Delüler

Padişahtan ferman gelir, Tuna boyları Eflak ovasında zulmü göğe yükselmiş Voyvodanın (kazıklı olanı) cezalandırılması gerekir. Delüler bugünkü anlamıyla örgütlü bir topluluk, tarikat, cemaat değil. Padişahın fermanı şeyhe ulaştıktan sonra müritler bir an önce yola çıkmak için hazırlanırlar. Yolun sonunda kendilerini bekleyen zorluklar hakkında fikir sahibi olmadıkları açık. Fakat devletin kendilerini yalnız bırakmayacağını da bilmektedirler.
Bu ülkenin aydını yıllarca Batı’da şövalye kültüründen bahsetti. Bununla mertlik, bireysellik, cesaret ve onura vurgu yapılmaktaydı. Onlara göre Doğu’da, yani bizde pusu kültürü egemendir. Düşmanın karşısına mertçe çıkıp savaşmayı bilemezler, denilmek isteniyor. Bu iddianın, muhatapları tarafından da kabul edildiği dönemlerdeyiz. Delüler bir yönüyle devlete bağlı savaşçılardır diğer taraftan ise kendi hayatlarını sürdüren insanlardır. Ne şövalye ne de pusu; mertlik ve yiğitlik bütün toplumlarda görüldüğü gibi aksi yöndeki davranış kalıpları da evrenseldir. Haçlı Seferleri zamanında kurulan gizemli tarikatların bugün hâlâ varlığını sürdürdüğü bilinmektedir. Mason teşkilatları da öyledir. Aynı dönemlerde Osmanlı, Türk ve Müslüman savaşçı grupları da var fakat onlardan geriye sadece orada burada yer isimleri kalmış. Batılı gizemli tarikatlar ve mason teşkilatlarının şövalye ya da pusu kültürünün ürünü olup olmamaları ayrı bir meseledir.
Delüler ferman ulaştıktan sonra bir araya gelirler ve yola çıkarlar. Çok uzun ve zahmetli bir yolu aştıktan sonra Kazıklı’nın memleketine ulaşırlar. Yeni kuşakların zihin dünyasında Eflak ve Boğdan’ın Tuna boylarının, Kırım’ın bir anlamının olmadığını düşünüyorum. Bu açıdan filmde Eflak ovaları, Çingeneler ve Türkçe konuşanların gösterilmesi önemlidir. Çünkü hâlâ yüz yılların bakiyelerinin yaşadığı topraklardayız. Filmi bu açıdan da kıymetli buldum. Sanatın bize ait olanı kötüleme üzerine kurgulandığı dönemler geride kaldı.
Filmin başından sonuna görsel bir şölene dâhil olduğumuz hissinden kurtulamıyoruz. Çekimler oldukça etkileyici. Klasikleşmiş kahramanlık marşlarının tercih edilmemesi de önemlidir. Bu da Delüler’in tarihi olayları işleyen filmlerden farklı bir yerde olduğunu gösterir. Müzik tercihi filme sıra dışı bir kimlik kazandırmış.
Sanat eserinde abartı, ustaca kullanıldığında verilmek istenilen mesajın daha kolay anlaşılmasını sağlar. Delüler’de Amerikan sinemasında işlenen tek kişilik ordu abartısına yer verilmemiş. Salt propaganda amaçlı bu filmler etkileyici olsalar da gerçeklik hissinin kaybolmasına yol açıyorlardı. Delüler’de ölçülü bir abartı olduğunu söyleyebiliriz. Kazıklı Voyvoda için Fatih’in fermanı ile devlet adına kesilmiş bir ceza öngörülmüş ve Delüler bunu yapmakla mesuldür. Sayıları az da olsa Eflak ovalarından topladıkları bilgilerle Kazıklı’yla mücadele stratejisi geliştirirler. Son sahnede devletin onları yalnız bırakmadığı anlaşılır.
Almanya’da belirli yaş gruplarının filmi seyretmesine yasak getirilmiş. Şiddeti teşvik ettiği gerekçesiyle bazı filmlerin izlenmesine tavsiye şeklinde sınır getirilebiliyor. Ama doğrudan yasak konulması yanlış anlaşılmaya müsait bir uygulamadır. Müslümanlıkla alakalı olumsuzlayıcı, ötekileştirici sanatsal faaliyetleri ise özgürlük çerçevesine dâhil ediyorlardı. Bu hâlâ devam eden bir nefret faaliyetidir. Almanya’da Delüler’in seyredilmesine yönelik konulan sınırlama anlamlı değildir.
Türkiye’de ise Delüler filmi üzerinden bir milliyetçilik tartışması yaşanıyor. Film Türk milliyetçiliğini körüklemekle, milliyetçi bir tarih görüşünü sunmakla suçlanıyor. Milliyetçilik üzerinden yapılan eleştirilerde diktatör rejimler vurgusu da dikkatimizden kaçmadı. Filmi bu gözle seyrettiğimizde kurt sembolüyle İslamî öğelerin iç içe geçmiş olduğu görülür. Özellikle dindarlar arasında kurt sembolüne karşı bir tepkinin oluştuğu anlaşılıyor. Buradan hareketle Delüler’e milliyetçilik suçlamasının yöneltildiğini söyleyebiliriz. Fakat bunun da çok haklı bir gerekçe olmadığı açıktır. Klasik tarikat-tasavvuf kültürümüz bu türden figürlerle ağzına kadar doludur. Filmde kurdun öne çıkmasını klasik tasavvuf geleneği ile izah etmek gerekir.
Modern sanat türlerinin Müslümanlar tarafından kullanılmaya başlanması problemli bir süreçtir. Fakat yine de bu türlerde ilk zamanlardan itibaren etkili olmuş eserlerden bahsedebiliriz. Öykü ve romanda olduğu gibi sinemada da başarılı örnekler vardır. Fakat bunların adedi sınırlıdır. Televizyon sektöründeki olumlu gelişmeler sinemayı da etkileyebilir.
Osmanlı ve elbette Selçuklu tarihi zengin bir hazinedir. Bu hazineden çok kıymetli parçaların çıkartılması mümkündür. Osmanlı ve Selçuklu tarihinden kesitler sunan televizyon dizilerinin rağbet gördüğünü söyleyebiliriz. Galiba kavga da bu başarıdan doğuyor.
Özellikle doksanlardan sonra özel televizyonculuğun gelişmesiyle dindar muhafazakâr kesim üzerinde çok büyük oyunlar oynandı. Televizyon dizileri ile gerçeklikle bağını koparmış, hayalî bir dünyada yaşanan İslam algısı oluşturuldu. Bu topluma din adına, din ile alakası olmayan fikirler aşılandı. Bu türden uygulamalar hâlâ devam etmektedir. Eskiler destanlar, halk hikâyeleri, cenknameler, gazavatnameler vs ile büyük bir iş görmüştü. Küçücük iyi bir roman bile bu yapay dünyalara son verebilir.