Diriliş izleyicisinin kutlu seferi

Hürriyet gazetesinin ev sahipliğinde verilen -ve geçtiğimiz yıl kimin aldığını hatırlamadığımız- 2016’nın televizyon ödülleri, kazananların kim olduğundan çok, gecede yaşanan olaylar, ortaya koyulan tavırlar ve bunların altında yatan psikolojik etkiler üzerinden yeni ve mutlaka çıkması gereken bir tartışmanın fitilini ateşledi.

Önce, ‘kelebek etkisi’nin magazin malzemesi olmayan önemli bir detayını not düşelim. Gecede, Medya Olayı Özel Ödülü, 15 Temmuz gecesi Recep Tayyip Erdoğan ile görüntülü bir görüşme yapmayı başararak darbenin durdurulması adına büyük bir başarı sergilemiş olan Hande Fırat’a verilecekti. Fırat, ödülü de Doğan Holding adına en tepedeki isim olarak Aydın Doğan’ın elinden alacaktı. Bu hareket, hükümete bir jest olarak algılanacak, buzların erimesi yolunda bir adım olacaktı belki de. Ama olmadı. Bir hostes bütün planları alt üst etti. “İşte bu yaptı” desin diye sahneye çıkıp, kendisine verilen toparlama görevini büyük bir kin ve aşağılama diliyle başka türlü sergileyen Okan Bayülgen, olayların sahne görevlisi kazasından çok bir plan dahlinde gerçekleştiğini ortaya koydu adeta. Aydın Doğan’ın kalesine Tapınak Şövalyesi sızsa ortalığı böylesine darmaduman edemezdi sanırım.

Haliyle, gece Aydın Doğan’ın ‘darbe karşıtı’ tutumu ile değil de, Diriliş Ertuğrul dizisine yapılan saygısızlığın gürültüsüyle sonuçlandı. Ertuğrul’un kılıcını bu sefer kendisi değil izleyicileri çekti üstelik.

Tepki o kadar büyüktü ki, tartışmaya Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bizzat dahil oldu. Türk milletinin uluslararası ölçekteki yeni ‘etkili silahı’ TRT World’ün tanıtım gecesinde konuşan Erdoğan, tam olarak şunları söyledi: “Diriliş’in yönetici ve kadrosuna söyledim. Onların o şekilde yorum yapmalarına, değerlendirmelerine hiç kafanızı takmayın, yola devam edin. Bu millet sizi bağrına basmış, onlar bassa ne yazar, basmasa ne yazar. Onların orada verilecek şekli bir ödülü önemli değil, asıl önemli olan şu milletin gönlünü siz kazandınız, işte asıl mükafat, asıl ödül bu.” Erdoğan’ın sözlerini alıntılamamın nedeni ise devam cümlesinde gizli: “Kardeşlerim, başkalarının bizi anlamasını ve hakkıyla anlatmasını beklemenin boş bir çaba olduğunu artık biz çok iyi biliyoruz.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerindeki ‘onlar’ ve ‘başkaları’ vurgusu çok önemli. Millet, milletin seçtiği lider ve milletin seçtiği dizi aynı safta duruyor ve bu birilerini oldukça rahatsız ediyor ki, özür dilerken bile nefret kusuyorlar.

Gerçekten de 2015 yılında kimin ödül aldığını bilmeyeceğimiz kadar hayatımızda yeri olmamış, kendi kamuoyu çevresinde “al gülüm ver gülüm” ilişkisi ile dağıtılmış ödüllerin bu sene mahalle değiştirirken uğradığı kazanın arkasında önemli detaylar var haliyle. Türkiye’de 2002’den beri mutat bir şekilde yaşanan; tahammül etmeme, sindirememe ve saygı duymama gibi siyasi-sosyolojik tavırların sanatta ve sinemada yaşanmamasını bekleyemezdik.

Şöyle bir bakacak olursak; Altın Kelebek Ödülleri’nde yarışacak olan adaylar, Ertuğrul Özkök, Fikret Ercan, Selim Akçin, Onur Baştürk, Kanat Atkaya, Arzu Akbaş Zor ve Ömür Gedik’in yer aldığı jüri tarafından belirlendi. Adayların oylaması da Hürriyet okurları tarafından yapıldı. Oylamaya göre en iyi dizi dalında en yüksek oyu, TRT’nin Diriliş Ertuğrul dizisi aldı. Zaten ne olduysa bundan sonra oldu. Sahnede dizi ekibine uygulanan ayrımcılık, gösterilen saygısızlık bir yana, programın sunucusunun açıklama yaparken kullandığı üslup, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da vurgu yaptığı ve artık kabul edilmesi gereken bize göre “başkalarının” kim olduğunu açık bir şekilde ortaya koydu. Ve onları rahatsız eden şeyin aslında ne olduğunu bizler çok iyi biliyoruz. O gece o salonu dolduranların Diriliş’in adı anons edildiğinde parmak uçlarıyla sergiledikleri cılız alkış da “başkalarının” Okan Bayülgen’den ibaret olmadığını gösterdi.

Diriliş Ertuğrul’un adıyla mülhem bir şekilde toplumda bir uyanışa neden olduğunu, reyting başarısından ziyade kitleleri dönüştürecek bir araç haline geldiğini, diziyi yaşayarak izleyen halk henüz fark etmemişti fakat o salon durumun farkındaydı. O salon; İbnü’l Arabi karakterinin İslam dini anlatısının toplumda nasıl bir dönüşüme neden olduğunu, Ertuğrul’un devlet adamlığının izleyici karşısında nasıl bir etki yaptığını ve liderine de böyle bir kalıbı biçtiğini çok iyi biliyordu. Cinsel yaşamın, dekoltelerin, Padişahın yatak odasına çevrilen harem sahnelerinin, entrikaların, çarpık ilişkilerin, anormal hayatların karşısında; namaz kılan, duayla tekbirle yola çıkan bir başrol oyuncusunun, başörtülü bir kadın karakterin ve her şeyden önemlisi, ‘görsel işgal’ ile aldatılmış, kandırılmış kitlelerin özüne dönmesinin final sahnesiydi Doğan Grubu’nun organizasyon gecesinde yaşananlar.

Cumhuriyet’in kuruluş döneminden bu yana ‘Türkçülük’ adı altında uygulanan Osmanlı düşmanlığı artık etkisini yitiriyor. Milliyetçi duyguları tekeline alan Kemalist zihniyetin ‘elitist’ yargıları, yerini tarihin gerçeklerine bırakıyor. Ülkesini satıp kaçan, haremden çıkmayan, DAEŞ benzeri şeriat kuralları uygulayıp etrafa kan kusturan Muhteşem Yüzyıl kostümlü tarih okumaları artık halkta bir karşılık bulmuyor. Aksine gençler, bin yıllık tarihleriyle yeniden tanışıyorlar. Türklüğün temelinin kimler tarafından, hangi duygu ve düşüncelerle atıldığını, sergilenen insani medeniyet seviyesini, asırlarca yedi cihana adaletle hükmetmiş devletlerin anlatılmamış hikayesini dinliyor, izliyorlar. Ve bu onları kökleriyle yeniden buluşturuyor. Bu kökü İslam’dan ayrı düşünemeyeceğimiz gerçeğinin saklanacak bir yanı kalmadı. İşte o çok sayıdaki ‘başkaları’nı, sözüm ona kültürde, sanatta, sinemada egemen olanları rahatsız eden de tam bu nokta zaten. Fakat Diriliş Ertuğrul izleyicisi ‘var olmanın’ değil varlığını sürdürmenin seferini başlattı bir kere. Kutlu olsun.