Dünya da Trump’tan nefret ediyor

ABD Başkanı Trump, ısrarlı bir şekilde Cemal Kaşıkçı’nın canice öldürülmesi emrini veren bin Salman’ı korumaya devam ediyor. CIA, cinayet emrini verenin veliaht prens olduğunu işaret eden kanıtlardan bahsetse de Trump’ın bin Salman ve ortaklarını korumakta kararlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu tavrın Türkiye ve İslam dünyası için ifade ettiği anlamı farklı yönlerden ele almalıyız. Elbette Amerika’nın kendi içinde yaşadığı çatışmalar çok önemlidir ve Amerika’da kurumlarla güç merkezleri arasındaki bu mücadele bütün dünyayı etkileyecektir. Fakat Amerika’nın kendi iç çatışmalarından ziyade bu çatışmada yer alan tarafların ülkemiz ve coğrafyamızla ilgili ortak gelecek planlarına odaklanmalıyız.
Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler yüz yıldan fazla bir zamandır bizim coğrafyamızda cinayetin bütün çeşitlerini sergilediler. Coğrafyamız darbeler, işgaller ve buhranların farklı örneklerini fazlasıyla yaşadı. Yüz binlere, milyonlara varan ölümler yaşandı, her biri medeniyetlerin beşiği şehirler harabeye döndü. Bu ülkelerin devlet başkanları cinayetler işlenirken sorumlu olduklarını elbette biliyorlardı. Eğer Gezi Parkı Kalkışması’nda ve 15 Temmuz’da başarılı olsalardı Anadolu da tanınmayacak bir hâle getirilecekti.
Cemal Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesinde bin Salman’ın, bin Zaid’in izleri açıkça görülmesine rağmen bu şahısların ABD Başkanı Trump tarafından savunulmasına şaşırmamak gerekir. Bir benzerini 15 Temmuz’dan bu tarafa yaşamaktayız. Güya hukukî delil eksikliği yüzünden Batı, FETÖ’cülere ve Gezicilere sahip çıkıyor. Bu tavrın işlenen vahşetlerden daha zalimce olduğu açıktır. Türk basınından bazı kalemlerin de “delil yetersizliği” iddiasının arkasına sığınarak vahşetin ortaklarına sahip çıktığını gördük. Eğer Trump, Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayında delil yetersizliğinden bahsedemiyorsa bu kez sahiden kötü yakalandıklarındandır. Eğer Türkiye etkili bir mekanizma oluşturup cinayeti aydınlatmasaydı yine delil yetersizliği öne çıkacak ve olay kapatılacaktı. Hukuk üzerinden oyun kuramadıkları için bu kez dünyanın kirlenmişliğinden dem vurdular. Sömürü düzeninin devamını sağlamak için her yolu denedikleri ve deneyecekleri anlaşılıyor.
Amaç sömürü düzeninin devamını sağlamak olduğu için Trump’ın, FETÖ’de olduğu gibi bin Salman’ı ve bin Zaid’i koruması geleceğe dair ürpertici senaryolara işaret etmektedir. Yurt dışında yeniden örgütlenen FETÖ’nün Türk ve İslam dünyası aleyhine uzun dönemli muhtemel tehditleri hakkında daha önce yazmıştık. Şahsî kanaatimize göre bu örgüt, yurt dışında Batı ülkelerinin şemsiyesi altında yeniden örgütlenecek; Türklük, Müslümanlık ve coğrafya ile bağı kalmadığı için kendisine yeni bir kimlik inşa edecektir. Bu kimliğin herhangi bir toprak parçasına aidiyetinin olmayacağı, evrenselci öğelerin belirleyici olacağı şu ana kadar yaşanılanlardan anlaşılır. Türkiye’den kaçanlarla birlikte farklı ülkelerden devşirilen unsurların katılımıyla ürkütücü bir sayıya ulaşılacağını tahmin etmek zor değil. Bin Zaid ve bin Salman gibi Amerika-İsrail güdümündeki etkili şahısların eliyle oluşturulan yapıların ortaklığını da göz önünde bulundurduğumuzda yeni dönem emperyalist saldırıların mahiyeti ve gücü hakkında belirli bir fikre ulaşabiliriz.
Trump, “bütün dünya sorumlu tutulmalıdır, çünkü dünya kirli bir yer” cümlesini söylerken ahlakî bir duruş içinde değildi. Bu cümle, reelpolitik bir siyaset anlayışının yansıması olarak kabul edildiğinde, acımasızca bir eylem olsa da Kaşıkçı cinayetinin işlenmek mecburiyetine vurgu yapıldığı anlaşılır. “Dünya kirli bir yer, herkes bu şekilde davranmak zorundadır, buna ahlakî bir endişe ile yaklaşmamak gerekir” şeklinde bir yorum çok da manasız değildir. Zira Gezi Parkı Kalkışması, 15 Temmuz Darbe ve İşgal Girişimi emperyalist ülkelerin kendi amaçlarına ulaşabilmek için her yolu mubah gördüklerini ispat etmişti. Irak, Afganistan, Yemen ve Suriye’nin başına gelenler Amerika, İngiltere, Fransa ve İsrail’in İslam dünyası hakkındaki gelecek tasarımlarını yeterince göstermektedir.
2013’ten sonra hukuk eksenli bir gündeme mahkûm edilmemiz oldukça anlamlıdır. 15 Temmuz’dan sonra dahi hukukî delil yetersizliği ile boğuşmak zorunda kaldık. Kaşıkçı cinayetinden sonra ortaya saçılan bilgiler açık bir şekilde olayın faillerini gösterdiği için delil yetersizliğinden bahsedemediler, “bunu kabullenin, biz böyle davranmak zorundayız” anlamına gelecek cümlelerle işi gözdağı verme boyutuna taşıdılar. Bu cümlelerin basınımızdaki yansımalarını hakikaten merak ediyorum. Onlar da siyasetin gereklerinden bahsedip oyunun kurallarına vurgu yapabilirler.
Emperyalizm dünyanın farklı bölgelerinde kurduğu işgal ve sömürü düzeninde önce kendi halklarını ve askerlerini kullandı. Önce kendi adamları ile yönettiler, sonra kilise ve okullarla devşirdikleri insanlar eliyle sistemin devamını sağladılar. Son aşamada ise hedef ülkelerin din adamları (!) vasıtasıyla dinî alanda büyük tahrifat yaparak yönetimleri etkilemeyi başardılar.
Geçen yüz yıllarda olduğu gibi bu yüz yılda da emperyalizme en güçlü karşı duruş Anadolu’da şekillenmeye başladı. Bu, bizim için çok kıymetlidir. Trump’ın sözleri ve fiilî gelişmeler son derece gerilimli ve acımasız bir geleceğe işaret ediyor. Özellikle genç kuşaklarımızın yeni dönem emperyalist saldırılar karşısında etkili bir rol oynayacağını düşünüyorum. Birtakım içeriksiz tartışmalara bakıp da ümitsizliğe düşmenin bir manası yok. Her dönem kendi evlatlarını yetiştirecektir.