Dinî gruplar baskı altında mı?

15 Temmuz darbe girişiminden önce olduğu gibi dinî cemaatler konusunu tartışıyoruz. Bugünkü tartışmanın gündemini, dinî cemaatlere devlet tarafından düşmanlık gösterileceği iddiası belirliyor. Bu iddia ile devletin dinî cemaatlerin varlığından rahatsız olduğu, onları ilga etmek istediği, bütün cemaatleri FETÖ ile aynı kefeye koyduğu gibi bir anlam ortaya çıkıyor. Bu bir iddia mıdır, temenni midir yoksa manipülasyon mudur tam olarak bilemiyoruz. Fakat konunun kamuoyunda hararetli bir şekilde tartışıldığına şüphe yoktur. Ne var ki bu tartışmada kim hangi taraftadır, kim kimin adına konuşmaktadır belli değil. Dinî cemaatler adına söz söyleme salahiyetine sahip olanlar herhangi bir şekilde baskının olduğu ya da olmadığı yönünde açıklamada bulunmuyor. İşin tuhaf olan tarafı ise devletin gerçekten böyle bir baskı yapma niyetinde olup olmadığı ve bunun gerekçeleri konusu da açıklığa kavuşturulmuş değildir. Sadece baskıdan söz ediliyor.

İşaret ettiğimiz hararetli tartışmadan bağımsız olarak dinî gruplar olgusunun tartışılması gerektiğine inanıyorum. Dinî gruplar konusu bugüne has bir mesele değildir. Hatta meseleyi sadece dinî gruplara indirgeyerek ele almak da doğru değildir. Çünkü farklı grup biçimlerinin varlığına rastlamak her zaman mümkündür. Bunların zamanla baskı grubu şeklinde temayüz etmeleri de mümkündür. Fakat bugünkü tartışmalarda birtakım dinî grupların öne çıktığı anlaşılıyor. Grup sözcüğünü bilinçli olarak tercih ediyoruz. Klasik cemaat kavramının kapsamı geniştir, oysa bugün cemaat sözcüğü dar anlamda kullanılmaktadır. Dolayısıyla dinî cemaatler kavramının bazı grupları ifade ettiğini belirtmemiz gerekiyor.

Bugünkü dinî cemaatlerin tartışmaya konu olması esasen Fetullahçılar adıyla bilinen grubun FETÖ adıyla tescillenme süreciyle alakalıdır. Eğer FETÖ hadisesini bütün bir toplum vicdanını yaralayacak güce ulaşmadan önce durdurabilseydik bugünkü sarsıcı sonuçları yaşamazdık. Bu grup karşısında gerekli tavrı geliştirmek devlet denilen organizmanın işiydi ama o bu görevini yerine getirmedi, üstelik kendini o canavara teslim etti. Devlet kurumları içine yerleşmiş yabancı unsurlar FETÖ’nün bir canavar olarak karşımıza çıkmasına imkân verdi. Eğer bu destek olmasaydı bütün sapık fikirlerine rağmen bugünkü sonuçlarla karşılaşmazdık. Sosyal ve fikrî hayatımız o yapının bir canavara dönüşmesini engelleyebilirdi. Tenkit geleneğimizde ciddi kusurlar olmasına rağmen Fetullahçı örgüt darbe yapacak güce ulaşamazdı. Bu süreçte en önemli husus devlet kurumları içine yerleştirilmiş yabancı unsurların desteğiyle terör örgütünün devlet içinde güçlenerek nimet dağıtacak güce ulaşmasıdır. Yani FETÖ’nün paralel devlet olması istenmiştir. Bunun neticesinde FETÖ rakipsiz hâle geldi. Bu sonucu bir veri olarak kabul etmek gerekir.

