Herhangi bir projenin yapılmaması üzerine kendi varoluşunu inşa eden bir muhalefet zihniyeti, bize o projenin yapılmasına takozluk çıkartmaktan daha önemli bir musibete sebebiyet veriyor, o da gerçeğin bulanması sorunu.
Kanal İstanbul üzerinden dönen tartışmalarda bırakın CHP zihniyetinin sözüm ona bilimsel tandanslı çevrecilik duyarlılığını, eğer yapılacaksa bu projenin hangi finansman üzerinden yapılacağını tartışmak gerekiyor. Ama maalesef bu kadar kuru gürültü içinde gerçek odağı konuşamıyoruz.
Asıl sorun, ideolojik prangaları olmayan, dünyanın başına bela olmuş trilyonluk obur tüccar Çin. Önümüzdeki 50 yıl boyunca, dünyanın neresinde olursa olsun “mega” projelerin tamamını Çin finanse edecek. Ne Amerika’nın, ne de Rusya’nın böyle bir gücü yok. Zira ikisi de Askeri/Kültürel emperyalizme trilyonlar bağlamış durumda, bir yere kıpırdayamazlar.
Daha da ilginci Çin, askeri olarak hem Rusya’dan hem de Amerika’dan korkuyor. Bu alanda onlarla yarışmak gibi bir dertleri de “çok” yok. Sadece, arada bir “Biz de yaparız” diyorlar o kadar.
“Biz ticaretimize bakalım” gibi dar bir görüşü hayat felsefesi bellemişler.
Askeri anlamda yatırım yapıyor gibi gözükseler de aslında bu “Zamanı gelince teknolojisini satarız” ilkesinden pek farklı değil.
Dertleri Orta-Doğu jandarmalığı veya “sıcak denizlere inme” derdiyle yanıp tutuşan sarhoş çarların hülyalarından çok uzak.
Herhangi bir ülkeye demokrasi götürmek gibi bir dertleri yok. “Parasını bastırıp” hallediyorlar.
EL KOYMAYI İYİ BİLİYORLAR
Bu satırlar yazılırken, yeni gelen bir habere göre önümüzdeki 5 yıl içersinde İran’da 280’i petrol ve doğal gaz sektörüne, 120’si ise ulaşım alt-yapı hizmetlerine olmak üzere 400 milyar dolarlık yatırım yapacaklar.
İran’ın buna ihtiyacı var ama bu aslında resmen ülkelerini Çin’e teslim etmek demek.
Zira Çin, yatırım karşılığı, istediğini alamayınca, el koymayı iyi bilen bir zihniyet.
Utanmadan buna da “borç diplomasisi” diyorlar. Afrika ve Pakistan gibi ülkelerde bunun örnekleri var.
İran, ne tarafa geçerse geçsin, asla 400 milyarlık bir yatırımı “kârlı olarak geri döndürecek” bir sosyo-ekonomik yapılanmaya müsait değil. Çin de bunu iyi biliyor.
Demek ki dertleri, siyasi.
Suriye üzerinden sürekli Rusya ile sürtüşen İran, artık kendilerine yeni bir müttefik aramak zorunda, demek ki onların da derdi ekonomik değil, siyasi.
İşte bu meseleer yüzünden bırakın “Kanal İstanbul depremi tetikler mi tetiklemez mi?” gibi suni gündem tartışmalarını, asıl konuşulması gereken konu, eğer bu proje Çin sermayesi ile yapılacaksa, başımıza ne gelebilir, en kötü senaryoyu dahi düşünmemiz gerek.
Ama düşünemiyoruz işte, muazzam bir miyopluk denizinde yüzüyoruz. Sözüm ona sanatçı/aydın tayfamız Amerika’dan gelen kişisel gelişim uzmanlarına binlerce dolar bayılıyor, herhangi bir Cuma vakti, sürekli duyageldiğimiz “Cuma vaazlarında” işlenen “merhamet” konusunu bedava dinlemek varken.
