Darbeci askerlerden sekizi, bizim paralarımızla alınmış bir helikoptere atladı ve komşumuz Yunanistan’a uçtu; hatırlarsınız. Sıradan insanlara ateş açmanın hesabını versinler diye iade edilmek üzereler. Şimdi biz de Yunanistan’a gideceğiz; 1960’ların sonuna ama. Costa Gavras’tan ve Z filminden söz edeceğiz.
Niçin?
Costa Gavras dünyanın en iyi siyasi film yönetmenlerinden biri kabul ediliyor diye değil elbette. 1969 tarihli Z, başka bir adlandırmayla Ölümsüz isimli film, hem askeri cuntanın eşiğinde yazılan aynı adlı romana dayanmakta, hem de Albaylar Cuntası işbaşındayken çekilen bir yapım. 1967’de darbe yaparak iktidara el koyan albaylar, 1974’e değin muktedirliklerini sürdürür. O yüzden film kısmen Fransa’da ve Cezayir’de ancak çekilebilir.
Kim mi Costa Gavras? Yunan asıllı Fransa’da yaşamış, orada edebiyat tahsil ettiği hâlde sinemayı tercih etmiş yönetmen… Siyasi sinema adının anıldığı her ortamda ânında akla gelen üç-beş isimden biri. L’Aveu/İtiraf, L’Etat de Siege/Sıkıyönetim ve Z/Ölümsüz, Costa Gavras’ın bir çeşit üçlemesi; siyaset, devlet, hoşgörü, ihtilâl, darbe, cunta askeriye ve sivillik temaları, filmlerinin ayrılmaz meseleleri. Elbette faşizm karşıtı ve solcu.
Tuhaf Kadronun Şaheseri
Z aslında bir roman. Yazarı Vasili Vasilikos. Costa Gavras, bu romandan hareket ederek senaryoyu yazarken yanıbaşında Jorge Semprum vardır. İtalyan Yahudisi göçmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen; kartpostal yakışıklılığının arkasına sığınmaktansa berber çıraklığı veya liman işçiliği gibi kariyer duraklarından sonra Edith Piaf’ın keşfiyle salon şarkıcılığına terfi eden Yves Montand ile Mustafa Akkad’ın ünlü 1976 tarihli The Message/Çağrı filmindeki Hind rolünden hatırlayacağınız Irene Papas filmin başrollerini paylaşmakta. İlginçtir, Irene Papas da şarkıcı. Filmdeki idealist ve ilkeli savcı tipini canlandıran oyuncu ise Jean-Louis Trintignant. Trintignant bu rolüyle Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazanmıştı.
Bütün bu yetenekli ve bilindik isimlerin arasında bence en ayrıcalıklısı kuşkusuz filmin müziklerinin bestecisi Mikis Teodorakis. Filme ruhunu katmak diye bir kategori açılsa besteci en üst sıraya yerleşir bu bestesiyle kuşkusuz.
50 Yıl Önceden Bugünü Anlatmak
Z’ye dönersek… Film, siyasi içeriğine rağmen her türlü izleyicisini avucunun içine alan, zaman zaman artan belgeselimsi anlatımına rağmen temposunu düşürmeyen, karakterlerin film boyunca yapıp-etmeleriyle atbaşı ilerleyen kişiselliklerinin altını çizer bir tarzda akan, 127 dakika boyunca şu yakıcı soruya odaklanır: Cuntacı askerler kendi vatandaşına niçin bu kadar yabancıdır?
Fransız-Cezayir ortak yapımı, Yunanlı yönetmen, İtalyan asıllı Fransız oyuncunun yanında Yunanlı ve Fransız oyuncular… Olay Yunanistan’da geçiyor ama karakterler Fransızca konuşuyor. Bu kadar tuhaflık yetmiyormuş gibi, aslında 60’lardaki Yunanlı solcu eylem adamı Gregoris Lambrakis cinayeti etrafındaki olaylar, zamansız ve mekânsız bir aleme taşınmış gibi ele alınmakta ve bütün zamanlara seslenmekte. Askeri cuntanın ruhunu izleyici iliklerinde hissetsin diye santxki.
Yunanistan’da yaşananlara dayanan Costa Gavras’ın Z adlı filmi, günümüz Türkiyesi’nde yaşatılmak istenenleri anlamak açısından önemli bir örnek elbette.
Bir Darbecinin Anıları
Ne kadar yerinsek az. Türkiye Tarihi, başka şeylerin yanında en çok darbeler tarihi…
Her on yılda bir darbe yaşamak, ülkenin zorunluluğu hâline getirilmişti. Postmodern darbe, e-darbe gibi her ülkeye nasip olmayan çeşitlemeleri de cabası üstelik. Deyimdekinin tersine, milletimize, “gelene paşam, gidene ağam” demek alışkanlık hâline getirildi. Bunun nadir istisnası Talât Aydemir…Üstelik Aydemir, bir değil iki kere darbeye teşebbüs eden ve ikisinde de başarılı olamayan biricik asker. İyi ki de böyle olmuş kuşkusuz.