Günümüzde devletin dinî cemaatlere baskı uygulayacağı, onların tasfiye edileceği veya etkisiz hâle getirileceği yönündeki iddialar ve buradan hareketle dinî cemaatlerin savunulması gerektiği yönündeki görüşler ciddi bir belirsizlik üzerinden yürüyor. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi tarafların belirsizliği “kör döğüşü” izlenimini uyandırıyor. Bu iddiaları dile getirenler devletin cemaatlere hangi gerekçe ile baskı uygulayacağını da izah etmiyor. Bu durum karşı taraf için de geçerlidir. Hangi gerekçe ile cemaatleri savunmamız gerektiği hususu da açıklığa kavuşturulmuş değildir. Dolayısıyla her şey sun’î bir ortamda hazırlanmış sun’î bir gündemin malzemesine dönüşmüş durumda.

Bütün belirsizliklere karşın bazı dinî grupların devlet kurumlarında etkili olduklarına dair duyumların yaygın bir kanaat hâline gelmesi dinî gruplara yönelik birtakım yeni hassasiyetlerin oluşmasına zemin hazırlıyor. Esasen konunun hararetli tartışmalara gündem olması ve kullanışlı hâle gelmesi de buradan kaynaklanıyor. Dinî grupların varlığı tarih boyunca mümkün olmuştur. Fakat bu gruplardan birinin veya birkaçının diğer grup ve kişiler aleyhine olmak üzere devlet kurumlarında güçlü bir konuma ulaşmaları ya da bu yönde oluşan bir algı, toplumsal barışa darbe vurma potansiyeli taşır. Çünkü bu yönde bir algı zaman içinde kendi kendini besler ve ötekileştirmenin yaygınlaşmasını sağlar. Bunun doğal sonucu ise toplumsal barışın bozulmasıdır. Kişisel izlenimlerimiz de devlet içinde bazı güç odaklarının oluşmakta olduğu yönündedir. Geçmişte dinî ve la-dinî grupların devlet kurumlarında etkili olması çok ciddi acıların yaşanmasına sebep olmuş ve Türkiye yabancı operasyonlara hazır hâle getirilmişti. Benzer acıların bugün de yaşanmasını engelleyecek herhangi objektif kıstas mevcut değildir. Bu işin doğası böyledir.

Türkiye çok hassas dönemlerden geçiyor. FETÖ’nün ülkemize, vatanımıza, dinimize ve devletimize verdiği zararların boyutlarını tam olarak bilemiyoruz. Bunun zamanla anlaşılacağını tahmin etmek zor değil. Fakat bugünden yarına atılan adımların mutlaka sağlam bir zemin üzerinde olması gerekir. Bu yönde şüphe oluşturmanın kimseye bir faydası olmaz. Bir belayı def etmek için atılan adımlar yeni bir belaya kapı aralamamalıdır. Bu konuda gerekli hassasiyetlere sahip olunduğu yönünde izlenimlere ihtiyacımız her zamankinden daha fazladır.

Bu ülke hepimizin. Biz, büyük bir milletin evlatlarıyız. Milletimiz, tarih boyunca birçok badireler atlattı. Bugün yaşamakta olduğumuz sorunları da aşacağımıza inanıyoruz. Fakat bu inancın hakkını herkesin vermesi gerekir. Özellikle de kurumsal güç sahibi odakların daha hassas davranması gerekir. Devlet kurumlarında belli odakların güç sahibi olmasının mahzurlarına herkesin kulak kesilmesi gerekir. Aksi takdirde küçük hırslara mağlup olabiliriz.

Dinî cemaatleri de tartışma konusu yapabilmeliyiz. Otuz yıl önce bu konuları Fetullahçılar bağlamında gündeme taşıyanların emekleri boşa gitmedi. Fakat buna rağmen Gülen’in sapkınlıkları bu toplumun damarlarına nüfuz etti. Bugün aynı zamanda bu sapkın zihniyete karşı mücadele veriliyor. Bu mücadelenin daha güçlü olabilmesi için söz söylemeye, fikir üretmeye ihtiyacımız var. Amacı açıkça dile getirilmiş fikirlere düşmanlık göstermenin bir manası yok.