İsmini biricik oğluma lâyık bulduğum Mehmet Lûtfi Şen’e
Fethi Gemuhluoğlu’nun bundan 43 sene evvel yaptığı ve çok geçmeden ismiyle müsemma hâline gelmiş dostluğa dair, sonradan Dostluk Üzerine adıyla yayımlanmış bir konuşması var. Habersiz ve hazırlıksız irad edilmiş bu sohbet, bugün bile insanı derinden sarsan garip bir kudret barındırmada. Bir sohbetin bant çözümünün teshir kudreti nereden geliyor? Sünnilik kadar Selefilik’ten, Şiilik kadar Alevilikten; kısaca doğuya özgü ne kadar mistik ve ezoterik anlayış varsa hepsinden izler barındıran, buna rağmen beherinin dışındaki hikmet ve öngörü yüklü içeriğini, batılı zevkle harmanlayabilmesinden mi? Yoksa bütün bu birbirine yabancı tarlaların birbirinden külliyen farklı yemişlerini fevkalâde kadim bir potada, esrarlı bir formüle göre meczedebilmesinden mi? O yüzden bir ateist de, bir müslüman da, bir deist de ve hatta bir şamanist de, kısaca inancı ve dünya görüşü ne olursa olsun her muhatap kendisine ait çok şey bulup çıkarmakta bu kısacık sohbetten.
Şimdi sıkı durunuz: Ufkunuz, birikiminiz, beklentileriniz, doğru, burası daha ilginç, şahsiyetleriniz ne kadar başka olursa olsun siz yine de bu küçücük gölcüğe ellerinizi daldırdığınızda, neye ihtiyacınız varsa onu buluyorsunuz avuçlarınızda. Muhatabının yaşına-başına, ilgisine ve meşrebine göre değişse de devşirdikleri, sohbetin özü hâlen dimdik ayakta: Dostluk için yaratıldık ve yine onun için sınanmaktayız.
Fransız tahsili için Küçük Prens neyse keşke bu sohbet de bizde aynı anlayışla değerlendirilse. Saint-Exupery’nin bu meşhur meçhulünü her orta tahsil talebesi ezbere bilmekle mükellef.
Gemuhluoğlu bir de zamanımızın farklı siyasi görüşlerdeki handiyse kalburüstü intelijansiyasına Türk Petrol Vakfı tavassutuyla burs vermesiyle maruf. Ve bu burs için kızlı-erkekli muhataplarını tabi tuttuğu imtihan sorusuyla: “Hiç âşık oldun mu?”
Mübarek kitaplarını dahi kirletmekten sakınmayanlar, çok geçmeden elbette bu sorunun da, bağlamının da ırzına geçmekte gecikmeyeceklerdi. Günümüzde bu sorunun zerre miktar mahremiyeti kalmadı dense yeri. O yıllarda öyle mi peki? Ne gezer! İyi ama merhum, şimdilerde handiyse çiftleşmeye indirgenmiş aşk meselesine ne diye böylesine büyük bir değer yüklüyordu? Çünkü insan ancak kendinde aşk hâli sezinlediğinde nefsi kadar bir başkasına değer verecek ruh kıvamına yakınlaşabilir de ondan. Âşık olduğunda bile değil; kendisini âşık zannettiğinde.
Ve bu hâlin bir benzerini insan bir de dostluk hâlinde yaşar.
Dostluk terbiye edicilik bakımından aşktan da üstün.
İyi ama bizatihi nedir dostluk? Kime sakınmadan dost deriz? Her dostluk karşılıklı olmak mecburiyetinde midir? Dostluk da insan gibi vakti saati gelince ölür mü? İnsanı gam öldürürmüş ya, peki ya dostluğu?
Daha da ileri giderek soralım: İnsan bu dünyada olanca hakikatiyle bir dost edinebilir mi? Kendisine uzatılan onca elin arasından dosta ait yakınlık barındıranını sezebilir mi? Yoksa sezmekte zorlandığı o yakınlığı, ihtiyacına binaen, hakikatte veya hayalde kendisi mi yaratır?
