım: Uzak ve yakın çevremizden birçok kimsenin bu süreçte bıyık altından küçümseyici bakışlarına muhatap olduk. Hatta bunlardan bazıları, bizleri 80’lerde kalmakla suçladı. Bu şahısların isimleri bizde mahfuzdur. Yine kişisel bir hissimi burada paylaşmama müsaade edin: Olup bitenlere bakarak ister istemez hüzünleniyorum. Bunun makul karşılanacağını zannediyorum. Karşılaştığımız hadisenin büyüklüğü ve gayr-i şahsîliği göz önünde bulundurulursa bu kadar zaafın lafı olmaz. Ne yazık ki 15 Temmuz doğrudan milletimizin bir zaferidir. Keşke aydınlar, münevverler, cemaatler, sivil toplum kuruluşları önceden hazır olsaydı da bu lanetli yapı karşısında erken bir dönemden itibaren bir tavır geliştirilseydi. Erdoğan’ın kararlı tutumu ve öncülüğü sayesinde millet meydanlara inmeyi bir vatan ve namus meselesi hâline getirdi de emperyalizmin en güçlü saldırılarından biri daha önlendi. Hayıflanmama sebep olan ise şehitlerin ailelerine kalan acılardır.
O günün şehitleri ve gazileri hakkında ayrı ayrı kitaplar yazılmalı, tarihteki eşsiz yerlerine layık bir şekilde hatıraları geleceğe taşınmalıdır. Bizden sonra gelecek kuşakların o gün hakkında elinde birçok malzeme bulunmalı.
Küçük bir hatırlatmada daha bulunacağım: Yine İbrahim Karagül, 2007 Ağustos’unda yayımlanan bir yazısında, bir yapının (Fetullahçılar ve onların temsil ettiği küresel emperyalist sistem) Türkiye’de farklı dinî, siyasî ve etnik kimlikleri Erdoğan karşısında tek bir şemsiye altında toplamaya çalıştığını yazmıştı. O zamanlarda bu cümleyi söylemek için çok şeyi göze almak gerekiyordu. Daha ortalıkta, güya, hiçbir belirti yoktu. Çok kimsenin bu iddianın peşine düşeceğini zannettim. Olmadı. Aynı şekilde aksi yönde birçok işaret bulunmasına rağmen 2014’te bile bu ülkede birçok kimse Fetöcü takımının işinin bittiğini düşünüyordu (17-25 Aralık ve MİT Tırları hadisesinden sonra.)
“Muhafazakâr muhalefet” ve “muhafazakâr müdahale” ile kast edileni görmemiş ya da anlamamış olabilirsiniz, “çapsız Abidin”, der geçeriz. Fakat bıyık altından gülme hâliyle bütünleşen küçümseyici bakışları çapsızlıkla açıklamak, bu saatten sonra, hamakat tanımının içine girer.
28 Şubat sürecinde Fetöcüler birçok yapının içine sızdı. Dershane tartışmalarının başladığı günden itibaren Fetöcülerin çok daha operasyonel bir şekilde farklı mahfillere uyum sağladığı istihbarat raporlarına dahi girdi. Üstelik Fetöcü unsurların yurt dışı faaliyetleri ve farklı merkezlerde kendini yeniden inşa etme süreci de henüz ele alınmadı. Onların farklı merkezlerde kendilerini yeniden inşa etmeleriyle Avrupa, Amerika, Afrika ve Asya’da karşımıza çok ciddî sorunlar çıkacaktır. Bundan sonra kaç yıl devam edeceğini tahmin dahi edemediğimiz yeni bir süreçten bahsediyoruz.
Din üzerinden müdahaleye maruz kaldığımız açıktır. Bu gerçeği inkâr etmek, görmezden gelmek ya da gözlerden uzak tutmaya çalışmak bu ülkeye fayda vermez.
Bu ülkede din adına söz söyleyen birçok kimse, müstağriplerin Avrupa tarihini, sınıf yapısını, iktisadî ilişkilerini vs Doğu’da arama alışkanlığını tevarüs etti. Onlar da Türkiye’de bir protestanlaşma arıyor. Geçen yüzyıllarda emperyalizmin din üzerinden kurguladığı birçok müdahaleye maruz kaldık. 15 Temmuz da din üzerinden yapılan bir müdahale idi. Asıl müdahale ise yarım yüzyıla varan bir zaman diliminde zihniyetimiz üzerine yapıldı. O zamanlarda bu lanetli yapıya ve elebaşına övgüler düzenlerin ya da bu müdahaleyi görmezden gelenlerin adlarının sıralandığı raflar daha tozlanmadı. Dinî hikâyeler, rüyalar, sezgiler yoluyla dinimize akla gelmedik müdahaleler yapıldı. Bugün FETÖ aleyhine söylev verme yarışındaki çok kimse o günlerde Fetullahçıların başarısının geleneği temsil etmesinden kaynaklandığını söylüyordu. Onların isimleri de bizde mahfuzdur.
İbrahim Karagül’ün “muhafazakâr muhalefet” ve “muhafazakâr müdahale” tespiti çok acı bir durumu ortaya sermektedir: Bu ülkede din adına hareket ettiği izlenimi veren bazı kimse ve çevreler emperyalizmle iş tuttu ve tutmaya da devam ediyor. Onlar vatanına ve milletine emperyalizm adına savaş açtılar. Bunu yaparken de dini kullandılar. Ne yazık ki bu tehlike hâlâ geçmiş değil.
“Muhafazakâr” gazete köşelerinden çirkin bir şekilde konuyu sulandırmaya çalışmak en azından bu satırların yazarı için çok anlamlıdır.