Dünya hayatı nasıl bir imtihandır?

Dostum Ömer Faruk Baykal’a

Geçen haftaki yazımda dünya hayatını bir imtihana benzeten o meşhur ifadeyi, kalıplaşmışlığına bakmadan ciddiye almak gerektiğini belirtmiş, buna rağmen bu benzetmede geçen imtihan tabirini doğru anlayıp anlamadığımızı vurgulamış, tabirin günümüzdeki anlamıyla hakikatinin mahiyetini sorgulamıştım. Peşinden de günümüz insanının zihnindeki imtihan algısının mütemmim cüzü mahiyetindeki eşitlik kabulünün, en azından eşitlik beklentisinin, nasıl da vazgeçilmezleştiğine işaret etmiştim. Hatta daha da ileri gitmiş ve zamane insanının bu benzetmeyi her duyduğunda alenen ifade etmese bile “Dünya hayatı sahiden de bir imtihansa bu imtihanda niçin hiçbir eşitlik veya adalet yok?” diye iç geçireyazdığını açıkyüreklilikle ileri sürmüştüm.
Mevcut şartlarda dünya hayatını imtihana benzetmenin hayırdan çok şer getireceğinin altını çizmiş ve bu köklü değişikliğin sebebini de zamane insanının zihninde tebellür eden imtihan imgesinin değişmesine bağlamıştım.
Şaşırtıcı bir biçimde hem semavi dinlerde, hem de dünyevi din ve inançlarda handiyse ortak bir payda özelliği arzeden bu benzetme, sırası gelince her türlü reforma veya revizyona açık öbür din ve inançlarda belki çok büyük bir mesele teşkil etmemekte. Ne ki zatıyla her türlü yenilenmeye kapalı, öte yandan bir tek anlayış yenilenmesine açık İslâm Dini için bu benzetmenin günümüzdeki vaziyeti, en çok da müslümanları alâkadar etmek durumunda.
İmgeler değişince benzetmeler de anlamsızlaşır. O imge ile inşa edilen zihin haritasının kodları çoğun bir ahenkten değil, bir kakafoniden, bir absürditeden beslenmektedir artık. Özellikle de dile getirilmediklerinde!
Toplumun ortak hafızasına nakşedilmiş imgelerden söz ettiğim açık.
Şimdi biraz da o imgenin işaret ettiği, daha doğrusu işaret etmesi gerekirken, modernite sonrasında deformasyona ve dekontrüksiyona maruz kaldığı tabirin kendisine bakalım:
İmtehane kelimesi mehane kökünden ifteale vezninde türemiş bir kelime.
Arap Dili’nin etimolojik açıdan önemli iki kaynağına göre kelimenin anlam öbekleri şöyle sıralanabilir:
El-Makayıs’a göre kelimenin birbirinden bağımsız üç anlamı var:
– Deneme, sınama
– Verme, bağışlama
– Kırbaç benzeri bir aletle vurma, darbetme.
Lisanü’l-Arab’ta:
– Nazar etme, inceleme, araştırma
– Tedebbür etme, sonucu kestirme
– Gümüşü saflaştırma, cürüflerinden arındırma.
Bu kitapta kelime ayrıca elmihnetu kimliğiyle de karşımıza çıkmakta. Bu kelimenin anlamı da tecrübe etme, ihtibar etme, yoklama.
Toparlayalım:
Aslında imtihan, inceleyerek, deneyerek, araştırarak sonuca gitme; meseleye ciddiyetle yaklaşma ve işini ciddiye alma anlamına gelmekte. Başka bir ifadeyle meselenin hakikatini keşfetmek için bir şeyi büyük bir dikkat ve gayretle şaibelerden, hakikati örten unsurlardan temizlemek demek. Zaten kelimenin kök anlamı da ciddiyet ve dikkat. İkincil anlamları ise ayıklama, temizleme, arındırma ve deneme. Belli ki yürürlükteki kullanımımız ikincil anlamdan türemiş durumda.
“Acı verici şiddetli imtihan, belâ, musibet ve sıkıntı anlamında gittikçe daha az kullandığımız mihnet de imtehane ile aynı kökten. Öte yandan, müslümanlar için dünya hayatı şüpheye yer bırakmayacak bir biçimde imtihan. Çünkü Kitaplar’ında bu isimde bir sûreye sahipler: Mumtehine Sûresi…
Demek ki asıl mesele, dünya hayatının imtihan olup-olmamasında değil, bu imtihanın mahiyetinde. Kendi kararımızla dahil edilmediğimiz bir imtihan bu üstelik.