Uzman Darbeci Albay
Darbelerinin ilki 1962 tarihli. Rütbesi kurmay albaydır ve Kara Harp Okulu Komutanı’dır. Ordudaki atamaları ve yapılan tutuklamaları gerekçe göstererek, askeri öğrencilerin desteğiyle 22 Şubat’ta bir ayaklanma başlatır. Çok geçmeden hükûmetle anlaşır ve emekli edilerek serbest bırakılır.
Ne ki Aydemir ertesi yıl 20 Mayıs’ta bu sefer ikinci kez darbe yapar. Bereket gene başaramaz. Aslında bu ikinci darbe, birincisinin devamı niteliğinde. 27 Mayısçılar’ın tasfiyesi için direnme… Gerekçesini böyle ifade eder.
Birincisinin zorunlu kıldığı bu ikinci darbe Türk Tarihi’ne, başladığı ân biten biricik direniş diye geçse yeri. Çünkü Radyoevi’nde darbe bildirisi okunmasına dayanan kalkışma hemen bastırılır.
Talât Aydemir hikâyesinin belki de en trajikomik yönü, ikinci kalkışmasında yaşadıkları…
“Beni ordu değil, radyo yendi”
Arkadaşlarıyla birlikte 21 Mayıs günü, kendisinden önce bütün darbecilerin yaptığı ve kendisinden sonra bütün darbecilerin yapacağı gibi Radyoevi’ni basar. Radyodan şöyle bir anons duyulur: “Dikkat dikkat! Şimdi Türk Silâhlı Kuvvetleri İhtilâl Genel Karargâhı’nın bildirisini dinleyeceksiniz: Büyük Türk Milleti’ne!” diye başlayan bildiriyi okuturlar.
Elbette ihtilâlin sebebini ve hedeflerini içeren bu metnin yazarı Aydemir’den başkası değildir.
Çok geçmeden radyo hükûmet tarafından ele geçirilir. Ankara 28. Tümen Kurmay Başkanı Yarbay Ali Elverdi, ihtilâl falan yapılmadığını, bir kısım maceracıların böyle bir işe kalkıştığını, ortada bir yanlış anlaşılmanın bulunduğunu ve halkın sakin kalması gerektiğini açıklar. Ordu vaziyete hakimdir mesajı verir; elbette askeri marşlar eşliğinde. Yarbaya göre karşı-darbe galip gelmiştir. Tam o ânda beklenmedik bir şey gerçekleşir: Yarbay Ali Elverdi ile maiyetindekiler ve Radyoevi, yeniden darbecilerin eline geçer. Karşı-darbeye karşı darbe yapılmıştır.
Az önceki ihtilâl bildirisi yeniden okunur. Ve gece 02:30’a kadar bu garip durum devam eder.
Öte yandan Genelkurmay ve hükûmet, radyo yayınını Etimesgut’taki istasyondan kestirir ve hükûmet adına anonsa başlarlar. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın durumu izah eden bir konuşması, bu alaturka Gordion düğümünü çözmeye yeter.
Daha sonra Talât Aydemir bu sahneyi şöyle değerlendirecektir: “Hâlbuki karşımızda hiçbir kıta yoktu. Subaylar tankları bırakıp, bölükleri bırakıp kaçmasaydı, hiçbir şey olmayacaktı. Tek radyonun bu kadar tesirli bir silâh olduğunu o zaman anladım. Mağlubiyetimizin tek sebebi radyodur…”
“Talât’ın üç buçuk adamı…”
İnönü’nün olayı değerlendirme konuşmasında kullandığı “Talât’ın üç buçuk adamı…” ifadesi hafızalara kazınır. Bunun üzerin Aydemir, bütün ‘dava arkadaşlarını’ bir bir ifşa etmekten çekinmez. İnönü’nün bu tahfifne çok gücenmiştir cünkü.
İki darbe girişiminin ikisi de akamete uğrayan Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talât Aydemir, 5 Temmuz 1965’de idam edilir.
Bereket Aydemir’in, bu deli saçması hamlelerine rağmen aslında ülkesini seven, iyi bir asker ve sıkı idealist karakterini öğrenme imkânına malikiz. Çünkü Aydemir’in siyasi düşüncelerini, kanaatlerini, kabullerini, askerlikle ilgili görüş ve izlenimlerini, insana dair tespitlerini bulabileceğimiz; bir asker olarak iki kere kendisini darbeye götüren süreci, kendi bakış açısıyla yazdığı Hatıratım’dan takip edebilmekteyiz.
Hatıralar, yazarının elyazısından çıkma. Yazıldıkları yer Mamak Askeri Cezaevi. Ve beher sayfası yazar tarafından imzalanmış durumda. 21 Mayıs 1963 tarihinden sonraki metin, hapishaneye gelen, kendisi gibi idam edilecek darbe arkadaşı Fethi Gürcan’ın küçük kızının koynuna saklanarak peyderpey hapishanenin dışına çıkarılır.