Öte yandan, dikkat ettiniz mi bilmem, anadan-babadan dost olmaz insana; evlâdı ıyaldan da. Onların yakınlıkları başka, dostunki başka. Tabii hâllerde anamız-babamız bize bakmakla yükümlü; bizi bağrına basmakla. Vakti saati gelince de bu sefer biz onları kollayıp gözetmek mecburiyetindeyiz. Bir nevi karşılıklılık… Peki ya dostlukta öyle mi? Ne ki orada karşılık aramak kimsenin aklına gelmez, işte orada dostluk var demektir.
Dostluk mecburiyetsizliktir. İlginçtir, dostluk dediğimiz bahş, hısım akrabamızın değil de elin oğlunun hakkı. Çünkü aradaki o geçmişte kandan gelen veya gelecekte kanla mühürlenecek hukukun kendine mahsus yapısı, dostluk denilen tahassüsün yeşermesine imkân tanımaz. Doğası gereği dostluk her daim yaban ellerde yeşerir. Zamanın belhinde, pek sebepsiz bir sebeple, karşı cinsinize hissettiklerinize kısmen benzer şeyleri hemcinsinize beslersiniz. İşte o dostluktur. İçinde çıkar barındırmaz. Öyle ulvi, öyle yüce. Çünkü Dost, peygamber sıfatı. Çünkü dostluk, kâinatın yaradılışının sebebi.
Kâinatın ve gelmiş ve gelecek mevcudatın. O yüzden böyle ulvi, bu yüzden böyle yüce.
Lütufların en büyüğü, lütufların en ilâhisi.
Dost sahibi olmak, bir bakıma Rabbin hususiyetlerinden birinden bir kul hüviyetinde nasiplenebilmek demek. O yüzden insanlık tarihi boyunca kalbi mühürlenmemiş handiyse her insan, her daim bir dost arar kendine; habire başını taştan taşa, yani bir taş kalpliden öbür taş kalpliye vursa dahi.
Hâlbuki dost bu dünyada değil, öbüründe; hakiki dost orada. Ne ki dünya nimetleri, cennetinkilerin bir nevi remzi değil mi?
İşte bu yüzden en büyük lütuftur dost. A…h’ın rengine benzer bir renge bürünebilmek, mübarek bir koku yaydığını varsaymak hissi… Aynı zamanda kimileyin bizi hemcinslerimizin elinde iki paralık eden his de bu işte.
Yaşlılık hâli galiba en çok da dostlar kaybedildiği için böylesine ıstırap yüklü. Garip bir şekilde siz yaşamaya mahkûm ediliyorsunuz fakat varlığınızı üzerlerinden idrak ettiğiniz ötekiler, yani gerçek dostlar, birer birer sizi terketmede. Her sabah, yalnızlığa açılan bir kapı. Hangi can buna dayanabilir ki? Ha evlât acısı, ha dost acısı… Belki bu acılar kadar kavurucu bir başka acı daha var: Bir ömür kurduğu dostluklarının asılsızlığına birer birer şahitlik etmek. Dost belledikleriyle aralarında tesis edilmiş o manevi kanalda pusuya yatmış fırsat bekleyen düşmanlıkları, hasetlikleri, ihtirasları, kıskançlıkları ve çekememezlikleri vaktinde sezememişliğin beraberinde getirdiği o diri diri gömülmüşlük hissi. Bu çeşit bir dost kaybı, dostun ölümünden bile daha acı gelebilir insana. Öyle ya, birinde bir dostunuzu yitiriyorsunuz ama dostluk baki. Öbüründeyse düpedüz dostluğu kaybediyorsunuz; yani dostluk fani. Dostluğun faniliğini acı acı yaşamak ne de fena.
İnsan yaşamadan öğrenemiyor ama meğer dostluklar da o hislerin muhatabı kişiler gibi doğar ve ölür imiş. Bu yakınlarda ben de böyle bir kayıp yaşadım. Bir dostum mu öldü? Hayır, bir dostluğum artık sizlere ömür.
Bir yakınım ölmüş gibi mi hissetmekteyim? Hayır! Yakınlığın kendisi ölmüş gibi. Hem de Fethi Gemuhluoğlu’na ithaf edilen ve adında dostluk geçen bir süreç vesilesiyle. Ne umulmadık bir cilve. Ne beklenmedik bir ironi.
Elbette Dost baki ama dostluk fani.