Dost Dost Diye

Yapayalnız geldiğimiz bu dünyada bütün o sıkı-fıkı ilişkilerimize ve bütün bu tanışıklıklarımıza rağmen dostsuz göçmek pek acı.
Yakınlık başkadır, dostluk başka. Dostluk, ancak dostla kurulabilecek bir yakınlık çeşidi. İlâhi bir vasıf barındırdığı içindir ki dostluk da şirk kabul etmez. Bir insanın elbette birden fazla dostu olabilir. Demek istediğim, beherinin biricikliği, bölünemezliği, paylaşılamazlığı ve yeri doldurulamazlığı. İki insan arasındaki dostlukta, öbür yakınlıklardan farklı bir muhabbet vardır. Çünkü bu yakınlık verilmiş değil, kişinin kendi özgür iradeyle tesis ettiği, o yüzden de fevkalâde şahsi bir hukuktur. İki tarafın elvermesiyle ve rızasıyla tesisi bu hukukun esasını teşkil eder. İşte bu sebeple dostluk, kan bağından gelen hukuklardan evlâ.
Düşünsenize, bir dosta sahipsiniz; hakiki bir dosta. Yeryüzünün en büyük mükâfatına nailsiniz demektir. Hakiki bir dostun yanında yılbaşı çekilişinin vaadettiği büyük ikramiye ne ki! Bir dostun sahte çıkması ile büyük ikramiyeyi bir-iki sayıyla kaybetmek arasındaki ilişkiyi erbabına havale edelim.
Kim ne derse desin, kanaatimce dostlukların en fenası, kişinin kendisine yönelik, bir tek kendisine yönelik dostluğu. Çünkü hastalıkların da en ağırı… Bırakalım tedavi edilmeyi, kabul edilmesi dahi en zoru, kuşkusuz Frenkler’in narsizm demeyi tercih ettiği bu nevi dostluk. Artık dostluktan çıkıp tapınmaya dönüşmüş bir aşkı memnu. Dikkatinizi çekerim, kişinin kendisiyle barışıklığı başka bir şeydir, bir tek kendisini dost edinmesi çok daha başka bir şey. Bu ikiliden ilki zaten tavsiye edilen bir hâl iken öbürü kaçınılması ihmal edilmemesi zorunlu bir çukur. İçinde şeytanın post serdiği. Şeytanın; yani kinin, nefretin, hasedin ve benzeri yıkıcı hislerin kumkumasının.
İnsan yaradılışıyla beraberinde getirdiği narsizmini farkedip de aslında bir tanrı olmadığını idrak edecek mi diye imtihan edilmek üzere yeryüzüne indirilir; aşkın hakikatini tatmış, hele bir de sahici dostluklar kurmuşsa belhüm adâllikten kurtulup eşrefi mahlûkatlığa doğru yol almaya başlar.
Nasibince.
Aşk ile dostluğun aralarındaki bu benzerliğe Türk aydını yabancı kalsa da Anadolu insanı bu iki hâlin birbirine yakınlığını sezinlediği için, kimileyin maşuğu yahut metresi de dost diye tavsif eder; bu durumu da dost tutmak diye tabir eder.
Hakikaten de aşk ile dostluk, farklı cinslere beslenen benzer hisler. Çarpıtmaya tevessül etmeyelim lütfen. Aynı demedim çünkü; benzer dedim.
Ne ki burada gözönünde bulundurmamız gereken çok önemli husus şu: Tıpkı aşktaki gibi dostlukta da insan, bırakalım başkasına nispetle kendi değerinin hakikatine idrake yakınlaşmayı, tersine, sevgi beslediğini yüceltip dolayısıyla içten içe kendisini ululaştırmak, gizliden gizliye tanrılar tanrısı kılmak için bu duyguyu suistimal etmeye meyyal bir mahlûk. Elbette bu tavrından bilinç düzeyinde habersizken. Böylelikle de aşk veya dostluk üzerinden başkasını yüceltmeyi öğreneyim derken cüceleştirmeyi talim eder de bir ömür farkına varmaz. Hiç mi farketmez? Hayal kırıklığı kılığında! Hani aşkta da, dostlukta da sık sık yaşanılan şu ünlü hayal kırıklıkları var ya, onlardan sözediyorum işte. Evet, her hayal kırıklığı, hakikatiyle nihayetinde kendi ben putuna indirilmek mecburiyetinde kalınan bir baltadan başka nedir ki!