Kore gazisi darbeci
Bu hatıraların bir bölümü 1965’de Akşam Gazetesi’nde tefrika edilir. Ardından May Yayınları’nca yayımlanır. Metnin tamamı ise ancak 2010 yılında Hatıratım adıyla Yapı Kredi Yayınları’nca yayımlanabilmiştir.
“Metnin tamamı” dedik ama şöyle bir husus var: Mamak’taki son günlerinde yazdığı kısımları bir başka ‘darbedaş’ı Erol Dinçer’e emanet eder. Fakat bu kısımlar, yapılan bir aramada ele geçirilir. Aydemir’in hatıratının son 30 sayfalık bölümü ise Ankara Merkez Cezaevi’ndeki son günlerine tekâbül eder. Bu sayfalar da infaz gecesi elinden alınır ve ailesine teslim edilmez.
Hatıralardaki ilk tarih 1 Haziran 1960. Yer kore. Evet, Talât Aydemir Kore gazisi…
İlk ândan itibaren ordu hakkındaki kabulleri ile orduda karşılaştığı realite arasındaki derin uçurumdan rahatsızlık duyan ve bunu milletin menfaatine düzeltmeyi kafasına koyan Aydemir, askerlik hayatı boyunca, talebeliğinden itibaren nasıl hareket ettiğini, inanılmaz bir açıksözlülükle, hatta beklenmedik miktarda ayrıntılarla aktarmaktan geri durmuyor kitap boyunca. Satırlarda gezindikçe bir insanın hem bu kadar kurmay zekâlı, hem de bu denli saf nasıl olabildiğine hayret ediyorsunuz.
İsimler, yerler, tarihler; insanlar hakkındaki izlenimler, kuşkular, yanılgılar ve tümünün akıp gittiği ideal: halkı ıslâh için ordunun ıslâhı… Bu gaye için de ordu içinde bir gizli teşkilât kurarak darbe yapmak…
“Ordu halka ateş açar mı?”
Başarısız darbecimiz Talât Aydemir’in Hatıratım’ında günümüze ışık tutan çok ilginç bir bölüm var. Buyrunuz:
“Seçimlerden evvel propaganda seyahatinde veya seçim günü bazı vilâyetlerde askeri kıt’alara ihtiyaç gösterilecekti. Bu gibi yerlerde vazife alan kıt’a kumandanlıklarının tutumu ne olacaktı? Bilhassa halka ateş etme veya etmeme fikri üzerinde düşünülüyordu. Bu nokta üzerinde ısrarla duran Albay Faruk Ateşdağlı’ydı. Hatta o gün orada bululan arkadaşlara bu suali tevcih ederek fikirlerini ve kararlarını aldı. Hiç kimse ateş etme taraftarı değildi. Zaten olamazdı.”
Kitaptaki son bölüm 22 Haziran 1964 tarihini taşımakta ve Aydemir’in son sözleri şu ilginç tespitleri barındırmakta: “Demokrasi âşığı gözüken, açık rejim şampiyonluğunu bir türlü elinden bırakmayan, hürriyet içinde plânlı kalkınma, “Macera yok, güven var.” Sloganı ile milleti bugüne kadar aldatarak, uyutarak iktidar arpalığını CHP mensuplarına ve yakın akraba dostlarapeşkeş çeken partizan idare şampiyonu, Milli Şef ve partisinin erken seçime gitmek için bu tarihi kararı vermesi [erken seçim] zamanı gelmiştir. Aksi, Menderes’in bu husustaki inadınını sonucunu doğurur ise o zaman hiç şaşmamalıdır.
[…]
Çünkü CHP şef sistemi ile 40 senedir idare edilen bir partidir; orada demokrasi yoktur. Milli Şef ne derse o olur. “Paşa böyle arzu ediyor.” dediler mi CHP’de bütün akan sular durur.”
Peşinen söyleyeyim: Hatıratım’ı bitirdiğinizde Talât Aydemir’e, kimileyin görüşlerine, kimileyin açıksözlülüğüne, kimileyin saflığına, kimileyin de şimdilerde bolca gördüğümüz maskelere asla iltifat etmeyen karizmatik karakterine sempati duymamanız imkânsız: en azından kısmen yahut bazen. Üstelik, “İnandığım bir dava uğrunda bilerek, içten gelen bir inanışla mücadele ettim. Şimdi cezamı seve seve çekeceğim. Çünkü müstahakım. Beraber yola çıktığım kadroyu iyi seçememişim. Hayatta daima hareketlerimi sözlerime uyduran bir insanım. Aksini yapan sahte idealistlerden de artık kurtuldum.” diyebilen birine kayıtsız kalmak ne mümkün. İnsanız çünkü.
Ne ki bu durum bile şu umdeyi kesinlikle unutturamaz: Hangi gerekçeye sığınırsa sığınsın, askeri bir darbe asla ve kat’a meşru değildir! Hakikat huzurunda askerlik, darbe ile biter çünkü. Tıpkı nikâhın talâkta bitmesi gibi.
İfadeye hacet yok: Talât Aydemir’in Hatıratım’ının bazı bölümleri, bugünü anlamak için de elzem.