Eğitim sahasında birtakım yeniliklerin konuşulduğu şu günlerde farklı önerilerin gündeme gelmesini önemsemek gerekiyor. Yaşamakta olduğumuz karmaşa ve düzensizliğin bütün dünyayı etkileyen büyük değişimlerle yakından alakalı olduğu açıktır. Sadece son otuz yılda meydana gelen siyasî, kültürel, ekonomik, teknik ve ilmî değişimlerin eğitim alanındaki karmaşa ve düzensizliğe etkilerini hesaplamak bile karşılaştığımız zorluğun derecesi hakkında bir fikir verir. Hem yeni duruma uyum sağlamakta büyük güçlükler söz konusu hem de ciddî yeniliklere ihtiyaç var. Daha önemlisi ise amaçları belirlemekte karşılaşılan zorlukların devasa boyutlara ulaşması ve Türkiye’nin mevcut sosyal yapısında taraf olanların uzlaşma ihtiyacını hissetmemesidir.
Eğitim sahasındaki sorunların devasa boyutlara ulaşmış olmasında sorumlu aramak Türkiye için çıkar bir yol değildir. Çünkü bu, iki asırdan fazla bir zamandır yaşamakta olduğumuz bir sorundur. 18. yüzyılın son çeyreğinde mühendishanelerin açılmaya başladığı dönemden bu tarafa yenileşme arayışındayız. Kuşkusuz birçok başarılı örnekler oluştu. Fakat bu başarılı örnekler aynı zamanda geleneksel yöntemlerden uzaklaşmayı da beraberinde getirdi. Zaten başka türlüsü de düşünülemezdi. Geleneksel eğitim anlayışı yüzyıllar boyunca çok başarılı sonuçlar vermiş olsa da zamanın hızlı değişimine direnememiş, çözüm olmak bir yana bizatihi sorun üreten bir sistem hâlini almıştı. Nitekim mühendishaneler yeni bir okul tipi olmakla geleneksel sistemin temel sorunlarını görmemize imkân verdi ve köklü değişimlerin önü açıldı.
Tanzimat’a kadar geçen sürede yeni ihtiyaçlar belirleniyor ve bu ihtiyaçların giderilmesi için eğitim alanında birtakım adımlar atılıyordu. İlk modern okulların mühendislik ve tıp alanında olması dönemin en temel ihtiyaçları hakkında bir fikir verir. Eğitim alanında atılan her adım yepyeni tecrübelerin oluşmasını sağladı ve geleneksel eğitim sistemiyle yeni eğitim sistemi arasında karşılaştırmalar yapılması söz konusu oldu. O dönemde yeni okul sisteminin yanı sıra eski sistem varlığını devam ettirdi. Çünkü geleneksel eğitim sistemini kaldırmak dine zarar vermek şeklinde yorumlanıyordu. 1860’lardan itibaren eğitimde yeni sistemin başarısı kabullenilmiş ve gittikçe yaygınlaşmaya başlamıştı. Tanzimat öncesi ve sonrasında eğitim alanındaki bütün değişimler yukarıdan aşağıya doğruydu.
Burada yapılan değişimlerin başarılı olup olmadığı sorusu gündeme gelebilir. Bu soruya doğrudan evet ya da hayır şeklinde cevap vermek tatmin edici olmayabilir. Geleneksel zihniyetten büyük bir kopuşa yol açılmış ve tam bir çözüm üretilememiş olsa da yeni eğitim sistemi arayışında ciddî bir tecrübe oluşmuştu. Nitekim 20. yüzyılın başlarında medrese de değişimlere ayak uydurma ihtiyacını hissetti. Bunu da yeni eğitim sisteminin başarısına delalet eden bir değişim şeklinde görebiliriz. Eğer ilk değişimlere medrese öncülük etmiş olsaydı herhâlde başka bir süreç yaşamış olurduk. Belki de bugün halen yaşamakta olduğumuz ikiliğin ve bunun sebep olduğu çatışmanın şiddeti daha az olurdu.
Tanzimat’tan önce ve sonra yaşadığımız tecrübeyi önemsemeliyiz. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi geçmişte eğitim alanındaki değişimler yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşmişti. Önce temel ihtiyaçlar belirlenmiş ve ona göre çözümler üretilmişti. Tabiri caizse ihtiyaçlara göre üniversite düzeyinde yeni okullar açılmış, sonra bu okullara öğrenci yetiştirmesi için liseler, ortaokullar ve ilkokullar oluşturularak yeni sistem tatbik edilmişti. Bahsi geçen yeniliklerin Osmanlı’nın son döneminde çok ciddî değişimlere yol açtığını biliyoruz.
Zamanımızda da yaşamakta olduğumuz değişimlerin hızı ve şiddeti baş döndürücüdür. Bu durum hem ülkemizi hem de bütün dünyayı etkilemektedir. Tanzimat döneminde olduğu gibi ciddi bir değişim kendini dayatmaktadır. Geçmişte yaşadığımız değişimler aynı zamanda bir medeniyet krizinin ürünüydü. Medeniyet krizinin halen devem edip etmemekte olması ayrı bir meseledir, fakat ilk örneklerden bu tarafa önemli bir tecrübeye sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu da işimizi kolaylaştıracaktır. Hem ülkemizin hem de coğrafyamızın temel sorunlarını ve temel ihtiyaçlarını belirleyip ona göre çözümler üretmek çok zor olmasa gerek.
Bugün eğitim sistemimiz çok dar alanlara sıkışmış durumdadır. Anne babalar çocukları için iyi bir gelecek arzulamakta haklıdırlar. Çocuklar da kendi hayallerini gerçekleştirmek için heyecan duymakta haklıdırlar. Fakat onların hayallerini gerçekleştirebilmelerine imkân sağlayacak iyi okulların sayısı da sınırlıdır. Özel okulların da eğitim sistemimizdeki tıkanmayı aşma yönünde örneklik oluşturamayacağını düşünüyorum. Sınavlı ya da sınavsız sistemin de mevcut dar alanda sıkışmışlığa çözüm olmayacağı açıktır. Sınavlı ya da sınavsız sistem sadece olası adaletsizliğe karşı bir önlem olarak telakki edilebilir. Köklü çözümü o dar alandan çıkmakla bulabiliriz. Seçeneklerin fazlalığı öğrencileri yarıştan uzaklaştıracağı gibi her bir öğrenciye kendini gerçekleştirme imkânı da verecektir.
Türkiye, büyük sancıların yaşandığı bir coğrafyanın tam merkezindedir. Büyük sorunlar büyük arayışlara da yol açabilir. Çözümsüzlük hâlinden faydalanan birçok kişi ve grup oldu. Bundan sonra da bu durumlarla karşılaşabiliriz. Hem dışarıdan hem de içeriden kuşatılmışlığımızı biraz da çözüm üretme iradesini göstermemekle izah etmeliyiz. Türkiye’nin önünde büyük sorunlar olduğu gibi çözümler için de büyük fırsatlar var. Türkiye’nin üreteceği bir çözümü tatbik etme yönünde şu dönemde hiçbir engel kalmadı. Bu bile başlı başına bir fırsattır.