Durağan Doğu imgesinden gaza ideolojisine

Hararetli bir siyasî ortamda kişisel nitelikleri ağır basan gerilimlere tanık olduğumuz inkâr edilemez. Her ne kadar kişisel nitelikleri ağır basan gerilimler desek de, yaşanılan sürece toplumsal aidiyetlerin, grup kimliklerinin ve etnik hesapların etkisi hesap edilmelidir. Nitekim kişisel mecralarda bunların öne çıktığına şahit oluyoruz. Bunun tam aksine olmak üzere kişisel ortamlarda baskın bir şekilde kendini gösteren aidiyetler ortak alanlarda farklı bir nitelikle görünür hâle geliyor. Bunu bir dereceye kadar anlayışla karşılamak mümkünse de kişisel mecralardaki keskin hatların ustalıkla gizlenmesi ikili bir tutum intibaını güçlendiriyor.

Türk millî kimliği hakkında şimdiye kadar farklı siyasi aidiyetler altında yapılan analizlerde ideolojik kimlikler belirgindi. Bu analizlerin sosyal gerçeklik tarafından geçersiz kılındığını, kendini saklamadığı hâlde gerçekliğin ideolojik yaklaşımları mağlup ettiğini söylemek gerekir. Bu bir gerçek şakası değildi, görülmek istenilmeyen bir gün kendini gösterdi. Yirminci yüzyıla damgasını vuran ideolojik körleşmenin ömrünü tamamladığını düşünüyordum, hâlbuki bu tutum başka kişi ve gruplara hulûl ederek varlığını sürdürüyormuş. Bu açıdan toplumsal aidiyetlerin, grup kimliklerinin ve etnik hesapların daha belirgin hâle geldiği günümüzde ideolojik körleşmenin farklı tezahürleri ile karşılaşmamız sürpriz değildir.

Her iki yaklaşım biçiminin ötekileştirici bir nitelik arz ettiği açıktır. Her iki yaklaşım biçimi oryantalistlere özgü “durağan Doğu” imgesinden besleniyor. Zira her iki yaklaşım biçimi 15 Temmuz’da ortaya çıkan iradeyi geçmişteki tezahürleriyle görmemiş ve hâlihazırda da görmezden gelmektedir. Hâlbuki Selçukludan bu tarafa çok geniş bir coğrafyada serpilmiş gaza ideolojisi dinamik bir kimlik olarak kendini her devirde yeniden üretmektedir. Türk tarihinin en belirgin vasfının devlet-i ebed müddet, nizam-ı âlem ve i’lâ-yı kelimetullah olduğu ve bu vasfın fikrî bir süreklilik hâlinde her dönemde yenilendiği açıktır. Fikrî sürekliliğin aktörleri hakkında çıkarcı, fırsatçı, kul, reaya, biatçi vs. olumsuzluk içeren yaftalar sıklıkla kullanılıyordu ve bu aktörlerin amorf bir kitle teşkil ettiği düşünülüyordu. Saydığımız yaftaların düşman(!) kişi ve gruplar tarafından kullanılması şaşırtıcı değildir, beslenme kaynaklarının ortaklığını gösterir.

15 Temmuz’da devletin millet tarafından selamete çıkarılması hadisesi süreklilik içinde yenilenme ve değişimin dinamik bir süreç olduğunu gösterir. Kişisel aidiyetlerden beslenen seçkinci ve ötekileştirici yaklaşımlar bu gerçekliği gözden kaçırmaktadır. Müslüman, Türk, Sünni geleneğin temsilcilerinin 15 Temmuz’da ortaya koyduğu irade ve bu iradenin meydana getirdiği değişim hakkında kapsamlı makalelerin yazılamaması süreklilik içinde yenilenme ve değişimin dinamik bir süreç olduğuna dikkat edilmemesindendir. Esasen bu tahlilleri yapması gerekenlerin dahi “Anadolu irfanı” gibi kavramsallaştırmaların ötesine geçemediği anlaşılıyor.

15 Temmuz birçok konuda olduğu gibi fikrî planda da çok önemli değişimleri tetikleyecektir. Türk milletinin uzak geçmişten tevarüs ettiği niteliklerin bir gecede göz kamaştırıcı bir şekilde ortaya çıkması tesadüf değildir. Bu özellikleri dar kalıplar içine sıkıştırarak tanımlamak süreci anlamamak manasına gelir. Özellikle Türkiye’nin Amerika ve genel olarak Batı emperyalizmi karşısındaki mücadeleci tutumunu görmezden gelmek, körlüğün hangi boyutlara ulaştığına delalet eder. Elli yıldan fazla bir zaman harcayarak büyüttükleri örgütleri sahaya sürmek zorunda kalmaları ve onların da birer birer etkisizleşmesi Türkiye’nin kararlı tutumunun bir sonucudur. Nitekim örgütler etkisizleştikçe bireysel bağlantılar da kendini açık etmek mecburiyetinde kalıyor. Bu sürecin fikrî bağımsızlığı beraberinde getireceği muhakkaktır.

Bundan sonraki sürecin sancısız geçeceğini düşünmek doğru değil. Mahallî düzeyde yaşanan karmaşa veya kayıp hanesine yazılacak birtakım gelişmelerin çok önemli olmadığı, örgütlerin dönemsel başarılarının kısa bir zamanda yok olmasından anlaşılır. Bu başarılar yetenek ve çalışkanlık eseri değildi, sırtını başkalarına dayamayı âdet edinmekten kaynaklanan geçici kazanımlardı. Bireysel bağlılık ya da örgütsel dayanışma neticesinde ulaşılan zaferlerin, gaza ideolojisinin dinamik kimliğinde herhangi bir hasara yol açamadığı ya da Türk millî kimliğine sızamadığı gerçeği, sözünü ettiğimiz başarıların da dönemsel olacağını hatırlatır.

Tarihsel Türk gaza ideolojisi ötekileştirici değil, birleştiricidir. Nizam-ı âlem, i’lâ-yı kelimetullah, devlet-i ebed müddet hiçbir zaman ırk temelli bir yaklaşımın ürünü olmamıştır. Bunlar, süreklilik arz eden bir kodun her daim yeniden hayat bulan fikrî idealleridir. 15 Temmuz’dan itibaren yaşadığımız emperyalist saldırıları başka türlü izah etmek mümkün değil. Kurucu irade şeklinde yeniden tarih sahnesine çıkan milletten bahsediyoruz.

Milletler eserlerini kısa zaman aralıklarına sığdıramaz; maddî ve manevî eserlerin, ideallerin ete kemiğe bürünmesi uzun zaman alır. Edebiyat ve sanat eserleri bu ürünleri geleceğe taşır. Milletlerin tarih içinde bıraktığı izlerden hareketle genel karakter analizi yapılır. Bu da gelecek hakkında birtakım çıkarımlar yapmamıza imkân tanır. Yani kimin nerede duracağı, nereye varacağı çok da belirsiz değildir. Bazen beklenmeyen sonuçlar ortaya çıksa da bu, yeni kimliğin kendini bulamamış olmasındandır. Çünkü zaman içinde genel karakter üzerinde bozucu etkisi olan güçler baskın çıkabilir. Bu, arızî bir durumdur.

15 Temmuz, genel karakter üzerinde bozucu etkinin geçici bir durum olduğunu gösterdi. Geleceğe dair büyük umutlar çağındayız.