Öte yandan, geçmişte aşkları efsanevi kılan çoğun karşılıksızlıklarıydı; dostlukları ise karşılıklılıkları. Şimdilerde ise güya aşklar karşılıklı ama dostluklar hep karşılıksız çek hükmünde. Bir de bunun yanında, daha işin başında karşılıksız kurulmuş tek taraflı dostluklar var. Dost edinemeyecek denli kendine tapan, buna rağmen böylesi iğrenç bir vasfı kendisine yakıştıramayan kişi, rahatlıkla karşısındakinin kendisine dair hislerindeki sıradanlığı görmezden gelmeyi başararak, kendinde başlayıp biten tek kutuplu bir dostluk tahayyül edebilir. Günü geldiğinde de aslında hayalindeki ve bizzat kendisinin inşa edip varsaymayı sürdürdüğü bu dostluğun gerçek dünyada bir karşılığının bulunmadığını reddedemeyecek bir evreye geldiğinde yaşanan o emsalsiz büyük kırıklık. Büyük patlamaya eş büyüm yıkım. Bu kişiye, zaten en başından tasarladığı gibi o kişiden vakti zamanı geldiğinde hızla uzaklaşabilmek ve derinlerindeki nefret duygusunu tezahür ettirebilmek için bu dostluk kılıklı tuzağı şahsen kurduğunu asla anlatamazsınız. Doğru anladınız, her hayal kırıklığında daima haksız tarafı, kırılan taraf kabul ve ilân ediyorum. Hatırlayın lütfen, önce yüceltiriz, ardından gömeriz. Dolayısıyla kişinin kendisine, muhatabına ve çevresine dostluk diye gösterdiği o yüceltme, gelecekteki yoksaymanın öncülünden ibaret.
Dostluk derken, bütün çıkar beklentilerinden azade bir hâlden bahsediyorum, evet, ruhi bir hâlden. Gelgelelim, kendinizi bir dosta sahip varsayarken ve ona göre bir engin gönüllülük içerisinde yaşamaya devam ederken bir de bakıyorsunuz ki meğer siz bir dosta değil, sinsi bir rakibe sahipmişsiniz. Uğradığınız hayal kırıklığına mı yanarsınız yoksa yıllardır varsaydığınız ama yerinde yeller estiğini gördüğünüz ve artık kapatılamaz o boşluğun derinliğine mi yuvarlanırsınız?
İyi de kof bir dostlukta taraflardan sadece biri mi kabahatlidir? Asla! Dostluğa ihanet eden ile dostluğuna ihanet edilen, en iyi ihtimalle aynı miktarda kabahatlidir. Adalet hissi de ihanete uğrayanı itham etmek mecburiyetinde. Sebebi basit: İhanete uğrayan bir insan niçin hakiki bir dost edinmek yerine kendisine yıllarca sahtesini reva görmüştür? Niçin hakikati görmektense vehimi hakikatin makamına yerleştirmeyi sürdürmüştür? Kendi hakikatini bütün ilişkilerine apaçık yansıtan kişi mi kabahatli sayılmalı bu durumda yoksa saplandığı vehmin girdabında debelendiğini görmek istemeyen kişi mi? Öyle ya, dostluk da putlardan bir put değil midir?
Dostlukta ihanete uğrayan haini tahrik eder. Ne ki dostunun kendisine ihanet ettiğini gören kişi, onu aslında ihanete bizzat kendisinin zorladığını asla göremez.
Hâlbuki hakikatte hiçbir dost, dostuna ihanet etmez. Kabullenmesi zor. Ama böyle: Dostluğun yeşermesi için ilkin ihanet adlı o zehirli nebatın kökü kazınır taraflarca. Veya sadece bir tarafça.
Öyle ya, insanın dostluğun hakikatinden mahrum kalması başka, sahte bir yakınlaşma gayretini hakikat bellemesi çok daha başka.
Fakat gözardı etmekten haz duyduğumuz bir başka husus da şu: Kabul etmekte zorlanırız ama aslında her dostluk, ihanetle yahut ihanet ihtimaliyle imtihandan geçer; hem de birçok kere. Ekseriyetle ihanete uğradığını düşünen taraf bitirir dostluğu; hain taraf değil. Çünkü ona sorarsak, ortada ihanet değil, yanlış anlaşılma vardır. Hâlbuki zaten biz bir tek yanlış anlaşılmayı aşmış anlaşmaya dostluk demekteyiz.
Yanlış anlaşılmayı aşmış anlaşma.