Diyanet bir rapor daha yayınlayacak mı?

Diyanet’in hazırladığı ve FETÖ’nün manevi ayağı olan ‘Gülenizm’in sapkınlıklarını ortaya koyan raporun muhtevası ve kapsamı üzerinden yazmaya devam etmem gerektiğini düşünüyorum. Geçtiğimiz haftanın yazısında ısrarla vurguladığım gibi geç kalınmış olsa da böylesine önemli bir raporu yok saymak ya da olaya sadece devletin terörle mücadelesi açısından bakmak büyük bir hata olur.

FETÖ ile mücadele başka, Gülenizm düşüncesini yok etmeye çalışmak ise çok başka şeyler. FETÖ ile mücadeleyi Diyanet bir yere kadar yapabilirdi. Fakat Gülenizm’in argümanlarını çürütmek hem Diyanet’in hem de aklı başında olan tüm Müslümanların vazifesi olmalı. Kendini haşa “yarı tanrı” ilan eden (geçtiğimiz hafta örnekleri ile yer verdim) ve mensuplarının cennet ve cehennem hayatlarına bile müdahale etme özgüveniyle sapkın cümleler kuran Fetullah Gülen’in bundan 5 yıl önce tüm Türkiye’de nasıl bir karşılığı olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Gülen, 17/25 Aralık’a kadar bu ülkedeki en dokunulmaz isimdi. Sosyal medyada aleyhine tek bir cümle kurulamıyordu. Gülen karşıtlarının başlarına neler geldiğini ise Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde gördük. Nice masum insanı sahte deliller ile hapse attıklarını artık çok iyi biliyoruz. Ta ki Recep Tayyip Erdoğan, hem FETÖ’nün hem de Gülenizm’in karşısına dikilene kadar bu dokunulmazlık sürdü. Ocak 2014’te bu yapı için “Haşhaşi” benzetmesini yapan Erdoğan, dini bir cemaatin nasıl kontrolden çıkabileceğinin de mesajını vermişti aslında. 15 Temmuz’u da ancak “Haşhaşi” şuurlu teröristler yapabilirdi zaten.

Bu “dokunulmazlık” meselesi çok önemli. Meselenin sadece Fetullah Gülen ve sapkınlıklarını kapsamadığı da malum. Geçen haftaki yazı üzerine aldığım mesajların hemen hepsi de raporun sadece ‘Gülenizm’i kapsamaması gerektiğine vurgu yapıyordu. Dini anlayışlar üzerinden oluşturulan çok sayıda yapı, hem ticaretin hem de siyasetin tam ortasında kendilerince manevralar yapıyorlar.

FETÖ meselesinde iki konu birbirine karışıyor; din anlayışı ve siyasi pozisyon… Raporda belirtilen din anlayışındaki sapkınlıkları, siyasi pozisyondaki ihanetle görür olduk. Şunu unutmamak gerekir ki, bir cemaatin veya yapının tehlikeli hale gelmesi için devlet içinde kadrolaşmasına gerek yok. Hatta siyasi bir emelleri bile olmayabilir. Ancak kendi içlerinde gözlemlenen hiyerarşi, kendi içlerindeki kadrolaşma, dinin başta ticaretle olmak üzere suistimali ve toplumda körüklenen kutuplaşma çok önemli noktalar. Ve aslında asıl tehlike kutsamak ve kutsanmakta. Tüm bu diğer noktalar bunun peşinden geliyor..

Bir kişinin birini; mürşit, alim, hoca olarak görmesi sorun değil, ancak bir kişinin çıkıp İslami argümanları kullanarak kendini dokunulmaz ilan etmesi veya ettirmesi büyük bir sapkınlığın ilk adımı oluyor. ‘Beklenen kurtarıcı’ bulundu kalıbında insanların peşlerinden sürüklediği her düşünce yapısı İslam’a ve Müslümanlara böylece büyük zararı veriyor aslında. Çünkü iş hiçbir zaman cennete götürecek kurtarıcı çizgisinde kalmıyor. Yani bu güya insanüstü nitelikteki kişilerle kurulan ilişki hiçbir zaman sadece ahiret adına olmuyor. Kimi zaman saf niyetlerle binlerce insanın peşlerinden gittiği bu yapılar bir süre sonra ticaret, eğitim, medya gibi alanlarda sıfırdan ulaşılması güç büyüklükte oluşumlar olarak karşımıza çıkıyor.

Burada bir sıkıntı olmadığını, isteyen herkesin bu alanlarda faaliyet gösterebileceğini düşünebiliriz. Ancak İslam üzerinden bir savaş yürütüldüğünü, “benim dinim, senin dinin” psikolojisinin hakim edildiğini, bir diğerini tekfir etmenin bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığını görmemiz gerekiyor. Ve yukarda belirttiğim bu oluşumlar zamanla tekfir halkasını genişletmekte kullanılıyor.

Mübarek günlerden tutun da umre seyahatlerine kadar inanılmaz bir ayrımcılık var. Kaç Ramazandır sahur saati meselesini tartışmaktan yorgun düştük.

Cemaat halinde yapılan toplu ibadetlerde bile bir araya gelinemiyor. Hizipleşme had safhada. Üstüne bir de ekrandan, kürsüden, radyodan ve son zamanlarda sosyal medyadan karşılıklı ‘top atışları’ yapılıyor.

Birçok ünlü isimden daha çok takipçisi olan liderler hedef gösteriyor, gösteriliyor ve binlerce insan kendini bir anda büyük bir din tartışmasının hükmedicisi olarak buluyor.

Sürekli büyüyen ve büyürken birilerini düşman ilan eden kimi yapılar, İslam algısına ciddi zarar veriyor. Son dönemdeki sosyal medya dalgasını da katarsak büyük bir handikabın içinde olduğumuz aşikar.

Herkesin din adına en doğrusu söylediğini iddia ettiği bir ortamda, birilerinin televizyon ekranlarından yanmaz kefen sattığı, birilerinin dini sohbet adı altında alem yaptığı bir noktaya gelip dayanmış bulunuyoruz. Sanırım hepimiz aynı şeyi düşünüyoruz ki, Diyanet’in FETÖ raporu gibi çok sayıda rapor hazırlaması gerekiyor.

Açıkça ifade etmek isterim ki, cemaatlerin tasfiye edilmesinin de bir FETÖ operasyonu olduğunu düşünüyorum. Cemaatlerin bu toprakların mayasında nasıl bir yeri olduğunu çok iyi biliyoruz. Belki de işe, dini istismar eden, pazarlama aracına dönüştüren yapıları ‘cemaat’ olarak tanımlamamaktan başlamalıyız. İrfan geleneğimize, tasavvuf ve tarikat kültürümüze hiçbir açıdan uymayan topluluklar aynen Gülenizm’in yaptığı gibi ‘kavramlarımız’la oynuyor. Bu noktada da Diyanet’in devreye girip bu kavramlara sahip çıkması, bunları suiistimal edenleri uyarması ve halka doğru olanı göstermesi gerekiyor belki de..