Devlet aklı ve kurucu irade Afrin’de

Zeytin Dalı Harekâtı’nın ortaya çıkardığı en önemli sonuçlardan biri kamuoyunda oluşan hassasiyettir. Milletin, Afrin’de ve Suriye’de gelişen hadiseleri millî varlığımıza yönelik bir tehdit şeklinde algılaması ve bunun da beka endişesiyle örtüşmesi önemsenmelidir. Bu durumu, Türklerde millî duyguların kabarması, şeklinde tanımlamak doğru bir yaklaşımı yansıtmaz. Bu hassasiyet, milletin kahir ekseriyet itibarıyla ortak bir fikir etrafında buluşmasının neticesidir. Açıklığa kavuşmayan, bu buluşmanın nasıl gerçekleşmiş olduğudur. Görüldüğü kadarıyla siyaset, sivil ve güvenlik bürokrasisi, ilmiye sınıfı ve entelektüel camia ortak fikir etrafında birleşmiştir. Tarihimizde bu türden güçlü birliktelik örneklerini görmek mümkündür. Zaten büyük başarılar da bu türden birlikteliklerin sağlanmasıyla elde edilmiştir. Fakat bunun aksi yönündeki örnekler de mevcuttur.

Zeytin Dalı Harekâtı’nın kamuoyunda büyük destek bulması öncelikle bu harekâtın gerekçelerinin çok iyi analiz edilerek sonuçların da kamuoyunu ikna edecek şekilde paylaşılmış olunduğunu gösterir. Türkiye, 2013 Gezi Parkı hadiselerinden bu tarafa Batı’nın açık ve kapalı müdahalelerine maruz kalıyor ve toplumun kahir ekseriyeti bu müdahaleleri, millî varlığına yönelik bir tehdit şeklinde algılıyor. Gerek Gezi Parkı olaylarının ve gerekse Suriye savaşının Türkiye’nin millî varlığını doğrudan tehdit eden ve birbirinden bağımsız olmayan hadiseler şeklinde algılanması 15 Temmuz FETÖ kalkışmasıyla mümkün olmuştur. Bu lanetlenmiş darbe girişimi tehdidin boyutları hakkında çok güçlü bir algı oluşturdu. Darbe girişiminin başarısızlıkla neticelendiği anlaşıldıktan hemen sonra FETÖ’nün “tiyatro” söylemine başvurması anlamsız değildi. Müdahaleyi yapanlar kendileri açısından Türkiye’nin nereye doğru evrileceğini gördüler. Gerek Gezi Kalkışması ve gerekse de 15 Temmuz Darbe girişimini başarıyla püskürten Türk milletinin kurucu iradesinin sahaya yansıyacağı açıktı. Gelişen bütün hadiseler bir öncekinin bir sonucuydu ve yine kendisinden sonra gelişecek olaylara da gerekçe teşkil ediyordu.

İlker Başbuğ, Zeytin Dalı Harekâtı’nın siyasete alet edilmesinden endişelenmiş. Onun bu endişesi sağlıklı bir değerlendirmenin ürünü değildir. Hâlbuki Genel Kurmay Başkanlığı seviyesinde görev yapmış tecrübeli bir bürokratın başka türlü bir fikre sahip olması gerekirdi. Bütün bir ülkenin beka meselesi haline gelmiş tehditler karşısında askerin yalnız bırakılması bir mesele şeklinde görülmeliydi. Bugün Türkiye’nin Afrin’e yönelik müdahalesi salt bir terör meselesi olmadığı gibi güvenlik endişesine de indirgenemez. Dolayısıyla salt askerî müdahale ile de çözülemez. Zaten bunun içindir ki Avrupa devletleri ve Amerika, Türkiye’ye yönelik her türlü baskı araçlarını kullanmaya çalışıyor. Özellikle de kamuoyunda oluşan hassasiyeti kırmak ve harekâta yönelik desteği zayıflatmak istiyor.

Filistin’in ve FKÖ’nün sembol isimlerinden Leyla Halid’in PKK destekçisi gibi lanse edilmesi Türkiye kamuoyunda Afrin’e yönelik hassasiyeti kırmak istemekten başka bir anlam taşımaz. Leyla Halid meselesi ayrıca ele alınmayı hak eden bir gelişmedir. Konuyu çok daha yakından takip edenlerin izah etmesi beklenir. Fakat yine de biz kısaca şunu belirtelim: Türk ve İslam dünyasında Marksizm ve benzer Batı menşeli fikirlerin bu fikirleri benimseyenler üzerinde yabancılaştırıcı etkisi çok güçlüdür. Bu fikirleri hayat görüşü hâline getirmiş çevreler zamanla yaşadıkları ortama yabancılaşarak gerçeklikten uzaklaşmış, kendileri sorunun bir parçası hâline gelmişlerdir. Leyla Halid de bu sürecin tipik örneklerinden biridir. Leyla Halid’in Türkiye kamuoyunda oluşan hassasiyeti zedelemesi beklenemez çünkü bu hassasiyeti ortaya çıkaran sürece Leyla Halid’lerin doğrudan bir katkısı yoktur.

İlker Başbuğ’un niyetini sorgulamak bu yazının amaçları arasında yer almaz. Fakat Türk milletinin kurucu iradeyi temsil eden bir aktör şeklinde ortaya çıkmasıyla seçkinci çevrelerin rahatsız olmaları arasında bir bağ olduğunu görmemiz gerekir. Son yıllarda millî irade, millî ve yerli bakış açısı kavramlarının sıkça gündeme gelmesi tesadüfî değildir. Devlet aklının rasyonelliği temsil etmesi ve onun başat bir rol oynamaya başlamasıyla “millî ve yerli” kavramlarının ortaya çıkması Türk milletinin kurucu irade olmaya başlamasıyla izah edilebilir. Bu da aslında Selçukludan bu tarafa devam ede gelen klasik devlet aklının, bilgiyi sübjektif temeller üzerine bina eden çevrelere yeniden galebe çalması anlamına gelir. Bugün Türkiye’de yaşanan büyük sancılar da bu geçiş sürecinin tezahürleridir. Afrin Zeytin Dalı Harekâtı’na yönelik olumsuz yaklaşımları bir de bu açıdan ele almakta fayda var. Sübjektif aklı temsil eden çevrelerin dönemsel hâkimiyetinin kalıcı bir etki oluşturmayacağını söylemek abartılı bir yaklaşım olmaz.

Suriye’de yaşanan ve birçok acılara sebep olan savaşın küresel ölçekte yansımalarının olacağı söyleniyor. Emperyalist devletler vekâlet savaşını bir kenara bırakıp bizatihi kendi kuvvetleriyle sahaya inmeye başladı. Yani örtüler kalkıyor ve gerçek yüzleriyle kendilerini gösteriyorlar. Bu gelişmelerin eş zamanlı yansımalarını Türkiye’de görmemiz mümkündür. Bir taraftan Türk milletinin kurucu iradesi Türk devlet geleneğinin rasyonel aklıyla buluşurken diğer taraftan sekter yapılar açık kimlikleriyle kendini gösteriyor. Bütün bu gelişmelerin gelenekselleşmiş tarafları, grupları, çevreleri altüst etmesi doğal bir sonuçtur.