Karar meselesi mühim.
Dikkatinizi çekerim, istemeden ve o tür bir beklenti içine girmeden, serapa hazırlıksızken, bir ânda ana rahmine düşüyoruz. Kimseler bize bu mevzudaki fikrimizi sormuyor.
Ve bu süreci takip eden nice çileli, karanlıklar içerisinde, korku ve bekleyiş dolu, ıstırap yüklü safahat: Dış dünyayı yalan-yanlış anne üzerinden tanıma gayreti… seslerin, lezzetlerin, kokuların üzerinden dışarıya dair, çoğu sonradan değişecek kusurlu izlenimler… anneye tamamen bağımlıyken bile bu bağımlılığın olsun farkındasızlığının doğurduğu bir kendine aşırı güven; hatta kendini annenin bir parçası kabul etmeye dayalı bir ben idrakı… umutların ve beklentilerin sürgit boşa çıktığı, hayal kırıklıkları üzerinden inşa edilmiş bir dünya tasavvuru… Henüz daha bir bebeğiz. Üstelik doğmamış bir bebek.
Çok geçmeden sıradışı bir dünyaya teşrif süreci… Kaldı ki biz bu sürecin ne denli çetin geçtiğini anne üzerinden kısmen takip edebilmekteyiz ama ya henüz ona yapışıklığı devam eden ve annenin bütün hislerini kendisininmiş gibi emen bebeğin çektiği doğma sancılarının ne kadar farkındayız?
Dert doğmakla bitmiyor ki. Tersine, asıl o zaman başlıyor. Bebeğin anneden beslenmesini sağlayan göbek bağı kopsa bile hemen ardından başka bir bağımlılık başlıyor. Emmenin kesik-kesikliğinin doğurduğu hırçınlık ve anneyi hem babayla, hem öteki kardeşlerle paylaşmama isteği; hatta kendisiyle. Öte yandan, annenin dışındaki insanların kokularını, duygularını, seslerini, hırslarını, beklentilerini tanımanın getirdiği yıpratıcılık… Ve belki de vakti saati geldiğinde yaşanan o en büyük keşif: Ben annemin bir parçası değil, başka bir ‘ben’im.
Demem o ki aslında insan, henüz doğmadan bile birçok karar almaya mahkûm bir varlık. Hayır, sıklıkla kendimizi aldatmayı tercih ettiğimizin zıddına akıl baliğlik süreci, karar vermeye başladığımız evrenin başlangıcı değil, kararlarımızdan artık fiilen sorumlu tutulmaya başlandığımızın işareti… Aslında insan, her ân nice karar vermeye mahkûm bir mahlûk.
Ve her karar bir izdir. Benliğimizde. Kimi gelip-geçici hoş bir rayiha, kimi simasını ruhumuzun mahzenine kazıyan bir iz.
O kararlarda hırslarının, tutkularının, korkularının esiri olduğunda da; aklına, yalnızca aklına uyduğunda da ortaya çıkan sonuçlarda kendisinin bir dahli, kararlarının bir payı bulunduğunu, kısaca sebebiyet teşkil ettiğini her daim hesaba katabilmek. Mesele bu.
Evet, dünya hayatı elbette bir imtihan.
Bütün bu eşitsizliklere rağmen ve bunca başka ihtimal varken şimdi ve burada bulunmanı lâyık bulan İrade’ye karşı hangi tavrı benimseyeceksin? Ömrü hayatın boyunca cüzi iradenle aldığın onca kararı ihmal edip kabahati anneye, babaya, kardeşlere, hocalara, arkadaşlara veya idarecilere, hatta “Kader işte.”, “Kısmetim buymuş.” veya “Bu işler hep nasip.” deyip tanrıya mı yükleyeceksin yoksa kararlarının sorumluluğunu dürüstçe üstlenip esfeli mahlûkat konumundan yavaş yavaş ve adım adım, tökezleye tökezleye, düşe-kalka eşrefi mahlûkatlığa doğru mu yol alacaksın?
Dünya hayatındaki imtihanın esası, bu imtihanın insanlarınki gibi eşitlik üzerine kurulmasında değil, tersine, eşitsizlik üzerine kurulmasında. Zaten imtihandan maksat da bütün bu eşitsizliklere, adaletsizliklere, zahiren dengesizliklere aldanarak, gizli veya aleni tanrıya küsmemekte.