Çin de zaten bunu iyi biliyor, kültür emperyalizmini Amerika’ya, sonu gelmeyen diplomatik yuvarlak masa toplantılarını Avrupalılara bırakmış, “Parasıyla değil mi kardeşim, istediğimi yaparım” efeliği ile ortada geziyorlar.
YATIRIM PARASINI ÇİN’E KAPTIRDILAR
Bir başka önemli mesele, ister bayıla bayıla davet edin, ister kapılarında el pençe divan bekleyin, hiç bir Avrupa ülkesi artık istese de dünyanın herhangi bir yerinde bir mega projeye imza atamaz.
Almanların bütçesi fazla çıktı gibi asparagas haberlerden tık kazanmayı seven internet editörlerimize kimse şunu sormaz: “Madem Alman bütçesi fazlalık vermiş, 15 senedir bitiremedikleri Berlin havalimanını hızlandırmak için harcasalar ya!”
İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya…hepsinin ekonomileri kâğıt üstünde oynanan rakamlar üzerinden “iyiymiş” gibi gözüküyor. Gidip bakın hastanelerine, yollarına, alt yapılarına, aşırı köhnemiş durumdalar. İstemeseler de artık “yatırım” pastalarını Çin’e kaptırmış durumdalar.
Düşünsenize, Pekin’de bir belediye başkanı, devletin resmi olarak “terörist” muamelesi yaptığı “Uygur Türklerinden” birinin yazdığı kitabı satmaya kalkacak, bir de kalkıp bunu savunacak?
Rusların KGB kültüründen yetişmiş, sosyal medya mühendisliği uğraşılarına da gerek duymuyorlar. Sürekli, tıklanmasa da, okunmasa da hem twitter’ı, hem de facebook’u reklam parasına boğuyorlar. Twitter’ın, Facebook’un Amerikan derin devletindeki uzantıları bundan rahatsız olsa da, Jackler, Marklar bu durumdam memnun tabi, para tatlı geliyor.
Eski dünya düzenine göre, bir miktar asker, bir miktar bomba, ardından üç beş diplomasi hamlesi her şeyi çözerdi.
Artık çözmüyor, zira halklar bu eski sistemin tortularını gayet iyi biliyor.
Ekonomi sistemi, her geçen gün sıcak paraya daha çok ihtiyaç duyuyor, ekonomi sistemini yöneten ağa babalar, siyasilerin boyunlarına doladıkları ideolojik tasmaları, istedikleri gibi gevşetip, sıkıp bırakıyorlar.
Alman sanayici, sağa bakıyor, sola bakıyor, en mantıklı, en kârlı kararı alıp, Türkiye’ye gelip yatırım yapmak istiyor, ama o da ne? “Türk” gazeticler bile feryat-figan adamlara “Nein! Gelme!” diye bağırıyor.
Ciddi bir dar boğaz yaşayan İtalyan inşaat sektörü emin olun Kanal İstanbul projesi için iç geçiriyordur ama onlar da biliyor ki, bunun için adım atsalar, bütün İtalyan medyası “Diktatör Erdoğan’ın Osmanlı hayallerine su mu taşıyacaksınız?” diye onları yerden yere vurur.
İşte zaten bu medyaların da sahipleri, hemen yukarıda bahsettiğimiz o tasmaları tutanlarla aynı kişiler.
Çin de bütün bu gelişmeleri çok iyi biliyor, çok iyi okuyor.
Eski dünyanın kabuk değiştirmekte olduğunu bildikleri için, bu tartışmalara girmeden “İşlerine bakıyorlar”.
Hiç bir Çinli gazeteci, ülkelerinin İran’a yatırım yapacağını duyunca “Ama o ülkede demokrasi yok ki” demiyor, belki demek istiyor da diyemiyor, arasındaki fark çok da önemli değil.
Devasa bir sermaye canavarı dünyadaki tüm mega projelere el atarken, Biz ise, ne kadar “kımıl” zararlısı varsa TV’lere çıkartıp horoz dövüşü yaptırıp, onları seyrederek vaktimizi boşa harcıyoruz.